Müyesser Yıldız
Müyesser Yıldız

Vicdanın Cenaze Namazı!..

Vicdanın Cenaze Namazı!..

13 gün önceydi; Edirne Cezaevi’nde tutuklu olan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, kalp krizi geçirip yoğun bakıma alınan babasını ziyaret etmesine izin verildi.

Gece yarısı büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilen ziyaret için Demirtaş’ın, Edirne’den helikopterle Çorlu’daki askeri üsse, buradan da özel jetle Diyarbakır’a götürüldüğü, babasıyla 45 dakika görüştükten sonra da aynı yolla Edirne’ye döndüğü bildirildi.

İmralı pazarlıkları sürecini çok iyi bilen dönemin Adalet Bakanı, şimdinin DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sadullah Ergin’in, Demirtaş’a verilen bu izni Ceza İnafaz Yasası ve İdarenin görüşü kapsamında değerlendirirken, helikopter ve özel uçakla götürülmesi konusunda, “Bunun muhatabı Adalet Bakanlığı’dır. Ama transferlerin bu şekilde olması, Adalet Bakanlığı’nı aşan bir durumdur.” demesidikkat çekiciydi.

Devlet Yasa ve Anayasa’yı Herkese Uyguluyor mu?

Sözkonusu ziyaretin medyadaki yansımalarına da bakalım.

Erdoğan’ın, hakkında Gereğini yapıyor.” dediği isimlerden birisi şunu yazdı:

Devlet, Demirtaş için yasayı uygulamış. Hem de büyük bir dikkat ve özenle uygulamış. Hükmümü veriyorum: İnsani açıdan yapılması gereken yapılmış. Tatava çıkarmaya ya da büyük anlamlar yükselemeye hiç gerek yok.”

Yine Erdoğan’ın, Köşenden gereğini yapacaksın.” talimatı verdiği diğer yazarın yorumu şu oldu:

Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’a götürülerek yoğun bakıma kaldırılan babasıyla görüşmesine izin verilmesi üzerinden Cumhur İttifakı’nda bir çatlak meydana getirebilir miyiz diye uğraşıyorlar. Çok insani bir olay. Yasadan kaynaklanan bir hakkın kullandırılması. Selahattin Demirtaş’ın hastaneye kaldırılan babasıyla görüşmesine izin verilmeseydi asıl o zaman sorun olurdu. İnsani bir durum olmazdı. Vicdanlara sığmazdı. Tamam siyaseten kutuplaştık ama bu kadar da insanlığımızı kaybetmeyelim.”

Yasa uygulanmış… İnsani açıdan yapılması gereken yapılmış… Çok insani bir olay… İzin verilmeseydi vicdanlara sığmazdı… Bu kadar da insanlığımızı kaybetmeyelim.” ifadelerinin altına imzamı attığımı kaydedip Erdoğan’ın ve AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın 31 Ekim’de yaptığı konuşmalara geçeyim.

Erdoğan 8. Türk Tıp Dünyası Kurultayı’nda, “insanın eşref-i mahlukât vasfından”söz etti.

AYM Başkanı Zühtü Arslan ise Anayasa Mahkemesi’nin Temel Hakların Korunmasındaki Rolü konulu panelde, “kendi küçük hükmü büyük kitap” olarak nitelenen anayasaların, “bir yandan yönetenlerin kullandığı gücü ve sınırlarını belirleyen, diğer yandan da yönetilenlerin temel hak ve özgürlüklerini güvenceye alanüstün ve bağlayıcı kurallar bütünü olduğunu anlatıp, Anayasanın üstünlüğü nasıl sağlanacaktır?” sorusuna aranan cevabın, anayasa yargısını ortaya çıkardığını söyledi. Arslan şunları da ekledi:

Anayasa Mahkemesi, sadece din ve vicdan özgürlüğü alanında değil, yaşama hakkından ifade özgürlüğüne, adil yargılanma hakkından örgütlenme özgürlüğüne kadar tüm anayasal hak ve özgürlüklere ilişkin çok önemli kararlar vermiş ve vermeye devam etmektedir… Anayasa Mahkemesi anayasal adaleti sağlamak için Mevlana’nın asırlar öncesinde ifade ettiği gibi ‘her şeyi yerli yerine koymaya’ çalışmaktadır.”

Adli Tıp’ın Raporuna Rağmen

Şimdi bu veriler ışığında, durumunu iki kez yazdığım bir hasta hükümlüyü hatırlatmak istiyorum.

Darbe davasından tutuklanan eski tuğgeneral, cezaevinde beyin kanseri oldu. Üç kez ameliyat edildi. Durumu kötüye gidince, Adli Tıp’a gönderildi. Burada tutulduğu hastane koğuşunda ciğerlerini üşüttü, iki kez entübe edildi.

Adli Tıp süreci devam ederken, Avukatı AYM’ye başvurup tedbir kararı alınmasını istedi. AYM’den herhangi bir cevap gelmedi.

Adli Tıp raporu ise 12 Eylül’de çıktı. Rapor, “Yoğun bakım ünitesinde, genel durumu kötü ve entübe şekilde tedavi altında olduğu bildirilmekle halihazırda; hastane şartlarında takip ve tedavisine devam edilmesi gerektiği, 3 ay süre ile cezasının infazının tehirinin uygun olduğu oy birliği ile mütalaa olunur.”şeklindeydi.

Sözkonusu rapor iki gün sonra ilgili mahkemesine ulaştı; ancak tam 9 gün sonra incelemeye alındı. Gecikmenin sebebi kararla birlikte anlaşıldı.

Mahkeme, incelemeden evvel hükümlünün durumunu TEM Şube’ye sormuş; onlar da aynı mahkemenin bu ismi çarptırdığı cezaları sıraladıktan sonra FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü günümüzde hala aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğünden dolayı karar ve takdirin mahkemeniz tarafından verilmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.” cevabını vermişti.

Nihayetinde Savcının da, “Adli Tıp’ın raporu doğrultusunda 3 ay süre ile cezasının infazının ertelenmesi” yönündeki mütalaasına rağmen oybirliğiyle alınan karar şuydu:

TEM Şube Müdürlüğünce örgütün aktif olarak faaliyetlerini yürüttüğünün bildirilmesi üzerine maruz kaldığı ağır bir hastalık nedeniyle de olsa hüküm özlü sanığın adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmasının toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturacağı anlaşılmakla adı geçen sanık hakkında herhangi bir adli kontrol tedbiri uygulanmasına takdiren yer olmadığına ve hükmen tutukluluk halinin devamına oy birliğiyle karar verilmiştir.”

Özetle Mahkeme, Adli Tıp’ın değil, polisin görüşüne itibar edip yoğun bakımda entübe durumdaki sanığı, toplum güvenliği için tehlikeli sayıp cezasının infazının ertelenmesini reddetti.

Avukatının bu karara karşı bir üst mahkemeye yaptığı itiraz da kabul edilmezken, hemen peşinden Anayasa Mahkemesi’nin cevabı geldi.

Mahkumun durumunun uzun uzun anlatıldığı cevapta; Adli Tıp’ın kararı, polisin değerlendirmesi ve mahkemenin “tutukluluğa devam” kararına da yer verildikten sonra şöyle denildi:

Başvurucunun hükmen tutukluluk halinin devam etmesinin yaşamına ya da maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike oluşturduğu söylenemez. Bu noktada Anayasa’nın hükümlü/tutuklu bir kimsenin sağlık gerekçesiyle serbest bırakılması için genel bir zorunluluk getirmediği hususu da tekrar edilmelidir. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun tahliyesinin sağlanmasına yönelik tedbir talebinin bu aşamada reddine karar vermek gerekmiştir.”

Devamında ise, başvurucununun hastalığının ağır olduğu, ilerleyebileceği, “bir başkasının yardımı olmadan zorunlu ihtiyaçlarını karşılayamaz bir duruma gelebileceği, “bu nedenlerle durumuna uygun sağlık kuruluşunda bulundurulmaya devam edilmesi gerektiği vurgulanarak şöyle bir çözüm önerisinde bulunuldu:

Nihai takdir yetkisi ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı, cezaevi yetkilileri, ilgili ağır ceza mahkemesi ve bölge adliye mahkemesine ait olmak üzere… tedavi sürecinde tıbbi kurallara ve güvenlik koşullarına uygun olarak aile bireyleriyle görüşmesinin sağlanmasının ve aile bireyleri içinden refakatçi bulundurulmasına izin verilmesinin maddi ve manevi varlığının korunması bakımından gerekli olduğu kanaatine varılmıştır.”

AYM’nin Bu Kararına Bile Uyulmadı

AYM’nin bu “çözüm” önerisine rağmen şu oldu:

İlgili Savcılık, aile bireylerinden birisinin refakatçiliğine izin vermedi. Eşi ve kızları sadece normal cezaevi ziyaret günlerinde yoğun bakıma girip onu görebildi.

Avukat bir kez daha AYM’ye başvurup durumu aktardı. Ancak AYM, ilave tedbir önerisinde bulunamayacağını bildirdi.

Ve Öldü

Sonuç?

Bu eski tuğgeneral, Adli Tıp’ın biçtiği 3 ay vade bile dolmadan önceki gece vefat etti.

Bugün de Cuma namazını müteakip Ankara Karşıyaka Mezarlığı’nda son yolculuğuna uğurlandı.

Hemen öncesinde okunan merhamet toplumu başlıklı Cuma hutbesinde ise özetle şunlar anlatıldı:

Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Şefkatli ve insaflı davranmaktır. Merhamet, kalpleri kin, öfke ve intikam gibi hastalıklardan temizlemektir… Can taşıyan her bir varlığa hatta bütün kâinata muhabbet nazarıyla bakmaktır… Şiddet, öfke, kin ve nefretin yürekleri işgâl ettiği günümüzde merhamet medeniyetinin birer mensubu olarak bize düşen, Rahmet Peygamberinin mesajlarına yeniden sarılmaktır… O halde geliniz! Asrımızın en büyük hastalığı haline gelen merhametsizliği bir tarafa bırakarak; eşimize, çocuğumuza, ana babamıza, yaşlılarımıza, çevremize ve bütün canlılara karşı vicdanlı ve merhametli olalım…”

Bırakın son üç ayını evinde geçirmesini, başında refakatçi bulunmasına bile izin verilmeyen bu kişi, eski tuğeneral Kemal Mutlum’du ve kılınan da -onunkinden evvel- adeta vicdanın, merhametin cenaze namazıydı!..

Ölümüyle toplum güvenliği” ağır ve somut tehlikeden kurtuldu mu, bilemem; ama kızının şu sözüyle bitireyim:

Aylardır kendinde olmayan babam yatağa kelepçeliydi. Canımı en çok bu acıttı…”

Müyesser YILDIZ
25 Kasım 2022

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!