AKP’nin, Ruhban Okulu mesaisinin hikmet-i sebebi anlaşılıyor, değil mi? Kazan-kazan durumu. Hem emperyalistler memnun edilecek, hem laik eğitim sistemi ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ortadan kaldırılıp tarikatlar ile medreselerin önü ardına kadar açılacak. Ülke yangın yerine dönmüşken, canhıraş “yeni anayasa” peşinde koşulmasının bir sebebi de bu olsa gerek!..
Sadece Yunanistan’ın değil, destekçileri ABD ile AB’nin, “iyi komşuluk ilişkileri ve normalleşme” için Türkiye’den istediği tavizler listesinde, 1971’den beri kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması da her daim yer aldı.
AKP’nin, “Ankara’nın şerrinden Washington ve Brüksel’in şefaatine” sığındığı ilk iktidar yıllarında sıkça konuşulan ve “reform paketlerine” konu edilen Ruhban Okulu’nun açılması meselesi son dönemde Erdoğan-Miçotakis arasında yaşanan “bahar havasıyla” birlikte yeniden gündeme geldi.
Şöyle ki;
Erdoğan geçtiğimiz Aralık’ta yaptığı Atina ziyareti öncesinde, Anayasa Mahkemesi’nin 1971’de aldığı kararla, ülke genelindeki tüm özel yüksekokulların devletleştirildiğini, bu kararın sadece Ruhban Okulu değil, tüm özel yükseköğretim kurumlarını kapsadığını, bu okulun günümüzde yeniden açılabilmesi için kapsamlı mevzuat değişiklikleri yapılması gerektiğini anlattıktan sonra şunu ekledi:
“Öte yandan Fener Rum Patrikhanesi, Ruhban Okulu’nun YÖK mevzuatına tabi olarak bir devlet üniversitesi bünyesinde öğrenime yeniden başlamasına olumlu yaklaşmamıştır.”
Erdoğan’ın bu sözlerinden de net bir şekilde anlaşılacağı üzere, okulun Türk eğitim sistemi dışında, özerk bir statüde açılması isteniyor!..
Açıklamalara devam edelim.
Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in geçen ayki iade-i ziyareti öncesinde Kathimerini gazetesinin bu konudaki sorusunu cevaplandırırken, aynı şeyleri anlattı. Ardından ise, “Biz yine de Heybeliada Ruhban Okulunun açılması için çalışmalar yapıyoruz. Yunanistan’daki Türk azınlığın eğitim alanında karşılaştığı sorunlarla ilgili de komşumuzdan aynı yapıcı yaklaşımı bekliyoruz.” dedi.
Sonuçta iki liderin buluşmasında bu konu da konuşuldu ve Miçotakis, Ruhban Okulu’nun faaliyetlerinin yeniden başlaması için adım atılmasını istedi.
O görüşmeden sadece 12 gün sonra Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Ruhban Okulu’nu ziyaret etmesiyle birlikte okulun açılmasının “ikinci reform dalgası” kapsamında ele alındığı ve Türkiye’nin mütekabiliyet prensibi gereği Yunan tarafından bazı taleplerde bulunduğu bildirildi.
Bu arada; “ekonomik darboğazdan geçen Türkiye’nin Batılı kredi kuruluşlarından destek sağlamasında okulun açılmasının ‘pozitif unsur’ olarak görüldüğü” de vurgulandı.
Tabii iktidar medyası yine heyecanlandı. Bir gazete, “Önce Atina’ya cami sonra papaz okulu” manşetiyle şunları yazdı:
“Haçlı Batı’nın şartsız ve gecikmeksizin açılmasını istediği Ruhban Okulu’ndan önce Atina’da bir cami açılması ve Müslüman mezarlığının tahsisi, seçilmiş müftü beklentisinin karşılanması, derneklerin adında Türk kelimesinin kullanılması serbestisi ve eğitimle ilgili yaşanan sıkıntıların öncelikli olarak giderilmesi gerekiyor.”
Bunların tamamı doğru da, sorun şu ki, sözkonusu talepler soydaşlarımızın Lozan’da garantiye alınmış olan temel hak ve özgürlükleri kapsamında. Lozan’ı çiğneyen Yunanistan şimdi hepsini kabul etse bile karşılığı, Ruhban Okulu’nun emperyalistlerin buyurduğu şartlarda açılması olamaz. Bir başka ifadeyle; ne Batı Trakya’daki müftülerimizin “ekümeniklik” projesi var ne de soydaşlarımız “özerklik” peşinde!..
AKP’NİN RUHBAN OKULU SEVDASI
Evet Yunanistan ve emperyalistler, 1990’lı yıllardan itibaren Ruhban Okulu’nun açılmasını istemeye başladı, ama en yoğun mesai AKP iktidarı döneminde yaşandı. O süreci kısaca hatırlatalım.
2004’te YÖK ve Dışişleri Bakanlığı, “Siz Gümülcine Celal Bayar Lisesi’ndeki Türk öğretmen sayısını artırın, biz de Ruhban Okulu’nu açalım.” şeklinde bir formül geliştirdi.
2005; şimdilerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in akıl aldığı dönemin Bakanı Hüseyin Çelik, “Yetki bende olsa, bana kalsa okulu 24 saatte açarım.” dedi ve AB ile bu konuda bir çalışma başlatıldı. Sözkonusu çalışma kapsamında, Tevhid-i Tedrisat (eğitim birliği) kanununda düzenlemeler yapılarak İmam Hatip Okullarının Diyanet İşleri Başkanlığı’na, Ruhban Okulu’nun da Patrikhaneye bağlanması gündeme geldi.
Ancak kamuoyu ve medya, eğitim birliğini temelinden zedeleyecek bu çalışmaya tepki gösterince vazgeçildi.
Ardından okulun, İstanbul Üniversitesi bünyesinde “karşılaştırmalı teoloji kürsüsü kurularak” açılması önerildi. Tüm azınlık cemaatleri bunu kabul ederken, Fener Rum Patrikhanesi karşı çıkıp özerklik talebini tekrarladı.
2008’de ülkemize gelen dönemin Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, Patrikhane’yi ziyaret ederken, öncelikli konunun Ruhban Okulu’nun açılması olduğunu söyledi.
2009’da TBMM’de yaptığı konuşmada Ruhban Okulu’na değinen ABD Başkanı Obama da Patrikhane’yi ziyaretinde bu konuya odaklandı.
2010’da Erdoğan, okulun açılması için şu şartları sıraladı:
“Batı Trakya’daki Türk azınlığımızın Yunan hükümetinden talepleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Atina da aynı zamanda bu konulara eğilmeli, din adamlarının sorunlarına, liderlik, işsizlik ve azınlık dernekleri problemlerine çözüm getirmelidir.”
2011’de okulu ziyaret eden ilk bakan unvanını alan Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, “Ziyaretimle Ruhban Okulu’nun Avrupa’nın yaşamının bir parçası olduğunu ve Avrupa’ya dahil olduğunu ifade etmek istiyorum… Ruhban Okulu konusunun sonlandırılmasını azimle destekliyorum.” dedi.
2012’de Erdoğan, Obama’ya Ruhban Okulu’nun açılacağını müjdelerken dönemin AB Bakanı Egemen Bağış, “Bu konu Türkiye ile ABD arasındaki bir konu olmaktan çok bizim iç mevzuatımızla ilgili bir konu. Ben Ruhban Okulu’nun açılmasını Türkiye için bir tehdit olarak görmüyorum. Bu, Türkiye için bir zenginlik olacaktır.” ifadelerini kullandı.
2013’te Erdoğan, Obama, eski Başkan Bush, ABD Dışişleri Bakanları, Yunanistan Başbakanları, bazı hükümet ve devlet başkanlarıyla bu konuyu konuştuklarını, “Ruhban Okulu konusunda anlayışlı olsanız” dediklerini açıkladı… Aynı yıl bir seçim mitinginde; “Türkiye’nin zincirlerinden kurtulduğunu” vurgulayıp Ruhban Okulu’nun açılmasını gündeme getirirken Yunanistan’daki müftü ve cami sorununa değindi.
2014’te yine Erdoğan, “Hâlâ bana Ruhban Okulu’nu soruyorsunuz. Açarız, zor değil, ama bir defa da siz sözünüzü tutun. ‘Ver’ ağacının altında doğduğunuz hiçbir yer yok. Bir defa da ‘al’ deyin ya. Mesele bu.” diye konuştu.
Erdoğan Aralık 2017’deki Atina ziyaretinde de şöyle yakındı:
“İkide bir bize söyledikleri şey, Heybeliada Ruhban Okulu. Hadi biz o meseleyi de hallettik diyelim, peki Batı Trakya’daki soydaşlarımızın okullarına yönelik tavrınızı nereye koyacağız? Ya da Atina’daki cami meselesi… En ufak bir gelişme yok. Mesela güya yeni bir şey yaptılar, ama camiye bile benzemiyor. Minaresi yok… Başmüftülük meselesinin halen halledilemediğinden bahsettim.”
2019’da ise Yunanistan Başbakanı Çipras, dönemin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, şimdinin MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın eşliğinde Ruhban Okulu’na giderken iktidar medyası yazarlarından birisi aynen şunları dillendirdi:
“Okul’un açılması, Patrikhane’nin Ortodoks dünyasındaki ağırlığını artırır. Kendi topraklarında bulunan Ruhban Okulu’nun ve Ekümenik Patrikhane’nin ağırlık kazanması ise, Türkiye açısından çok önemli. Türkiye’nin dünyadaki konumunu eşsiz kılar. Sayısız uygarlığa, dine, ırka ev sahipliği yapmış olan Osmanlı’dan aldığımız tarihi mirasın bir gereği olarak zaten bu adımı atmalıyız. Böyle bir açılım, başka olumlu adımları da beraberinde getirecek, Avrupa Birliği ile ilişkilerde de önemli bir sıçrama sağlayacaktır. Çipras’ı bugün oraya getiren ‘tevafuk’, vaktin geldiğini gösteriyor.”
KAZAN-KAZAN DURUMU
Tablo ortada. Adamlar Ruhban Okulu’nun özerk bir statüde açılmasını istiyor. Ankara da neredeyse 20 yıldır bunu mütekabiliyet konusu yapıyor. Yukarıda bunun ne denli yanlış olduğuna dikkat çektik, ama biraz daha açalım.
Ekim 2005’te İstanbul’da düzenlenen Patrikhane ve Ruhban Okulu konulu uluslararası bir toplantıda; dönemin Ermeni Patriği merhum II. Mesrob, kendilerinin okulun İstanbul Üniversitesi bünyesinde açılmasını kabullendiğini, ancak Fener Rum Patrikhanesi’nin Ruhban Okulu’nun bağımsız bir dini okul olması konusunda ısrar ettiğini anlatırken, “Ülkenin bazı dinamiklerinin mutlaka göz önüne alınması gerektiğini, Ruhban Okulu’nun bağımsız bir dini kurum olarak açılması halinde Erzurum veya Van’daki medreselerin de aynı muameleyi görmek isteyeceklerini” vurguladı.
Aynı toplantıda; Fener Rum Patriği Bartholomeos ile dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli arasında tartışma çıktı. Bartholomeos, kendisinden önceki patriklerin 6. Yüzyıldan itibaren “ekümenik” sıfatını kullandığını, bundan feragat etmesinin mümkün olmadığını söyleyince AKP’li Dişli, “Sizin için 6. yüzyıldan beri o unvan olabilir. 1924 Lozan Anlaşması belli. Patrikhane, İstanbul’da yaşayan Rum Ortodoks halkını dinen temsil etmekle görevlidir. Patrikhane, Türkiye’deki diğer tüm kurumlarla beraber eşittir ve eşit muamale görür. Bizde de eskiden Şeyh-ül İslam vardı. Cumhuriyetle artık Diyanet İşleri Başkanı var. O da sadece Türkiye’deki Müslümanlarla ilgili dini işlere bakar” karşılığını verdi.
2020’den beri Patrik Bartholomeos’un Saray’a bile “ekümenik” sıfatıyla davet edildiğini ve dahi artık alenen “Konstantinopol-Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik” unvanını kullandığını belirtip Bartholomeos ve Dişli arasında Ruhban Okulu konusunda yaşanan tartışmaya geçelim.
Bartholomeos, Ruhban Okulu’nun açılmasını isteyince Dişli, sorunun kasten çarpıtıldığını kaydedip şunları söyledi:
“Ruhban Okulu’nun kapatılması, bilinçli bir şekilde karşı hareket olarak algılanmamalı, bir yargı kararı olarak bakılmalı. O dönemde bu okulların kapatılmasıyla Türkiye’deki laik sistemin korunması hedeflenmiştir. Türk mevzuatı, özel okullarda dini ve askeri eğitime izin vermez. 1971’de tüm özel okullarla beraber Ruhban Okulu da kapatıldı. Buna dayanak olan kanun, hem Müslümanları hem de gayrimüslimleri kapsayan bir kanundur… Eğer Ruhban Okulu’na özel haklar tanınırsa, diğerlerine de tanımak gerekir.”
Demek ki, neymiş? Ruhban Okulu’na özel haklar tanınırsa, diğerlerine de tanımak gerekirmiş!..
AKP’nin, Ruhban Okulu mesaisinin hikmet-i sebebi anlaşılıyor, değil mi? Kazan-kazan durumu. Hem emperyalistler memnun edilecek, hem laik eğitim sistemi ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ortadan kaldırılıp tarikatlar ile medreselerin önü ardına kadar açılacak.
Ülke yangın yerine dönmüşken, canhıraş “yeni anayasa” peşinde koşulmasının bir sebebi de bu olsa gerek!..