Müyesser Yıldız
Müyesser Yıldız

Sahipsiz Cumhuriyetimiz

featured

Kâh “BOP eş başkanlığı” üstlenilerek, Kâh “reform-açılım” denilerek, Kâh “papaz elbisesi” giyilerek, Kâh “vesayeti sonlandırma” adı altında TSK’ya kumpaslar kurularak,Kâh “her türlü milliyetçilik ayaklar altına alınarak”, kâh “yerli ve milli” görünerek, Kâh “kindar ve dindar nesil yetiştirme” hedeflenerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de 21 yılda adeta 360 parçaya bölündü, koca ülkenin ve milletin kaderi bir kişinin iki dudağına teslim edildi. Peki kardeşim, bunlar olurken bizler ne yaptık? Ya üç maymunu oynadık… Ya şahsımızın, çocuğumuzun, eşimizin ikbalini ülkemizden ve milletimizden değerli gördük… Ya da gücün saldığı korkuya teslim olup köşemize çekildik… Son üç güne sığdırılan mesajlar, klipler, Atatürk posterleriyle kimse kendini kandırıp, “Görevimi yaptım.” zannetmesin.

 

1998’de 10 aylık hapis cezası onandığında şöyle konuşmuştu:

“Büyük bir sevinçle 75’inci yılını kutladığımız göz bebeğimiz Cumhuriyetimizin kurumları böyle insafsızca yıpratılmamalıydı. Bu ülke Cumhuriyetin 75’inci yılını bu anlamsız yasaklarla, baskılarla, tek tip insan yetiştirme gayretleriyle karşılamamalıydı.”

Ayrıca şunu kaydetmişti:

“Dünya toplumları 2000’li yıllara girerken, değişen dünya ile daha çok uyum içinde olmanın yollarını ararken, bizim ülkemizi muz cumhuriyetlerinin bile gerisine sürüklemek istiyorlar.”

Göz bebeğimiz Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılında neredeyiz?

Hukuk ve özgürlüklerde dünya endekslerinin son sıralarına oturmuşuz…

Demokrasi sandığa indirgenmiş…

Millet kamplara bölünüp birbirine hasım edilmiş…

Dünya nezdinde itibarımız kalmamış…

Tarımda kendi kendine yeten 7 ülkeden biriyken, Ata’mızın Cumhuriyet’i emanet ettiği gençler yersiz, yurtsuz, umutsuz, tarikatların kucağına itilmiş. Geleceğimiz çocuklarımız okula aç gider olmuş…

Evet, Cumhuriyet’in birikimlerini sattılar, savdılar. El elde baş başta kaldık. Adeta Lord Curzon’un hayalini gerçekleştiriyorlar.

Neydi o hayal?

Lozan’da direnen İsmet İnönü’ye şu söyledikleriydi:

“Aylardır müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizden hiçbirini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimize atıyoruz. Cebimize saklıyoruz. Memleketiniz haraptır. Yarın geleceksiniz; bunları tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman, bu cebime koyduklarımdan her birini, birer birer çıkarıp size vereceğim.”

Olan aynen bu.

Emperyalistler, onların piyonu kimi suni devletçikler üç-beş dolar karşılığında önümüze listeler koyuyor; topraklarımıza, limanlarımıza giriyor. Yetmiyor kimliğimizi, nüfusumuzu dönüştürüyor!..

Lozan demişken; 24 Temmuz ülkemizin bu tapu senedi olan anlaşmanın 100’üncü yıldönümüydü.

Gazze falan bombalanmıyordu; ama o 100’üncü yılı da kutlamadılar, savdılar.

Şimdi Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılını şanına uygun şekilde karşılayıp kutlamadıkları için üzgün ve kızgınız.

Yok kardeşim, kabahatin büyüğü bizde!..

Şimdiye kadar neler neler oldu; hangisine doğru dürüst tepki gösterdik, ayağa kalktık ki?!

Ayağa kalksak böyle olur, cüretkârlık bu noktaya varabilir miydi?

Aslında Cumhuriyetimizin ve milletimizin başına gelecek olanları 20 yıl öncesinden açık açık anlattılar.

Bu anlatımlardan biri var ki, hiç unutamıyorum.

Turgut Özal’ın ağabeyi, Erdoğan’ın da “ağabey” gördüğü, “Tarikat-Ticaret-Siyaset” anlayışının öncülerinden Korkut Özal, AKP’nin iktidara gelişinden sadece 10 ay sonra, 8 Eylül 2003’te Radikal’den Neşe Düzel’e AKP’nin devlet yapısını nasıl değiştireceğinden söz ederken, “Zaten Türkiye’nin meselelerinin üzerine ‘tedriciyet prensibiyle’ gidiyor.” demiş;

Neşe Düzel’in, “Anlamadım, nasıl gidiyor?” sorusu üzerine de kelimesi kelimesine şu benzetmeyi yapmıştı:

“Mühendislerin bir metrekareden büyük resim tahtaları vardır. Bir mühendis, ‘Ben bu resim tahtasını yiyeceğim’ diye arkadaşıyla iddiaya girmiş. Arkadaşı, ‘Yiyemezsin.’ demiş. Mühendis, tahtayı 360’a bölmüş. Her gün bir parçasını ufalayıp yutmuş. Bir yıl sonunda da resim tahtasının tamamını yemiş. Eğer bir meseleyi bir anda halledemiyorsanız, siz de o meselenin üzerine kararlı bir şekilde, adım adım gidersiniz ve meseleyi sonunda halledersiniz. İşte bu, tedriciyet prensibidir.”

Evet;

Kâh “BOP eş başkanlığı” üstlenilerek,

Kâh “reform-açılım” denilerek,

Kâh “papaz elbisesi” giyilerek,

Kâh “vesayeti sonlandırma” adı altında TSK’ya kumpaslar kurularak,

Kâh “her türlü milliyetçilik ayaklar altına alınarak”, kâh “yerli ve milli” görünerek,

Kâh “kindar ve dindar nesil yetiştirme” hedeflenerek,

Türkiye Cumhuriyeti Devleti de 21 yılda adeta 360 parçaya bölündü, koca ülkenin ve milletin kaderi bir kişinin iki dudağına teslim edildi.

Peki kardeşim, bunlar olurken bizler ne yaptık?

Ya üç maymunu oynadık…

Ya şahsımızın, çocuğumuzun, eşimizin ikbalini ülkemizden ve milletimizden değerli gördük…

Ya da gücün saldığı korkuya teslim olup köşemize çekildik…

Son üç güne sığdırılan mesajlar, klipler, Atatürk posterleriyle kimse kendini kandırıp, “Görevimi yaptım.” zannetmesin.

Aydınından siyasetçisine soruyorum; Türkiye’ye ve Cumhuriyet’e sahip çıkmak için kim ne yaptı, ne bedeller ödedi?!

Geçenlerde Hocaların Hocası İlber Ortaylı da, “Kimse kusura bakmasın, Türkler Cumhuriyetlerine saygı göstermediler, sahip çıkmadılar.” demedi mi?

Cumhuriyet’i “kimsesizlerin kimsesi” diye bellemiştik.

21 yıl sonra gördük ki, Cumhuriyet kimsesiz kalmış.

Gün artık Cumhuriyet’in kimsesi olma, dolayısıyla da vatana ve millete sahip çıkma günüdür.

Ama sözde değil, özde!..

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!