6 Şubat depreminden önce tüm dünyaya meydan okuyan Ankara, deprem felaketi nedeniyle 90 ülkeden yardımlar gelince tüm “dış güçlerle” yepyeni sayfalar açtı.
ABD’nin öncelikli derdi, İsveç’in ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay verilmesiydi. Deprem yardımlarının arasına bunu sıkıştırdı. Ankara Finlandiya’ya yeşil ışık yakarken teröristleri iade etmeyen ve Kur’an-ı Kerim yakılmasına izin veren İsveç’e şimdilik “dur” dedi.
Ankara, Finlandiya’da Kur’an-ı Kerim yakılmasının önleneceği haberine sevinirken bu sefer Danimarka’da hem Kur’an hem Türk Bayrağı yakıldı. Ankara, bu rezaleti en sert şekilde kınadı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Danimarkalıları Kur’an’ı okuyup Türk Bayrağı’nı tanımaya davet etti.
Saldırıyı milletimiz ve insanlık adına telin eden Savunma Bakanlığı da bir NATO üyesi olan Danimarka’nın bu tutumunun müttefiklik ruhuna aykırı olduğunu vurguladı.
“ABD, İsveç, Finlandiya, Danimarka ne alâkâ?” derseniz; hani sözümona Ankara, teröristlere sahip çıktığı ve Kur’an’ı yaktırdığı için İsveç’in NATO üyeliğine karşı çıkıyor ya; tüm teröristlerin baş hamisi, NATO’nun patronu ABD değil mi? Hâlihazırda pek çok NATO üyesi ülke de teröristleri sahiplenmiyor ve dahi -MSB’nin belirttiği gibi- Danimarka’da Kur’an yakılmıyor mu?
Daha önce yazdığımız üzere söyleyeceğimiz şu: Ankara, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini, NATO ve tüm üyelerinin PKK/YPG/PYD-FETÖ’nün terör örgütü olduğunu kabul etmesi şartına bağlamalıydı. Ama işte bu büyük fırsat kaçtı, kaçırıldı.
Teröristlere “Onur Ödülü” Veren Fransa
Depremde Fransızlar da yardıma koştu. Ankara sandı ki; Ermeni soykırım iftiraları başta olmak üzere her türlü melanetin başı olan Fransa değişti.
Ancak depremin üzerinden 1 ay geçmeden, bu defa 1015-1918 arasında Osmanlı topraklarında yaşayan Asuriler ve Keldanilerin katledildiğini öne sürüp bunun “soykırım” olarak tanınması için yasal girişim başlattılar. Buna sadece Dışişleri Sözcüsü, “Ciddiye alınacak yanı yok.” diye tepki gösterdi.
Birkaç gün önce ise PKK/YPG’li teröristler Fransa Senatosu’nda ağırlandı, kendilerine “onur madalyası” takıldı.
Ankara yine peş peşe kınama mesajları yayımlarken “Bunun Türk-Fransız dostluğunu hedef alan provokatif bir eylem olduğunu” bildirdi.
“Dostumuz” Fransa’nın da NATO üyesi olduğunu hatırlatmaya gerek yok!..
Maçtaki O Pankartlar Neydi?
Depremde yardıma koşan ülkelerden birisi de, Ermeni soykırım iftirasıyla ilgili Türkiye’den 3T (Tanıma-tazminat-toprak) talebinde bulunan Ermenistan oldu. Öncesinde özel temsilciler atanmış, “normalleşme” görüşmeleri başlamıştı; ama 30 yıldır kapalı olan sınır kapısı, deprem vesilesiyle Adıyaman’a ve Kahramanmaraş’a yardım götürmek için açıldı.
Hemen ardından Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, “normalleşme sürecinin hızlandırılması” ile “diplomatik ilişkilerin kurulmasını ve sınırın açılmasını” istedi.
Birkaç gün önce iki ülke milli takımları arasında Ermenistan’da maç yapıldı. Giden olur muydu, bilinmez; ama herhalde güvenlik sebebiyle Türk seyircilerin maça alınmaması kararlaştırıldı. İlişkilerimiz “normalleşiyor” ya; bu maçta Ermeni taraftarlar, İstiklâl Marşı’nı ıslıklayıp siyasi sloganlar atmakla kalmadı; Ağrı, Erzurum, Iğdır, Diyarbakır, Gaziantep, Kahramanmaraş ve İstanbul’un adlarının Ermenice yazıldığı pankartlar taşıdı.
“Futbol diplomasisi”nde bile durum bu iken dün Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan şu açıklamayı yaptı:
“Türk Dışişleri Bakanı ile bu yılki turizm sezonu başlamadan önce Ermenistan-Türkiye sınırını üçüncü ülke vatandaşları ve diplomatik pasaport sahibi kişiler için açmaya hazır olduğumuzu bir kez daha teyit ettik.”
Ermenistan’la ilgili şunları da kaydedelim:
Ermeni asıllı Rusya Devlet Duması Üyesi Semyon Bagdasarov, Rus yönetici ve askerlere, “Türkiye şu an zor durumda, bunu kullanalım. Orta Asya’dan onu kovalım, Ukrayna’daki nüfusunu baltalayalım. Güney Kafkasya’dan kovalım. Türkiye’deki belirli güçleri kaldıralım ve tarihi olarak ‘bize ait olanı’ geri alalım. Konstantinopolis (İstanbul)! Ayasofya üzerine haç dikelim.” çağrısında bulundu.
10 gün önce Avrupa Parlamentosu tarafından yayımlanan “AB-Ermenistan ilişkileri” başlıklı raporda yine “soykırım” iftiralarına yer verildi. Tepki gösteren ise sadece Dışişleri Sözcüsü oldu.
Yunanistan’a Açık Çek
Depremde yardımımıza koşan Yunanistan’la yaşanan gelişmeleri uzun uzadıya anlatmamıza gerek yok.
Öyle yeni bir “sayfa” açıldı ki; Ankara, tarihimizde ilk kez Yunan’ın Osmanlı’ya isyanını kutladı!..
Dahasından da Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias’ın şu sözleri sayesinde haberdar olduk:
“Türkiye’nin Yunanistan’a açtığı diyalog kapısını kapatamayız. Türkiye’nin bize karşı olan parametreleri beklenmedik bir biçimde değişti. Ege’deki ihlaller durdu. Adalar üzerinden uçuşlar yapılmıyor. Tehdit edici ifadeler kullanılmıyor.”
Naaşı Bile Bulunamayan Büyükelçimiz
Ama başlıktaki “Enkaz Altında Kalan Dışişleri”nden kastımız bunlar değil, Hatay’daki depremde enkaz altında kalan ve hâlâ naaşı bile bulunamayan, bu devlete 35 yıl hizmet etmiş bir büyükelçimizin dramı.
Depremin ardından Dışişleri Bakanlığı Hatay Temsilcisi Devrim Öztürk’ün yıkılan Rönesans Rezidans’ın enkazında kaldığı açıklandı.
14 gün geçtikten sonra Devrim Öztürk’ün akrabası ve eski Sivil Havacılık Genel Müdür Yardımcısı Oktay Erdağı şöyle isyan etti:
“Sen bugün 14’üncü gün olmuş bir büyükelçini enkazın altından çıkaramamışsın. Depremin ilk 48 saatinde başta 2’nci Ordu olmak üzere askerini deprem bölgesine sevk edememişsin. Gerekli koordinasyonu sağlayıp krizi yönetememişsin. Enkazın altındakilerinin üzerine gece boyu sela okutmuşsun. Günün sonunda evlatlıkla evlenilebileceği gibi sapık bir düşünceyle, porno benzeri fetvayı dayatmışsın. Sonrada her şeyi not ettiğini söylüyorsun. Tamam da asıl bu millet şu olup bitenleri not etti. Günü gelince göreceğiz kimin notunun kimin notunu döveceğini… Devlet not etmez, devlet vatandaşını tehdit etmez, devlet ayrımcılık yapmaz hizmet eder ve şefkatli olur… Bu ne vurdumduymazlıktır, bari personelinizin cenazesine sahip çıksanız… Hatay’da tüm kurumlar mı enkaz altında kaldı?”
Bakan Mevlüt Çavuşoğlu, Öztürk’ün durumuna ilişkin ilk kez 17’nci günde konuşup, “Severek gitmişti, severek işini yapıyordu. Ama henüz kendisine maalesef ulaşamadık. Enkazda da ciddi arama kurtarma çalışmaları yapıldı. O binada henüz ulaşılamayan maalesef hala çok sayıda kişi var. Ama tüm arkadaşlarımız gece gündüz çalışıyorlar.” dedi.
20’nci günde de, “Vatandaşlarımızdan bazı ihbarlar geliyor. Henüz daha ulaşamadığımız yakınları var. Hatay Antakya’da görev yapan büyükelçimiz Devrim Öztürk dahil ulaşamadığımız kişiler var.” açıklamasını yaptı.
Meclis’teki Tarihi Konuşma
Büyükelçi Öztürk’ün dramını ise CHP Eskişehir Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Utku Çakırözer geçen hafta Meclis’te gündeme getirdi.
Çakırözer, “Büyükelçi Devrim Öztürk’ün enkaz altında kalması bir kader değildir! AKP döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın çarpık yönetim anlayışı ve umursamazlığının bir sonucudur.” derken şunları anlattı:
“Yurt dışındaki temsilciliklerimizi eş dost, ahbap çavuş ilişkisiyle siyasi atamalarla doldurdukları için bakanlığın deneyimli büyükelçileri Hatay, Edirne, Gaziantep, Diyarbakır, İzmir, Antalya’daki irtibat bürolarına gönderiliyor… Dışişleri Bakanlığı’mızın kendi topraklarımız içinde yerleşik diplomatik temsilcilik açarak oralara büyükelçiler atama politikası yanlıştır. AKP öncesinde sadece İstanbul’da bir Dışişleri Bakanlığı Temsilciliği vardı; o da birçok konsolosluk orada olduğu için ve uluslararası toplantılar orada yapıldığı için. 2011 sonrasında yurt içi irtibat büroları adı altında İzmir, Hatay, Edirne, Gaziantep, Diyarbakır ve Antalya’ya ofisler açıldı. Son dönemde de bu bürolara hiç olmayacak biçimde büyükelçiler atandı… Dışişleri Bakanlığı’nın ülke içinde temsilcilik açmasını, haydi açtı, oraya büyükelçiler görevlendirmesini sorgulamalıyız. Bir büyükelçi, bir ülkenin başka bir ülkedeki en üst düzey temsilcisidir. Öyleyse aynı ülke içinde birçok ilde büyükelçi görevlendirme mantığı nedir?”
Çakırözer’in bu tespitlerine dikkat çekmemizin sebebi şu:
Yaklaşık 1 yıl önce “Diyarbakır, Gaziantep Veya Hatay ‘Büyükelçimizi’ Tanıyor musunuz?!” başlıklı yazımızda, Dışişleri Bakanlığı’nın dünyada eşi benzeri bulunmayan bu uygulamasının ne zaman ve neden başladığını sorgularken, Büyükelçi Devrim Öztürk’ten de söz edip, “Ülkemiz için ‘eyalet sistemi’ hayali kuranlar dahi Dışişleri Bakanlığı’nın merkezi yönetimde kalması gerektiği görüşündeyken, bu neyin nesidir?” diye sorduk.
Keşke şu çarpıklık o vakitler dillendirilip sogulansaydı da, Devrim Öztürk bu akıbeti yaşamasaydı!
Deneyimli Büyükelçi Öztürk’ün akıbeti, öte yandan dışişlerimizin niye bu halde olduğunun da acı bir özeti gibi değil mi?!