Dün Anayasa Mahkemesi’nin 61’inci kuruluş yıldönümüydü. Erdoğan’ın da katıldığı törende Mahkeme Başkanı Prof. Zühtü Arslan, anlayana ve umurunda olanlara, hukuk devletinin anlam ve önemini anlatıp bir kez daha yargıdaki temel sorunları dile getirdi.
Örneğin Türk Anayasa kimliğinin en belirleyici niteliğinin “hukuk devleti” olduğunu hatırlatıp şunları vurguladı:
“Toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız. ‘Öteki’ olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkânı da yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü ‘öteki’ne de hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları için de isteyerek, farklılıklarımızla birarada yaşamanın iklimini hep birlikte oluşturmak zorundayız.”
“Demokratik Cumhuriyet’in geleceği hukuksal ve siyasal düzlemde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda yargı bağımsızlığının tam manasıyla hayata geçirilmesine bağlıdır.”
“Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, herhangi bir dış etki altında kalmadan, tarafsız tutumla ve özgürce karar verebilmesini gerektirmektedir. Bu da hâkimler için coğrafi teminat gibi birtakım anayasal ve yasal güvencelerin yanında, sağlam bir kişilik ve kirlenmemiş bir yargısal vicdanla mümkündür… Demokratik hukuk devleti olarak Cumhuriyet bizden yargı alanında da Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ yargı mensupları ister.”
Başkan Arslan şu sözleriyle ne demek istemiş oldu?
Adaletin “bizden olana” ve “olmayana” göre dağıtıldığını…
Kuvvetler ayrılığına uyulmadığını, yargıya müdahale edildiğini…
Yargı mensuplarının “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olarak görev yapamadığını…
Anayasa Mahkemesi’nin 61’inci, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümünde ne kadar ağır ve vahim bir tablo!..
Ki, bu gidişatın sonunu da yine Başkan Arslan, Vatan Şairimiz Namık Kemal’in şu dizeleriyle ifade etti:
“Bulunmazsa adalet milletin efrâdı beyninde, Geçer bir gün zemîne arşa çıksa pâye-i devlet. (Adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yerle bir olur).”
Konuşmasının son bölümünde ise AYM’ye yönelik eleştirilere değinen Başkan Arslan, özetle şunları söyledi:
“Hiç kuşkusuz tüm yargı kararları gibi Anayasa Mahkemesi kararları da eleştirilebilir. Dahası, eleştirilmelidir; zira eleştirinin olmadığı yerde yargısal içtihadın gelişmesi mümkün değildir… Bununla birlikte özellikle bireysel başvuruda verilen kararları içtihat bütünlüğünden soyutlamak suretiyle bunlarla ilgili olarak yüzeysel şekilde yapılan genellemelerden fayda sağlanmayacağını bilmek gerekir… Ayrıca kararları eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan, insaf ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası yoktur. Aksine Anayasa Mahkemesi’ne ve mensuplarına yapılan ağır saldırılar toplumun yargıya güvenini sarsarak en fazla demokratik hukuk devletine ve onu korumakla görevli olan yargıya zarar vermektedir.”
Aynı Başvurulara İki Farklı Karar
Arslan’ın bu sözleri, el hak, doğru. Muhataplarının ise beğenmedikleri kararlarda AYM’yi hedef alan, üyeleri arayıp hesap soran, hatta işi AYM’nin kapatılması talebine vardıran siyasiler olduğu belli.
Tamam, ama AYM’nin işleyişine de bakalım; bu en yüksek yargı organında işler gerçekten ehliyet ve liyakâtle yürüyor mu?
Ne demek istediğimizi sadece 15 gün önce, 11 Nisan’da verilen üç kararla anlatalım.
Üç sanık var, üçü de aynı davada yargılanıp cezaya çarptırıldı. Avukatları bile aynı.
Yargıtay’ın verilen kararları onamasının ardından Avukat -Yargıtay ilâmını da ekleyip- birbirinin aynı dilekçelerle müvekkillerinin adil yargılanma ve diğer haklarının ihlâl edildiği iddiasıyla AYM’ye başvurdu.
Bu başvurulardan ikisi İkinci Bölüm İkinci Komisyon tarafından ele alındı.
Komisyon, sanıklardan birisi için “Hak ihlâli yok” kararı verdi…
Ancak diğerinin başvurusunu, “iç hukuk yolları tüketilmediği” gerekçesiyle reddetti.
Üçüncü sanığın başvurusu ise Birinci Bölüm Birinci Komisyon’da görüşüldü. Ve bu komisyon da “iç hukuk yolları tüketilmemiş” diyerek başvuruyu kabul edilemez buldu.
“Koskoca Anayasa Mahkemesi’nde bu nasıl olur?” derseniz; cevabı o başvuruları yapan avukata bırakalım.
Sosyal medya hesabından şöyle isyan etti:
“Eyyyy AYM, kürsüdeki hakimler dilekçelerimizi okumuyor diye şikâyet ediyorduk da, sen de mi okumazsın ya… Etme eyleme… Kötü örnek oluyorsun…”
Haksız mı?!