Terör örgütünün Suriye ordusuna entegrasyonunu öngören o muğlak anlaşmadan sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’la Şam’a gidip, Ahmet Şara’yla 3 saat görüşen Dışişleri Bakanı Hakan geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalına, neredeyse her cümlesi ayrı ayrı irdelenmesi gereken bazı açıklamalar yaptı. Şimdilik sadece, “Aslında 2013’te bu sürece girilmişti, oluyordu, ama Suriye’de birtakım fırsatlar varmış gibi göstererek örgütü kandırdılar, bunca yıl kaybedildi.” sözüne dikkat çekelim.
“Tümüyle yerli, milli ve devlet aklının ürünü” denilen yeni çözüm sürecinde İmralı’daki teröristbaşının “paradigmasının” omurgası olan, PKK’nın kendini feshedip, “devlet ve toplumla bütünleşme” çağrısının anlamını somut örneklerle anlatmaya devam edelim.
HTŞ lideri ve Suriye’nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmet Şara (Colani), Türkiye’de hakkında yakalama kararı bulunan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) görünümlü PKK/YPG/PYD’nin sözde generali Mazlum Kobani ile anlaşma imzaladıktan sonra, birinci açılım sürecinde Ankara’da kırmızı halılarla karşılanan, PYD’nin elebaşlarından Salih Müslim, bu anlaşma ile “Rojava devriminin perçinlendiğini”, “devletin… yönetimine, anayasasına, yaşamına, ekonomisine, her şeyine ortak olduklarını”, teröristbaşının Kobani’ye gönderdiği mektupta da “silahsızlanma veya öz savunmalarından geri adım atmalarına dair bir söylem bulunmadığını” açıkladı. Müslim, anlaşma için uluslararası güçlerin arabulucu olduğunu da söyledi.
Sen misin bunları ifşa edip, biz Türklerin kulağına kar suyu kaçıran!..
Nevşin Mengü sadece 14 gün önce onunla röportaj yaptığı için 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmışken, Türkiye Gazetesi apar topar Salih Müslim’i konuşturdu. Müslim bu defa, “ABD ya da başka bir ülkenin yönlendirmesi veya talimatıyla masaya oturmadık. Özerklik talebimiz yok.” deyip, “Orta Doğu denkleminin bu barış sürecinden güçlü bir biçimde etkileneceğini”, “Türkiye ve Suriye halkının parçası ve kardeş hukuku dahilinde yaşamak istediklerini” anlattı. Silahsızlanma veya öz savunma konusuna ise hiç girilmedi.
ERDOĞAN’IN ”BAZI HAZIRLIKLARI” NE?
Yeni süreçle ilgili olarak iktidarın “Al-ver, herhangi bir şart yok”, PKK-DEM cephesinin ise “gereklilikler var” dediğini hatırlatıp Ankara’ya dönelim.
Bir soru üzerine Erdoğan, İmralı heyetinin kendisinden randevu isterse vereceğini belirtti, DEM’liler de aynı gün randevu talebinde bulundu.
13 Mart’ta Erdoğan, TBMM’de milletvekilleriyle yapacağı iftara gelişinde İmralı heyetinden Sırrı Süreyya Önder’le tokalaştı ve aralarında keyifli, gülüşmeli bir sohbet gerçekleşti. Önder, sohbette birbirlerinin sağlık durumunu ve randevu başvurusunu konuştuklarını, ayrıca Erdoğan’ın “sürecin” nasıl gittiğini sorduğunu anlattı.
Şayet Erdoğan 11 yıl önce kendilerine, “Adıyamanlıyım. Çok afedersiniz Türküm, tedavi oluyorum.” diyen Önder’e Türklük tedavisinin nasıl gittiğini sormadıysa, bu konularda gülünecek bir şey yoktu, ama neyse!..
Peki İmralı’nın değişmez aktörlerinden Pervin Buldan, Erdoğan-Önder sohbeti hakkında neler söyledi?
Evvela teröristbaşının kendilerine, “Cumhurbaşkanıyla bir görüşme yapmanız; düşüncelerimi, süreci kendisiyle paylaşırsanız iyi olur.” dediğini açıkladı. Ardından Erdoğan’ın Önder’e, “Bu görüşmeyi bayramdan sonra yaparsak daha iyi olur. Çünkü bazı hazırlıklarımız var” dediğini öne sürüp, bu hazırlıkların içeriğini henüz bilmediklerini kaydetti.
DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da Erdoğan’dan ne isteyecekleri sorusunu şöyle cevaplandırdı:
“Sakin ilerlememiz lâzım, 200 yıllık bir meseleyi tartışıyoruz; küçük ayrıntılara değil, fotoğrafın geneline bakmak lazım… Zaten örgüt ‘Bırakacağım.’ dedi. Bunun altyapısı, gereklilikleri yapılsın, örgüt de bıraksın. Öcalan’ın bütün yoğunlaşması ‘bu devlet nasıl demokratikleşir, Kürtler nasıl eşit olur ve kardeşçe yaşanır’ üzerine.”
Bu gelişmeler yaşanırken iktidarın iki önemli kaleminin yazdıklarına bakalım.
Erdoğan’ın gazetesi Sabah’ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu, “Gelinen aşamada, Suriye için oluşturulan anayasa taslağında siyasi ve toprak bütünlüğü vurgulansa da görünür gelecekte Türkiye’nin başını ağrıtacak tarzda kantonal örgütlenmelerin önü kesilmiş değil. 27 Şubat’taki İmralı çağrısından sonra Türkiye için PKK sorunu biterken, farklı nitelikte Kürt sorunu türetilmesi kuvvetle muhtemel.” tespitini yaptıktan sonra şu “çözümü” önerdi:
”Bu nedenle, Şam’ın istikrarına desteğini sürdüren Türkiye için er ya da geç bölgedeki tüm Kürtlerin hamiliği sorumluluğunun düşeceği çok açık. Haliyle bu etkileşimin Terörsüz Türkiye’de çok yönlü kamu yönetimi reformunu gerekli kılacağı da düşünülerek kamuoyu hazırlanmak durumunda!”
Türkiye’nin bölgedeki tüm Kürtlerin hamiliğini üstlenmesi… Bunun için “çok yönlü kamu reformu” yapılması… Ve kamuoyunun buna hazırlanması… Pervin Buldan’ın iddiası doğruysa, Erdoğan’ın, “Bazı hazırlıklarımız var” dediği bunlar olmasın?!
TERÖR ÖRGÜTÜ SURİYE’DE SİYASET YAPACAKSA
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, bir yandan “İmralı’nın çağrısından sonra beklendiği gibi Türkiye’de adımlar atılacağını”, öte yandan “terör örgütünün tarihin çöp tenekesine atıldığı bir dönemi yaşayacağımızı” söylerken, Abdülkadir Selvi de açık açık şöyle buyurdu:
“PKK-YPG silahları bıraktıktan ve Suriye ordusuna entegre olduktan sonra ne yapacak? PYD adıyla mı olur, yeni bir parti mi kurarlar bilemiyorum ama silahları bırakıp siyaset yapabilecekler. Mehmet Ağar’ın ‘Düz ovada siyaset yapsınlar’ tezi Suriye’de geçerli oluyor.”
Adama sormazlar mı; terör örgütü Suriye’de partileşip siyaset yaparsa, aynı şey Türkiye için de istenmez ve olmaz mı?!
İşte teröristbaşının, PKK’nın “devletle ve toplumla bütünleşme” paradigmasının bir ayağı tam olarak budur.
2013 VE ”DEVLETLE BÜTÜNLEŞME”
Terör örgütünün Suriye ordusuna entegrasyonunu öngören o muğlak anlaşmadan sonra Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’la Şam’a gidip, Ahmet Şara’yla 3 saat görüşen Dışişleri Bakanı Hakan geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalına, neredeyse her cümlesi ayrı ayrı irdelenmesi gereken bazı açıklamalar yaptı.
Şimdilik sadece, “Aslında 2013’te bu sürece girilmişti, oluyordu, ama Suriye’de birtakım fırsatlar varmış gibi göstererek örgütü kandırdılar, bunca yıl kaybedildi.” sözüne dikkat çekelim.
“Nerede kalmıştık?” denildiğine göre; yine 2013’teki İmralı müzakerelerine müracaat edelim.
24 Haziran’daki görüşmede teröristbaşı, kurulmasını istediği komisyonlardan söz ederken şunları söyledi:
“Güvenlik Komisyonu: Çok önemlidir. İlk defa açıyorum: Gerilla şu anda Kürtlerin tek güvencesidir. Sonrasında ne olacak? Kürtler için bir güvenlik konferansı yapılmalı. JİTEM, asimilasyon, kültür ve doğa tahribatı… Kim Kürtlerin güvenliğini sağlayacak? Genel güvenlikte Kürtlerin temsilcisi olacak mı? Mesela bir MİT Müsteşar Yardımcısı Kürt Hareketinden olabilir mi? Seçimle işbaşına gelen bir köy güvenlik birimi mesela. Belediyelere bağlı trafik polisi, zabıta, bekçi gibi… Yasalar çıkarsa ikinci aşama bitmiş olur… Proje yasalaşırsa normalleşme aşamasına geçilir. İçeride, dışarıda kimse kalmaz. Öyle genel af olmayabilir. Meclis bir yolunu bulmak zorundadır. Yönetici-militan ayrımı yapmadan bir yolunu bulmak zorunda.”
Bu da o vakitler, “Fidan’ın yardımcısı PKK’lı olsun.” başlığıyla haberleştirildi!..
2013’teki sürece şiddetle karşı çıkan MHP Lideri Bahçeli’nin şu sözleriyle bitirelim:
– “Başbakan’ın kafasına kimler girmiş, başkanlık vaadiyle aklını kimler çelmiştir? Kendisini Başkan, İmralı canisini de sözde Kürdistan’a baş mı yapacaktır? Bu olan biten, Türk Milleti’nin başına gelebilecek en büyük beladır.”
– “Suriye’nin kuzeyinde PKK tarafından ilân edilen özerk yönetim Kürdistan’ın ikinci halkasıdır. Şimdi de sırayı üçüncüsü almıştır.”