Bir vakitler Erdoğan’ın cep telefonundaki açılış mesajı “Mağrur olma” idi. Bunu oğlu Bilal Erdoğan yüklemişti.
Sözkonusu mesajın öyküsü de şöyle anlatılmıştı:
“Erdoğan, AKP’yi kurduktan sonra çıktığı ilk gezilerinin ardından, bir akşam İstanbul’daki evinde eşi ve çocuklarıyla sohbet ederken, AKP’nin giderek güçlenmesi konusu gündeme geldi. AKP’nin tek başına iktidara gelebileceğinden söz eden Erdoğan, ‘İktidar ayağımızı yerden kesmemeli, iktidar sarhoşu yapmamalı.” diyerek, daha sonra parti toplantılarında sık sık AKP’lilere yapacağı uyarıyı o gün dile getirdi. Bunun üzerine çocuklarıbabalarının her gün yanında taşıdığı cep telefonuna ‘Mağrur olma’ mesajını yüklemeye karar verdiler. Bu mesajı yükleme görevini Erdoğan’ın ABD’nin önde gelen üniversitelerinden Harvard’da siyaset eğitimi üzerine master yapan küçük oğlu Necmettin Bilal üstlendi. Telefonunu her açışında bu mesajı gören Erdoğan, zaman zaman yakın çevresine de telefonundaki mesajı göstererek her güne böyle başladığını söyledi.”
2004 yılında medyamızının bu konuyu haberleştirmesinin sebebi ise, “Erdoğan’ın mitinglerde vatandaşları azarlar tonda konuşması” olmuştu.
“Mağrur olma” diye çıkılan yolun vardığı yeri anlatmaya gerek yok.
Bugüne kadar yaşadıklarımızı unutalım. Deprem gibi büyük bir yıkım yaşanmış; atanmış bir kişi bile seçilmişlere, “Siz kimsiniz ya, ne olduğunuzu zannediyorsunuz?” diyebiliyor.
Dün açılım-saçılım narına yerel yönetimlere özerklik vermeyi düşünenler bugün İsrail, Ermenistan dahil tüm “dış güçleri” yardıma çağırıyor da, muhalefet belediyelerinin “askıda konserve” kampanyası dahil tüm çalışmalarını engelliyor.
Öyle bir kibir ki; AFAD’ın Afetlere Müdahale Genel Müdürü’nün ilahiyatçı, Kızılay’ın prefabrik üretiminden sorumlu olan kişinin kebapçı olduğu ortaya çıkıyor; ama görevden “afları”, melhem niyetine dahi istenmiyor. Madem görevden alınmıyorlar, bari biri cenaze namazlarını kıldırmak, diğeri depremzedelere kebap yapmak için bölgeye gönderilse!..
“Suçlamak Bize Katlanmak Sana”
Erdoğan’ın çok sevdiği ve sıkça kullandığı bir söz var; “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.”
Göz göre göre gelen depreme karşı tedbir alınıp insanlar yaşatılmadığı gibi, enkaz altındakileri kurtarıp yaşatmak için de gerekenler yapılmadı!..
Şimdi bu acı gerçekleri dile getirip eleştirenlere öfkeleniyorlar.
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.” sözünü söyleyen Şeyh Edebali’nin, Osmanlı’nın kurucusu Osman Bey’e “Ey oğul” diyerek verdiği o uzun nasihatlarından bazılarını daha hatırlatalım:
“Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana… İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan yolda takılıp kalırsın.”
Herkes İçin Ağladılar da
Biliyorsunuz; Erdoğan’ın ağlamaları meşhur!..
Mısır’daki Esma için, Filistinli çocuklar için hatta kendi kendisini şiir okurken görünce ve bir kadının, “Allah’ım Cumhurbaşkanı’mızın hizmetlerini tamamına erdirmeyi nasip et… Şayet buna ömrü vefa etmeyecekse ve benim ömrüm var ise Rabb’im lütfen benim ömrümü ona ver.” sözleri üzerine ağladı.
Ama tüm ülkeyi ve dünyayı yasa boğan bu büyük depremden ötürü Hindistan Başbakanı Modi’nin bile gözleri doldu da, vazgeçtik yöneticilerin ağlamalarını, gözlerinde hüzün bile göremedik. Erdoğan’ın yanında görüntüye girebilmek için verilen büyük mücadele (!) de cabası!..
Ne aceleniz vardı da ilk günden selâ okuttunuz?!
Ne gereği vardı da hemen OHAL ilân ettiniz?!
Ne aceleniz var da göçük altında daha 155 bin canın olduğu söylenirkenarama-kurtarma faaliyetlerini bitirip enkaz kaldırma çalışmalarına başlıyorsunuz?! İnsanlar canlarından sonra ölülerinden de mi edilecek?!
İktidar medyası, deprem sonrasındaki dayanışmayı 15 Temmuz seferberliğine benzetiyor.
O halde biz de bir hatırlatmada bulunalım.
15 Temmuz da -aynen bu deprem gibi- göz göre göre gelmedi mi?
Ez cümle; inşallah deprem için de “Allah’ın lütfu”, “Allah’ın ikramı” denmez!..
Ülkenin de Müteahhidi ve Şantiye Şefi Yok mu?
Malum, Erdoğan depremin merkezi Pazarcık’ta bir depremzedeye, “Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler.” dedi.
Şimdi kimi haberleri ve yorumları aktaralım.
“Enkaz müteahhitleri için hesap vakti” olduğu, mezar binalar için soruşturma açıldığı, Gaziantep’te yıkılan binanın şantiye şefinin yakalandığı bildiriliyor.
Çökmesiyle Adana’da 70 kişinin ölümüne yol açan binayı yapan ve KKTC’de yakalanan bir müteahhit, “Mukadderat”, bir diğeri, “Vicdanım rahat” diyor.
İktidarın gazetesi Sabah, müteahhidin “Mukadderat” sözünü “Pişkin savunma” başlığıyla verdi, iyi mi?
Devam edelim.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Deprem bölgesinde güvenlik anlamında tek sorunumuz yağmacılık değil, yalancılık.” ifadelerini kullanıyor.
Erdoğan’ın danışmanlarından birisi, “Depremler, gizli kapaklı yapılmış, halktan, devletten, milletten, müşteriden yapılmış ince hırsızlıkları kabak gibi ortaya çıkarıyor. Ama ne kadar da çok hırsız varmış memlekette.” diye yazıyor.
İktidar yazarlarından birisi, “Dezenformasyon, hafife alınacak bir konu değil. Toplum huzuruna ve insan hayatına tehdit haline geldiğini birebir gördüğümüz bu yalancılara lütfen bedeli ödetilsin.” talebinde bulunuyor.
Bir diğeri ise, “Yıkılan binaların “paragöz” müteahhitleri varsa o inşaatların mutlaka odanıza üye mühendisleri, mimarları da var değil mi?” sorusunu soruyor.
Elbette müteahhitlerden, mühendislerden, mimarlardan, şantiye şeflerinden, hırsızlardan ve yalancılardan hesap sorulsun. Ama bizim de şu sorularımız var:
Bu hırsızlara kimler yol ve cesaret verdi?.. İmar aflarını kimler çıkardı?.. İhale kanunlarını kimler değiştirdi?.. ÇED raporlarını kimler iptal ettirdi?.. Depremraporlarını kimler görmezden gelip sümen altı etti? Ve dahi depremin kapısına dayandığı İstanbul için, “Biz bu şehre ihanet ettik, hâlâ da ihanet ediyoruz.” diyen kimdi?
Özetle; aslında tüm ülkenin de bir “müteahhidi, şantiye şefi” yok mu?.. Onların “vicdanları” ne durumda, “rahat” mı?.. Yıllardır ülkeyi uçurduklarını, küresel güç yaptıklarını anlatanlara da bedel ödettirilmesi gerekmiyor mu?..
Şeyma’nın Hakkı İçin
Kahramanmaraş’ta hayatını kaybeden diş hekimliği öğrencisi Şeyma 3 yıl önce şöyle bir paylaşım yapmış:
“Bir deprem ülkesinde yaşayan ve deprem tehlikesi yüksek illerden Kahramanmaraş’ta yaşayan biri olarak bir gün burası da Elazığ’ın, İzmir’in kaderini yaşarsa benim için ailem için veya herhangi biri için melek oldu diye iyileştirmeler yapmayın. Hakkımızı arayın.”
Evet, başta Şeyma, yitip giden binlerce canımızın, milyonlarca depremzedenin hakkını aramak ve artık “Türkiye’nin bitimi” anlamına gelecek bundan sonraki olası depremleri önlemek için A’dan Z’ye tüm sorumlular, sadece “olası kastla ölüme sebebiyet verme veya cinayet”ten değil, aynı zamanda vatana ihanetten yargılanmalı!..
Müyesser YILDIZ
13 Şubat 2023