Ne tatlı bir tesadüf ki, bu yıl 18 Mart, Cuma öncesine denk geliverdi. 18 Mart bizim için çok önemi haiz bir tarihtir. Türk yurdunun düşmanlardan kurtuluşunun temellerinin atıldığı, “ÇANAKKALE ZAFERİNİN” yıldönümüdür.
Bu Cuma’yı içim sızlayarak kıldım. Çünkü ne Cuma vaazlarında ne hutbelerinde ATATÜRK’ten ve onun eşsiz dehasından tek kelime bahsetmediler/bahsedemediler.
Oysa bu millet bilir ki, Çanakkale Atatürksüz, Atatürk Çanakkalesiz olamaz. Mehmet Akifsiz hiç olamaz.
Cuma kıldığım camide, ne Atatürk’ten ne, Akif’ten ne de Çanakkale’den tek kelime bahsedilmedi. Neden? Oysa Çanakkale olmasaydı; Kutlu Doğum Haftası kutlanabilir miydi?
Asıl mesele; Çanakkale’nin kaybedilmiş olması halinde ülkenin ve Müslümanlığın başına nelerin gelebileceği bu aziz milletin insanlarına öğretilmeliydi. Çanakkale, T.C.’nin kuruluş temellerinin atıldığı müstesna bir olaydır. Kaybedilseydi Müslüman Türk kadınlarının ırzı, namusu nasıl korunacaktı? Kasımpaşalı Tayyip Cumhurbaşkanı, Konyalı A. Davutoğlu Başbakan, Prof. Görmez Diyanet İşleri Başkanı olabilecekler miydi? (örnekleri çoğaltabiliriz)
Yüz binlerce Mehmetçiğin neden şehit olduğunun arkasındaki nedenin, iyi anlatılması gerekmez miydi?
Bana göre Çanakkale, Atatürk’ün askerlik dehasının bu ülkeye bir mucizesidir. Alman General L.Von Sanders’in Çanakkale’deki sevk ve idaresini beğenmeyen Atatürk; bildiğiniz gibi önce istifa eder. Sonra kendisine verilen komutanın sevk ve idaresini alır. Almasıyla birlikte savaşın kaderi değişir.
Dünya tarihçileri şu konuyu özellikle itiraf ederler; Çanakkale Zaferi bir dehanın eseridir. Sevk ve idare o kadar güzel ve kurguludur ki, ancak bu şekilde zafere ulaşılmıştır.
Elin adamı bunu teslim ediyor da bize ne oluyor? Atatürk ile alıp-veremediğimiz nedir Allah aşkına!
Bir Atasözümüz, “YİĞİDİ ÖLDÜR, HAKKINI YEME.” Demiyor mu? Bu konuda, ne yazık ki Atatürk’ün hakkı yenmektedir.
Eğer Çanakkale kazanılmamış olsaydı neler olurdu neler? Kafamızı iki elimizin arasına koyup aklı-selim ile vicdan ile bir düşünelim. Cumalarda vaaz veren arkadaşlar olurlar mıydı? Hutbe okuyan imamlarımızın durumu ne olurdu?
Kaldı ki birçoğumuz, Atatürk hakkında tek kitap dahi okumamışızdır. Onun içinde kişi bilmediğine DÜŞMANDIR.
Kimseler eğriye çekmesin, dediklerimi dosdoğru düşünüp yorumlasınlar. Elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim; İslam dinini Hz. Muhammedsiz anlatmak ve anlamak mümkün müdür?
Şimdi bir başka açıdan bakalım. Biz yine Çanakkale’yi Akifsiz ne kadar anlayabiliriz, Garbın afakını saran çelik zırhlı duvarları nasıl anlatırız? Kurtuluş Savaşı’nı nasıl öğretiriz?
Bu mümkün mü?
Yine ben düşünüyorum ki, Atatürk’ü en çok ve en iyi anlatması gerekenler İLAHİYATÇILAR olmalı. Çünkü onlar, haktan ve hukuktan en iyi bilenlerdir. Doğruları söylemekten korkmayınız düsturunu da yine en iyi onlar bilirler/bilmeliler.
Kaldı ki bizim muazzez dinimiz, (Geçmişlerinizi iyilikle anınız) demez mi?
İki çift övgü dolu ATATÜRK sözünün kime ne zararı olur ki? Bir FATİHA yollasak ne kaybederiz. Göndermedik, anmadık, lafını etmedik de ne kazandık? Yalakalığın sınırı yoktur. Umuyorum ki, hatalardan, yalakalıktan, şuursuzluktan dönülür ve bir daha ki yıllarda; aynı hata tekrar edilmez. Hak, hak sahibine korkmadan verilir.
Başta M.Kemal Atatürk, M. Akif ve silah arkadaşları olmak üzere. Bu vatan için kanını dökmekten çekinmeyen tüm şehit ve gazilerimiz için; el FATİHA!
Esen kalınız.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı