“İnsan o dur ki; koya bir eser,/ Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” M. Hadimi. Yıllar öncesinden böyle demiştir.
Cumhurbaşkanlığı, herkese nasip olmayan müstesna ve kutsal bir makamdır. Devletin tepe noktası, milletin başı, şanlı TSK’nın başkomutanı, Yasama ve Yürütmenin denetçisidir.
Cumhurbaşkanı onay vermeden, hiçbir yasa yürürlüğe girmez, uygulama alanı bulamaz. Tepe noktası bürokratlarının, atama onay yetkilisidir.
Bu kadar izahtan sonra; S. Gül’ün neler yaptığına neleri de yapamadığına bir bakalım.
A.Gül, vekil olmasaydı, Arabistan’da İslam ülkeleri arasında sıradan bir memur, sıradan bir bürokrat olarak, görev yapan olarak bilinecekti.
TBMM’ne girince, şansı açıldı.
Çeşitli kademelerden sonra; Dışişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.
Bu koltuk, S. Gül sayesinde ne kazandı ne kaybetti,
Çoğu eleştirmenlere göre, S. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, S. Erdoğan’ın gölgesinde öylesine geçip gitti. Kendi iradesini gösteremedi. Emine Erdoğan, Hayrünisa kavgası olmadı ama… Muhabbeti ve sevgisi de görülmedi. İki bayan birbirleri ile karşılaşmamaya özen gösterdiler. Karşılaştıklarında da, öylesine bir el sıkışmayla işi idare ettiler.
Hayrünisa Hanımın zaman zaman, “Onun kocasının özelliği ne? Benim kocam diller biliyor” göndermeleri de eşleri tarafından, yumuşak bir göğüs topu gibi kontrol edildi.
S. Gül, AKP’nin ve S. Erdoğan’ın bir dediğini iki edemeyen, gönderdiği her yasayı, gözü kapalı onaylayan sıradan bir noter görevi yapar gibi görev yaptı deniliyor.
S. Gül, kendi iradesini ortaya koyup, dirayetli bir Cumhurbaşkanlığı görevi sürdürseydi:
Ülkede bu kadar yolsuzluk, hukuksuzluk, rüşvet ve haksız kazanç yapılamazdı,
Ülkede bu kadar memur kıyıma uğramazdı.
Sınavlarda sorular dağıtılamazdı, bütün sınavlar şaibeli yapılmazdı,
TSK’nın başına bunlar getirilmez; Türk ordusu, pasifize edilip sindirilmezdi,
Işid, El-Kaide, El-Nusra gibi İslami terör örgütleriyle Türkiye’nin adı yan yana anılmazdı,
Türkiye, komşuları ile papaz olmazdı. Barzani’den başka da selam verilecek komşularımız kalırdı,
Hukuk Fakülteleri bile, ses çıkaramaz, konuşamaz, fikir beyan edemez hale getirilmezdi,
Onca gazetenin ve gazetecinin ekmeği ile oynanmaz, basın susturulmaz; “Çok kanallı tek sesli” hale getirilmezdi.
İnsanların mahremlerine girilip, kasetler üretilemez, şantaj ve iftiralar yapılmazdı.
Gibi onca olumsuz eylemle Türkiye cehenneme döndürülmezdi, Batı’nın ve Ortadoğu’nun saygın, sözü dinlenen lider ülkesi olarak kalırdı denilmekte.
Ayrıca, S. Ahmet N. Sezer’in harcamayıp iade ettiği Cumhurbaşkanlığı bütçesi. Her ne hikmetse S. Bay ve Bayan Gül’lere bir türlü yetmedi. Devamlı ek bütçelerle Maliye’ye külfet çıkardılar denilmekte.
İşte S. Gül, bu ve buna benzer, eylemleriyle anılacak ve fazla değil üç ay sonra da unutulup gidecektir. En güzel tarifi de S. Erdoğan yaptı: Saksı ve vazo gibi olmayacağını söyleyerek
Çünkü; “Eseri olmayanın yerinde yeller eser.”
Esen kalınız.
NOT; S. Başbakan, balkon konuşmasında herkesleri andı. Fakat koltuğuna oturacağı G. Mustafa Kemal Atatürk’ü, Irak’ta IŞİD zulmünde inleyen Türkmenleri ve bir zamanlar, “Kardeşim Abdullah “ dediği Abdullah GÜL’ün adını anmamıştır.
Nazım Peker
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı