1999’daki Marmara depreminde de 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli büyük yıkımda da 1939 Erzincan depreminde yaşanan bir olay hatırlandı.
Neydi o olay?
Kamu binaları dahil her yer yıkılmış, iletişim hatları kopmuş ve tüm dünyayla bağlantı kesilmiş, üstüne birçok yerde yangın çıkmıştır.
Yıkılan yerlerden birisi de Erzincan Hapishanesi’dir. Ama mahkûmlardan hiçbiri kaçmamış, kaçmaya teşebbüs etmemiştir.
Dönemin Erzincan Savcısı İzzet Akçal, ailesini ve komşularını kerpiç evinin bahçesinde kurulan yatakhaneye yerleştirdikten sonra doğruca cezaevine gider ve mahkûmlara şunu söyler:
‘‘Sizi şimdi kurtarma çalışmalarında görev almak üzere serbest bıracağım. Aranızda civar köylerden olanlar varsa iki günlüğüne köylerine gidip, ailelerini görebilirler. Ancak bir şartım var; hiçbiriniz kaçmayacaksınız. Canla başla çalışacaksınız. İşimiz bitince cezaevine döneceksiniz.”
İdam cezasına çarptırılmış olanlar dahil; gözetlenmemelerine, başlarında herhangi bir muhafız bulundurulmamasına rağmen mahkûmlar firara teşebbüs etmeksizin gece gündüz kurtarma çalışmalarına katılır, akşam da savcıya sayım verirler. Sayımın yine tam çıktığı bir gün bir mahkûm der ki;
“Tamam tabii. Böyle günde eksilen yalnız hapishaneden değil, millet hizmetinden, kardeşine yardımdan, insanlıktan kaçmış olur. Bu ise alçaklıkların en büyüğüdür ve katil de olsa, hiçbirimizin suçu böyle bir cinayetten daha ağır olamaz.”
Neticede o mahkûmlar tam bin kişiyi kurtarır. Aralarında kendilerine bu cezaları veren hakim ve ailesi de vardır.
241 mahkûmun bu fedakârlıkları karşılıksız kalmaz; TBMM onlar için af kanunu çıkarır.
Hatay Cezaevi’nden Kaçan Mahkûm
Kahramanmaraş merkezli depreme gelelim.
Çok sayıda mahkûm, arama-kurtarma çalışmalarına katılmak, olmadı kan bağışında bulunmak için başvurdu. Kimse oralı olmadı.
Bu arada Hatay cezaevinde bazı hükümlü ve tutukluların firar teşebbüsünde bulunduğunu duyduk. Adalet Bakanlığı, “yasal mevzuat çerçevesinde yapılan müdahale” sonucunda “firar girişiminin engellendiğini”, “tutuklu ve hükümlülerin güvenliğinin sağlandığını” açıkladı.
Depremin ilk günlerinde kendi imkânlarıyla Hatay’a giden üniversite öğrencisi bir kardeşimin bana anlattıkları ise şunlardı:
“Firar eden bazı mahkûmların yağma olaylarına katıldığını, ama bazılarının da arama-kurtarma çalışmalarına katıldığını öğrendim. Onlardan birisiyle tanışma fırsatım oldu. Yaşı 50’nin üstünde M…… abi. Hangi suçtan yattığına ilişkin hiçbir soruya cevap vermedi, ama canla başla çalıştığını gözlerimle gördüm. İsyan sırasında gardiyanın montunu çalarak kaçmış. Önce ailesini enkazdan kurtarmış, sonra arama-kurtarma ekiplerine katılmış. Biz ona yemek uzatmadıkça yemek yemez, ‘Çadırda kadınlar rahatsız olur.’ düşüncesiyle sandalyede uyurdu. Sonra aniden ortadan kayboldu, kimse de onu bulamadı. Bu durumun benzerini arkadaşım Adıyaman’da yaşamış. Firari mahkûmların erzak ve yemek dağıtımına katıldığını söyledi.”
“Suçlu”nun Yardımı Kabul Olmaz mı?
Konumuz, Birleşik Arap Emirlikleri’nde ağır bir tecrit altında olan suç örgütü lideri Sedat Peker’in deprem ve Ramazan vesilesiyle yaptığı yardımlar.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen “Bir Kira Bir Yuva” kampanyasına Sedat Peker’in de 50 milyon TL’lik yardımda bulunduğu iddia edildiğinde, eşi Özge Peker’den şu açıklama geldi:
“Depremin ilk gününden itibaren eşim tüm yakınlarını organize edip, depremle ilgili çeşitli yardım çalışmalarını yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Eşimin ismi geçen yardım organizasyonlarına katılan bütün herkes (TIR şoförleri dahil) gözaltına alınmış, haklarında ağır ceza mahkemelerinde davalar açılmıştır. Bu mahkemeler halen devam etmektedir. Eşim yapmış olduğu çalışmaların kesintiye uğramaması için ismini görünür şekilde hiçbir yardım faaliyetinde kullanmamıştır. Yaşam alanına çevrilmiş konteyner, seyyar tuvaletler, ısıtıcılar, mevsim şartlarına uygun kıyafetler, deprem bölgesindeki bazı havalimanları dahil birçok yerde sıcak yemek dağıtımı ve ayrıca deprem bölgesinde yaşayan güvendiği insanlar vasıtasıyla depremzedelere nakdi olarak para yardımı halen devam etmektedir.”
Anladık ki Sedat Peker de depremzedelere yardıma koşmuş, ama aracılık edenlerin başının derde girmemesi için bunları gizli-saklı yapıyormuş.
Sonra ne gördük?
Bizzat avukatı Ersan Barkın duyurdu; İstanbul Pendik’te, üzerinde “Sedat Peker” yazılı Ramazan kolisi dağıtanlar, “suçu ve suçluyu övme” suçundan gözaltına alındı. Yardımların kimseye duyurulmadan yapıldığını vurgulayan Av. Barkın da şöyle isyan etti:
“Bir elin verdiğini öbür elin bilmeyeceği ahlâkıyla yapılan bir yardım faaliyetinde suç ‘yaratmayın’ Bu, zulüm olur. Yurttaşımızın, devletimizden beklediği; Ramazan paketlerinde suç aramaya göstereceği çabayı, Peru’da yakalanan ve varış noktasının Türkiye olduğuna dair dünya basınında haberler çıkan uyuşturucuların, gizlendiği seramik kutularının alıcısının tespiti için göstermesidir.”
Son olarak dün, yine bir Sedat Peker operasyonunu gerçekleşti. Av. Ersan Barkın, “Yine aynı durumla karşı karşıyayız. Bu kez yardım kolilerinin üzerinde isim ya da herhangi bir emare olmamasına rağmen müvekkilim Sayın Sedat Peker’in memleketi Rize’ye gönderilen bir ‘tır’ Vakfıkebir’de gözetim altına alındı. Önüne ve arkasına birer eskort araçla İstanbul’a döndürüldü.” bilgisini verdi.
“Küffar”ın Yardımları Baş Tacı
Düşünün;
İktidar bir yandan 14 Mayıs’ta “ABD’ye ders vermeye” dahası “vatanımızı küffara teslim etmemeye” hazırlanıyor; ama öte yandan PKK’ya yardım-yataklık eden o ABD’den postal yalayıcılarına, Ermenistan’dan Yunanistan’a bilumum “küffar”ın yardımlarını kabul etmekle kalmıyor, teşekkür için dış politikada keskin dönüşlere imza atıyor.
Buna karşılık muhalif belediyeler ile iktidar bağlısı olmayan sivil toplum örgütlerinin ve Sedat Peker’in faaliyetlerini engelliyor!..
Haydi yardım kolilerine el kondu. Varsayalım ki, Sedat Peker depremzedeler için konteyner evler kurdurdu, kurduruyor. Ne yani, bunlar da yıktırılıp depremzedeler kapı dışarı mı edilecek?!
Düşünün;
Depremzedeler için Devlet eliyle, “Türkiye Tek Yürek” kampanyası düzenlendi. Tamı tamına 115 milyar lira toplandı. Ortaya çıktı ki, bunun sadece 74 milyarı yatırılmış; 41 milyar ise ortada yok.
Ama Devletimiz, bu 41 milyar yerine Sedat Peker’in kolilerinin peşine düşüyor!..
Düşünün;
En ufak eleştiride; “Devletin askeri veya emniyet veya muhafaza kuvvetlerini veya adliyenin manevi şahsiyetini alenen tahkir ve tezyiften” davalar açılıp insanlar tutuklanırken, en hafif tabiriyle görevini ihmal etmek suretiyle koskoca Kızılay’ı hem maddi hem manevi yönden zarara uğratan, bunun sonucunda kan stoklarının azalmasına, insanların sağlığının tehlikeye atılmasına yol açanlar koltuğunda oturmaya devam ediyor. Ve de sadece, “zamanı geldiğinde gereğini yapmaları” umut ediliyor.
Beri yandan ise Sedat Peker’in yardımlarını götüren tırlar “gözetim” altına alınıyor!..
Keşke Peker’inkiler kadar “küffar”ın yardımlarının, 41 milyarın ve Kızılay’ı bu hâle getirenlerin peşine de düşülseydi!..