Yeniçağ’dan Arslan Bulut’un şu tespitinin altını çizelim: “Türkiye, İsrail’e mevcut şartlarda askerî müdahalede bulunamaz! Çünkü Kürecik’teki füze kalkanı İsrail’i İran hava saldırısına karşı korumak için oraya yerleştirilmiştir. İsrail’i hem koruyacaksınız hem de Karabağ’a, Libya’ya girer gibi gireceksiniz! Bu, fiilen mümkün değildir.” Öyle ya; İsrail’e girilmeden evvel topraklarımızdaki Kürecik’in kapatılması gerekmez mi? Şunları da ekleyelim: İsrail Dışişleri Bakanı’nın, Erdoğan’a Saddam’ın sonunu hatırlatması haliyle hepimizi öfkelendirdi. Ama emperyalistlerin gerek Saddam, gerekse Kaddafi’yi devirip linç ettirmesinde maalesef Ankara’nın da epey katkısı olduğunu unutmayalım.
Derdimiz azmış gibi, dört gün önce çok garip bir Mahmud Abbas “krizi” çıktı, çıkartıldı.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun ABD Senatosu’nda konuşturulmasına karşılık, bizimkiler de aynı gün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı TBMM’de konuşturmayı planlamış. Bunun için de Başkan Numan Kurtulmuş, 12 Temmuz’da Abbas’a bir mektup gönderip Meclis kürsüsünden “Filistin halkının hak ve adalet mücadelesini tüm dünyaya duyurmasını” istemiş.
“Dünya lideri” denilen Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda Filistin’i anlattı da ne oldu? Abbas gelip Meclis kürsüsünden konuşsa, tüm dünya liderleri ya da medyası sanki TBMM’ye kilitlenecekti!..
Her neyse; Abbas’a davetten de perde gerisinde yaşananlardan da haberimiz yokken, bazı muhalefet partilerinin, “Filistin Başkanı parlamentoda konuşturulsun” çağrısı üzerine Erdoğan, memleketini ziyarette Abbas krizini şöyle faş etti:
“Size bunu davet etmediğimizi kim söylüyor. Davet ettiğimiz hâlde gelmeyen Sayın Abbas, kusura bakmasın önce bizden ayrıca özür dilemesi lazım. Davet ettik ama gelmedi. Bekliyoruz, bakalım gelebilecek mi?”
Bir gün sonra da AKP Rize İl Teşkilâtı Toplantısı’nda, bu defa günler öncesinden aynı çağrıyı yapmış olan Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Doğan Bekin’i şu ifadelerle hedef aldı:
“Çıktı bir tanesi, affedersiniz terbiyesizin teki, parlamentomuzda Mahmud Abbas konuşturulmalı. Kim bu? Yeniden Refah’ın bir tane adamı var, kafadan da galiba sıkıntısı var onun. Mahmud Abbas’ı davet etmediğimizi sana kim söylüyor? Biz davet ettik ama Mahmud Abbas maalesef bize olumlu cevap veremedi. Biz de bundan sonraki süreci ona göre işleteceğiz. Bütün bu adımları biz atarken, kendi içimizden ne yazık ki vuruluyoruz.”
O Adam da Hastaymış!..
Mahmud Abbas denilen adam, koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni istiskal etmiş, aşağılamış; gösterilen tepki, “Önce bizden özür dilemesi lazım.”…
“Abbas Meclis’te konuşturulsun.” diyenlere tepki; “terbiyesiz, kafadan sıkıntısı var, içimizden vuruluyoruz”…
Rize merkezli diplomatik skandalın anlam ve önemi fark edilmiş olmalı ki, AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Abbas davetinin haftalar önce kendisi ve Erdoğan tarafından nasıl kotarıldığını anlattıktan sonra şunu kaydetti:
“Sayın Abbas sağlık sorunları olduğunu öne sürerek gelemeyeceğini ifade etti. Şimdi gelen yeni bilgiye göre başka bir zamanlama içerisinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini ve bu konuşmayı yapmak istediğini söyledi.”
Tastamam böyle olduysa; Erdoğan’a, Abbas’ın sağlık sorunlarını öne sürerek gelemeyeceğini bildirdiği söylenmedi mi ki, iki gün üst üste Rize’de o açıklamaları yaptı?!
Anlaşılan devletteki “iletişimsizlikten”, pire için yorgan yakılmış, yok yere “kriz” çıkarılmış!..
Saray’ın İnternet Sitesine Konmadı
Erdoğan’ın Rize’den dış politika yürütmesi Mahmud Abbas kriziyle sınırlı kalmadı; üstüne bir de İsrail’e şöyle meydan okudu:
“Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki, bu adımları da, ne yapalım? Atalım. Eğer biz bugün İsrail’e karşı önümüze gelen evelallah lafları yapıyorsak, onlarla bütün ticareti kestiysek, ilişkilerimizi kestiysek…”
Erdoğan’ın Rize’deki tüm faaliyetlerinin Saray’ın internet sitesinde verildiğine, ama bu sözlerin sarf edildiği AKP Rize İl Teşkilâtı Toplantısı’nın es geçildiğine dikkat çektikten sonra o sözlerin yansımalarına bakalım.
Erdoğan’a en hızlı destek, daha İsrail’in Gazze’ye saldırısının ikinci haftasında, yani 10 ay önce ateşkes için 24 saat mühlet verip, “Gazze’yi koruma ve kollama misyonunu üstlenmek bize ecdadımızın mirasıdır.” diyen, 24 saatin bitiminde ise, “Bazıları şahsıma yönelik “önden siz buyurun” diye alaycı bir üslupla karalama kampanyasına alet oldular… Devletim istesin, milletim destek versin, şartlar da öyle gerektirsin, şayet Gazze’deki çocuklara kol kanat germek, füzeye karşı sapan taşıyla insanlık mevziisine girmek için yola revan olmazsam namerdim.” şeklinde konuşan ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’den geldi. Bahçeli bu defa da şöyle konuştu:
“Türk milleti kenetlenmiş ve soykırımcı İsrail’e karşı kilitlenmiştir. Elbette her türlü senaryo gündemde olmalı; siyasi, stratejik ve askeri tüm hazırlıklar tahkim edilerek Türkiye’nin hafife alınacak bir ülke olmadığı isabetle teyit edilmelidir.”
Sadece 6 gün önce Milli Güvenlik Kurulu toplanmış; toplantıdan sonra yayımlanan 9 maddelik bildirinin ancak beşinci maddesinde, “Uluslararası toplumun artan tepkisine rağmen gerçekleştirdiği katliamlarla hiçbir hukuk kuralı ve insani değerle ilişkisi kalmadığını açıkça ilan eden İsrail yönetiminin gecikmeksizin durdurulması gerektiği belirtilmiş; aksi halde, önce mücavir alanlara müteakiben tüm bölgeye yayılacak bir şiddet sarmalının tetiklenebileceği tekrar hatırlatılmıştır.” denilmiş; şimdi şu konuşulanlara bakar mısınız?
Erdoğan’ın ağzından; Karabağ’a, Libya’ya “girdiğimizin” ilân edilmesi de cabası!..
İş bazı gazetecilere düştü; kimisi, askerimizin Karabağ’a, Libya’ya girmediğini, sadece teçhizat ve danışmanlık desteği verdiğimizi hatırlattı, kimisi de iktidarın Gazze için yaptıklarını ironiyle anlattı.
Kürecik-Saddam-Kaddafi-Hafter
Yeniçağ’dan Arslan Bulut’un şu tespitinin altını çizelim:
“Türkiye, İsrail’e mevcut şartlarda askerî müdahalede bulunamaz! Çünkü Kürecik’teki füze kalkanı İsrail’i İran hava saldırısına karşı korumak için oraya yerleştirilmiştir. İsrail’i hem koruyacaksınız hem de Karabağ’a, Libya’ya girer gibi gireceksiniz! Bu, fiilen mümkün değildir.”
Öyle ya; İsrail’e girilmeden evvel topraklarımızdaki Kürecik’in kapatılması gerekmez mi?
Şunları da ekleyelim:
İsrail Dışişleri Bakanı’nın, Erdoğan’a Saddam’ın sonunu hatırlatması haliyle hepimizi öfkelendirdi. Ama emperyalistlerin gerek Saddam, gerekse Kaddafi’yi devirip linç ettirmesinde maalesef Ankara’nın da epey katkısı olduğunu unutmayalım.
Libya’da kime karşı mücadele ettik; “darbeci, katil” dedikleri Hafter’e karşı. Son duruma bakalım. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan sadece bir hafta önce şunları söyledi:
“Sayın Hafter’le temasımız var, oğullarıyla görüşüyoruz, doğuda Başkonsolosluğumuzu açtık şu anda, hizmete geçiriyoruz. Yani her türlü ilişki devam ediyor, ama biz bu ilişkimizi, doğuyla batıyı bir araya getirmede nasıl kullanabiliriz şu anda ona bakıyoruz.”
Eli Sopalı Uzmanlar Nerede?
İktidar medyasının haline bakmamak olmaz. Neyse ki, Erdoğan’ın bu müthiş ifşaatlarından sonra eli sopalı strateji uzmanları televizyonlarda boy gösterip İsrail’e nereden girip nereden çıkacağımızı anlatmadı.
Aslında zaten Erdoğan da hemen yarın İsrail’e gireceğimizi söylememiş, “güçlü olmalıyız ki.” demişti.
Yine de durumdan vazife çıkarıp o sözleri izah etmeye çalışanlar oldu.
Biri açıkça; Ankara’nın Filistin meselesine yaklaşımının, Mahmud Abbas’ın “teslimiyetçi politikaları ile örtüşmediğini” ifade ederken, Hakan Fidan’a işaretle “Türk devlet aklının bütün sınamalara karşı donanımlı ve hazırlıklı olduğunu” anlattı…
Bir başkası; zalimlerin kurtuluşa eremeyeceğini, bunun İsrail için de farklı olmayacağını belirtip, “mazlumların intikamını alabilecek kudrete ulaşacağımız o kutlu günde ateşe har taşıma” niyazında bulundu…
Bir diğeri ise; Erdoğan’ın bu çıkışıyla, “daha vicdanlı bir dünyanın” ilk işaret fişeğini ateşlediğini, dünyadaki İsrail’e karşı korku duvarını yıktığını vurguladı…
Ez cümle; bu gidişle hepimizin kafayı sıyırması yakındır!..