Dönemin Başbakanı Erdoğan, Eylül 2008’de “o günün Türkiye’sini” şu sözlerle anlattı:
“Bugünün Türkiyesi, dünya ilişkilerinde korku refleksi ile hareket eden bir Türkiye değildir… Eski korkularla hareket edenler, Türkiye’nin ufkunu daraltmak isteyenler ne yeni dünyanın gerçeklerinden haberdardır ne de Türkiye’nin kazandığı özgüvenden ve güçten haberdardır… Biz diyoruz ki, hem ülkemiz hem milletimiz hem de devletimiz güçlü olacak. Milleti aç ve açıkta bırakarak milliyetçilik yapmak, milleti aç ve açıkta bırakarak devletçilik yapmanını devri çoktan geçti. Türkiye’nin yeri alt kümeler değildir, süper ligdir… Bu ufka sahip olmayanlar, atılan her adımı yıllarca hamasetle körelmiş dar kalıplı zihinleriyle değerlendiriyor… Büyük ve itibar sahibi ülkelerin kompleksi olmaz. Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke kompleksi artık geride kalmıştır. Bu kompleksle hareket eden bir Türkiye artık yok.”
7 yıl sonra, 2015’te bu defa da Cumhurbaşkanı sıfatıyla, “Güçlü bir ekonomiye, güçlü bir devlet yapısına, güçlü bir toplum yapısına sahip değilseniz, bu sorunların her biri sizi rüzgârın önündeki bir yaprak gibi savurur; hiç beklemediğiniz, istemediğiniz yerlere sürükler… Eğer güçlü olmazsak, güçlü bir duruş sergileyemezsek bizi bu coğrafyada bir gün bile barındırmazlar.” dedikten sonra bu sözlerinin, “‘üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke’ ezberinin bir tekrarı olmadığını”, “bilakis tarihin ve coğrafyanın milletimize yüklediği sorumluluk ve kaderden kaçma imkanımız olmadığını ifade ettiğini” vurguladı.
Şimdi ise “dış güçlere karşı ekonomik kurtuluş savaşı verdiğimiz” anlatılıp, bir anlamda “üç tarafı denizler, dört tarafı düşmanlarla çevrili ülke kompleksine” dönülüyor!..
Evet, Düşmanlarımız Var
Evet, sadece bugün değil, çok uzun yıllardır ülkemizin düşmanlarla çevrildiği kesin. Kesin de, iktidarın bu dış güçlerle ilişkisine bakınca, hangisinin “düşman” olduğunu kestirmek epey zorlaşıyor.
Şayet ekonomimizi çökerten dış güç ABD ise; Başkanı Biden ile görüşebilmek için o çırpınmalar neydi?
Ekim’deki görüşmeden sonra, “Sayın Biden ile samimi ve yapıcı bir toplantı yapıldığı”, “Afganistan, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz konularında iş birliğimizi güçlendirmenin yanı sıra özellikle ekonomik ilişkilerimizi çok daha yoğun bir şekilde devam ettirme kararı alındığı”, “inşallah ekonomide ikili ticaret hacminde 100 milyar dolar hedefe ulaşılacağı” açıklanmadı mı?
Sonrasında da bu ülke ile temaslar sürmedi mi? Burnumuzun dibine, Dedeağaç’a yığınak yaptığı halde daha dün MSB kaynakları, bu yığınağın normal olduğu mesajını vermedi mi?
O dış güç İsrail ise; Cumhurbaşkanı Hertzog’un bir telefonu üzerine “casusluk” iddiasıyla gözaltına alınan iki İsrailli derhal serbest bırakılmadı mı? Yine son dönemde İsrail, Rum kesimini askeri üsse dönüştürme faaliyetlerini arttırdığı halde Erdoğan, daha iki gün önce BAE gibi bu ülkeyle de ilişkilerin normalleştirileceğini müjdelemedi mi?
Yoksa İngiltere Mi?
O dış güç İngiltere ise; bu ay başında İngiltere Parlamentosu’nda PKK’nın terör örgütleri listesinden çıkarılması tartışıldı. Keza 10 gün önce İçişleri Bakanı Patel, AKP’nin “kırmızı çizgisi” niteliğindeki HAMAS’ın siyasal kanadını terör örgütü ilân edeceklerini duyurdu; ama Ankara’dan tek bir ses çıkmadı.
Dahası -Erdoğan’ın Roma’da Biden’la görüştükten sonra “konvoyuna izin verilmediği” gerekçesiyle katılmaktan vazgeçtiği– Glasgow Zirvesi öncesinde Emine Erdoğan, İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott’la bir araya geldi. Zirvenin ardından da bazı gazetelerin Ankara temliscileri Chilcott’la buluşup “iklim değişikliğini” konuştu. Ancak kimsenin aklına, İngiltere’nin Atina Büyükelçisinin düzenlediği ve Chilcott’un da katıldığı; “Erdoğan’ın kansız gidişi ve darbe senaryolarının” ele alındığı 14 Ekim’deki toplantı için, “Bu ne iş?” diye sormak gelmedi.
O dış güç Rusya ise; Erdoğan-Putin dostluğu malûm. Öyle ki, Erdoğan’ın tüm uyarılarına rağmen Dışişleri Bakanı Lavrov daha geçen hafta sözde Suriye Demokratik Meclisi Başkanı İlham Ahmed başkanlığında bir heyeti kabul etiği halde Ankara’dan yine ses çıkmadı.
AB Veya NATO Olabilir Mi?
O dış güç AB ise; Suriyeli göçmenler sebebiyle Türkiye’ye yönelik yaptırımları sürekli ertelediği biliniyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Rum kesimi Dışişleri Bakanı Hristodulidis de AB üyesi üç ülkenin Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını engellediğini bildirirken sözkonusu üç ülkenin bu hamlelerinin -Türkiye ile ilgilendikleri için değil- Ankara’nın kendi çıkarlarına hizmet etmesi için olduğunu öne sürdü.
AB’ye dair sıcak bir not: daha dün onlarla ilk kez Yüksek Düzeyli Sağlık Diyaloğu yapıldı. Toplantıya katılan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bu diyalog ve işbirliğinin Türkiye’nin AB’ye katılım süreci açısından büyük bir fırsat olduğunu söyledi. Türkiye ekonomisini batırmaya çalışanlarla böyle bir toplantı sözkonusu olabilir mi?!
O dış güç NATO ise; Savunma Bakanı Hulusi Akar her fırsatta, “NATO’nun ikinci büyük ordusu olarak, İttifak’ın yükünü ve tüm değerlerini paylaşarak, NATO’yu kendi güvenliğimizin merkezine koyduğumuzu ve aynı zamanda NATO’nun güvenliğinin merkezinde yer aldığımızı” anlatmıyor mu? Keza MSB’nin dünkü basın bilgilendirme toplantısında, NATO’daki faaliyetlerimiz kalem kalem sayılıp, aynı husus vurgulanmadı mı?
Belki De Bu Ülkelerdir
O dış güç Almanya ise; Ekim’de Merkel için, “16 senedir gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde her zaman sağduyulu ve çözüm odaklı bir yaklaşım sergiledi. Görev süresi boyunca AB’nin içinden geçtiği krizlerde liderliği belirleyici oldu. İkili ilişkilerimizde zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşasak da bunları aşmayı ve iş birliğimizi çok daha ileriye taşımayı her zaman başardık.” diyen Erdoğan değil miydi?
O dış güç Fransa ise; Türkiye karşıtı tüm faaliyetlerine rağmen Macron’la görüşmeler sürüyor, “Eyyy”den öte bir tepki konmuyor. Buyurun, Erdoğan’ın dün akşamki “Macron çıkışı”:
“DEAŞ ile mücadele bahanesiyle bazı ülkeler tarafından PKK/YPG’ye verilen destek kabul edilemez… Bunların oralarda açmış olduğu tüneller, yer altı yapılanmaları Lafarge firmasının desteği ile olmuştur. Bunu Macron’a da söyledim. Lafarge’ın verdiği desteklerle terör örgütü buralarda bu tür çalışmalar yaptılar. Yani hiç bilgisi yokmuş haberi yokmuş gibi bu tür ayaklara giriyor. Bu şekilde işi sıyırmaya çalışıyor. Bunlar böyle, bunlar maalesef ikiyüzlü.”
O dış güç Yunanistan ise; bugüne kadar olanlar bir yana, daha yakın zamanda Almanya’da yeni kurulacak hükümetin “Türkiye’ye silah satışını durdurmasını, sığınmacılar konusunda Ankara’ya daha sert olmasını” istedi… Batı Trakya’daki Türk köylerine asker yığdı. Buna rağmen Ankara, “iyi komşuluk, dostluk” mesajları vermeyi sürdürdü; “Güven Arttırıcı Önlemler çerçevesinde Yunanistan Savunma Bakanlığı heyetinin davet edildiği” bir kez daha vurgulandı.
O dış güç Rum kesimi ise; ABD’li Exxon Mobil’in Kıbrıs açıklarındaki 10 numaralı parselde ara verdiği sondaj çalışmalarına yeniden başlandığı açıklanmasına; daha vahimi Rum medyasınca, Kıbrıs müzakereleri sırasında Türkiye’nin garantörlük hakkından vazgeçtiğine ve asker çekme sözü verdiğine ilişkin belgeler yayımlanmasına rağmen iktidardan ses soluk çıkmadı.
O dış güç İtalya ise; Erdoğan, daha önce kendisi hakkında “diktatör” diyen Başbakan Mario Draghi ile Ekim sonundaki G-20 Zirvesi’nde görüşmedi mi? Bu olay hatırlatılıp görüşmenin nasıl geçtiği sorulduğunda da şunları söylemedi mi?
“Biz İtalya ile Berlusconi döneminden itibaren çok güzel, başarılı işler yaptık. Savunma sanayiinde de o dönemde çok ciddi bir adım atarak bu Atak helikopterlerimizi biz İtalya ile anlaşarak aldık… Bu dönemde inşallah burayla adımları yeniden başlatıp atarken, onların motor teminini sağlamalarıyla biz Atak helikopter talebini karşıladığımız zaman savunma sanayiinde ciddi manada bir sıçrama daha yapmış oluruz. Olay sadece İHA, SİHA, Akıncı’da kalmaz. Aynı zamanda Atak helikopterleriyle de dünyada farklı bir yere geliriz.”
O dış güç Barzani ise; Ankara, onlarla da ticaret hacmini arttırmanın peşinde koşmuyor mu? Ve Peşmerge Kerkük’e girmeye hazırlanırken tam bir sessizliğe bürünmedi mi?
Galiba Suriye
Şu ilişkilere, muhabbete bakınca; ekonomimizi çökertmek isteyen dış güç veya güçlerin bunlar olmadığı anlaşılıyor.
Geriye bir tek Suriye kalıyor… 9 milyon Suriyeliye baktığımıza göre, neden olmasın?!
Erdoğan bir vakitler de “üst akıl”dan söz etmiş, ancak bunun kim olduğunu açıklamayı doğru bulmadığını belirtip, “Onu artık siz düşüneceksiniz.” demişti.
Bari şimdi bu “dış gücün” adını koysalar da kiminle savaşacağımızı bilsek!..