Nisan başında Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi, AKP MKYK toplantısında “Ukrayna savaşına NATO’nun dahil olması ihtimalinin” sorulması üzerine Erdoğan’ın verdiği cevabı aktardı.
Erdoğan kaygılı bir dille, “NATO’nun bu işe müdahil olması, Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkması demektir. Doğru değildir. NATO bu işe müdahil olmamalıdır.” demiş. Bu arada Türkiye’nin mevcut pozisyonunu koruyacağını tekrarlamış.
Her şey gözümüzün önünde oluyor. NATO, Ukrayna’nın arka kapısından da olsa, gırtlağına kadar savaşın içinde.
Türkiye’ye gelince; Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Batılı muhataplarımız bize diyor ki, ‘Rusya ile köprüleri atmayın.’” açıklamasını yapmıştı. Şimdilik Ankara bu pozisyonda idare ediyor, ama ABD-NATO-AB ittifakına yakın durduğunu da gizlemiyor.
İki emperyalist gücün Ukrayna üzerindeki savaşının hızı kesilmiyor, artıyor. Nitekim yine İbrahim Kalın, “Ukrayna krizi derinleşerek devam ediyor. Yeni bir soğuk savaş dönemine girdik. Bu savaşın etkileri on yıllar sürecek.” derken, BM Genel Sekreteri Gutteres, savaşın “kusursuz bir kriz fırtınası yarattığını” vurgulayıp, “Bu savaş hemen sona ermeli” çağrısında bulundu.
Bahçeli’nin Tespitleri
Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, savaşın gidişatına ilişkin geçen haftaki tespitleri de önemliydi. Açıkça Batı ittifakını suçlayıp şunları söyledi:
“Bu haksız savaşın sürmesini, Ukrayna halkının kanının akmasını, Rusya’nın enerji ve gücünü kaybetmesini gözleyen, isteyen, bunun için faal halde bulunan çevrelerin varlığı gizlenemez boyutlardadır… Savaş baronları silahların susmasına karşıdır. ABD Dışişleri Bakanı, Ukrayna’nın savaşı kazanacağını iddia ederek kanlı boğuşmayı sürekli tahrik ve teşvik etmektedir. NATO Genel Sekreteri, savaşın aylarca, hatta yıllarca devam edebileceğini dile getirmektedir… Birleşik Krallık Başbakanı’nın böylesi bir zamanda Ukrayna’yı ziyaret edip Zelenski’nin üzerinde psikolojik baskı kurması çok dikkat çekmiştir… ABD ile Birleşik Krallık ateşkes ümitlerini sabote etmek için her yola müracaat edecek cibilliyet ve zihniyettedir.”
Türkiye’nin girişimlerinin ABD ve yanında hizalanmış ülkeleri rahatsız ettiğini, ABD’nin F-16 uçaklarıyla ilgili açıklamasının ise zamanlama itibarıyla manidar ve göz boyamaya yönelik olduğunu da belirten Bahçeli, “Türkiye barış konusunda nettir, başkaları gibi ikircikli bir tavır içinde değildir.” diye ekledi.
İki Ülkenin NATO Üyeliği
Bu notlardan sonra gündemdeki sıcak konuya geçelim.
Bilindiği gibi, AB ülkeleri içinde Rusya ile en uzun sınıra sahip olan ve Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana askeri yönden tarafsız kalan Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliğinin haftalar içinde gerçekleşmesi konuşuluyor.
Sözkonusu gelişme üzerine Rusya’nın gösterdiği tepki malûm. Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitry Medvedev, “NATO üyeliğinin kabulü” durumunda, batı kanadındaki birliklerini iki katından fazla arttıracaklarını açıkladı. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova da, “Barış ve istikrar açısından olumsuz sonuçlar yaratır.” uyarısında bulundu. Rus milletvekili Vladimir Dzhabarov ise “Finlandiya NATO’ya katılırsa, Rusya’nın ‘meşru hedefi’ olur ve ülkelerinin yok edilmesini güvence altına alır.” tehdidinde bulundu.
Buna karşılık NATO, “en yüksek hazırlığa sahip askeri güç kuvvetleri” vurgusuyla, NATO gemilerinin Baltık Denizi’ne girdiğini duyurdu. O gemilerin parçası olduğu “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti (VJTF)” içinde Türkiye’nin de yer aldığını kaydedelim.
Bizi Niye mi İlgilendiriyor?
Finlandiya ve İsveç’in olası NATO üyeliğinin ülkemizi ilgilendiren boyutunu ele almadan önce, savaşla birlikte baş gösteren enerji krizinin ardından ABD öncülüğünde İsrail-Yunanistan-Kıbrıs hattında yaşanan hareketlenmeyi hatırlatalım. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın bu kapsamda neler kotardığını aktarmıştık.
Başka detaylar da var.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, “Doğu Akdeniz’de Türkiye, hem kendi kıta sahanlığında kendi haklarını hem de Kıbrıs Türklerinin meşru hak ve çıkarlarını korumaya kararlı olduğunu göstermiştir. Sahada ve masada bu kararlılığımızı test etmeye çalışanlar, KKTC ile birlikte Türkiye’yi karşılarında bulmaya devam edeceklerini bilsinler.” deyip uluslararası toplumdan, Rum tarafına verdiği koşulsuz desteği gözden geçirmesini istediği gün, Nuland’ın bir Yunan televizyonunun Washington muhabirine yaptığı açıklamalar yayımlandı. Neler mi söyledi?
“ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin ABD’den F-16 satın alması olasılığını nasıl görüyor? Böyle bir gelişme ABD ve NATO çıkarlarıyla uyumlu olur mu? Bunu soruyorum; çünkü Türkiye, Amerikan F-16’larını sürekli, neredeyse günlük olarak Yunan hava sahasını ihlâl etmek için kullanıyor.” şeklindeki bir soruya, “Açıkçası, Yunan adalarının ihlalleri ve uçuşları kışkırtıcıdır ve onları desteklemiyoruz.” karşılığını verdi.
ABD yetkililerinin, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la neden görüştüğüne ilişkin soruyu da şöyle cevapladı:
“Kıbrıs Cumhuriyeti’ne [Rum kesimini kast ediyor] gittiğimizde her zaman ‘Kuzey’i ziyaret etmek bizim olağan taktiğimizdir. Bildiğiniz gibi, onlarca yıldır deniyoruz ve Başkan Biden, Başkan Yardımcısı olduğu ve ben de Dışişleri Müsteşarı olduğum dönemden [beri]; iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon için müzakereleri teşvik etmeye çalışıyorduk. Bay Tatar’a ABD’nin iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyonu desteklediğini ve Kuzey’in önerdiği iki devletli çözümü desteklemediğimizi açıkça belirttim.”
ABD KKTC konusunda tavrını bir kez daha ortaya koymuşken Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Nuland’ın bu açıklamalarından bir gün sonra, “Doğu Akdeniz gazı için en önemli güzergâh Türkiye. Hat, bize gelmek için KKTC’den geçmeli. Gaza ihtiyacı olan AB, Rumları ikna etmeli.” diyordu!..
Kozmuş!.. Tarihi Fırsatmış!..
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine gelirsek; malûm, NATO’da kararlar oybirliğiyle alınıyor. Yani, örneğin Türkiye veto ederse, bu ülkeler üye olamaz.
İşte tam bu ortamda “havuç-sopa” niteliğinde iki değerlendirme dikkat çekti. Türkiye’ye muhabbetini (!) her fırsatta gösteren Yunan Savunma Bakanı Nikos Panayiotopulos, “Gelişmeler NATO içinde pek çok müttefikin Türkiye’ye bakışını değiştirdi. Bu dönem, NATO’da Türkiye aleyhine konuşmak için en iyi zaman değil. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin; müttefikler, Türkiye’nin NATO’ya bağlılığını teminat altına almak istiyor.” dedi.
ABD’nin ünlü medya kuruluşu Bloomberg ise uyarı niteliğindeki şu yorumu yaptı:
“Savaş uzadıkça, Türkiye’nin dikkatlice inşa ettiği tarafsızlığı sürdürmek zorlaşacak. Erdoğan, Putin ile dostluğunu savaşın başında Batı’ya karşı bir kaldıraç olarak kullanma üzerineydi. NATO, onun ‘yakın arkadaşı’ ile görüşmesinden memnundu… Eğer Erdoğan, NATO üyeliğinin getirdiği avantajlardan yararlanmak istiyorsa ortak karara katılmalı. Eğer katılmazsa, Erdoğan Türk ekonomisi düşerken kendini birlikten daha da uzakta bulabilir.”
Buna karşılık iktidarı destekleyen bir medya grubu, kimi uzmanlara dayanarak Türkiye’nin “veto kozunu” kullanıp, “PKK ve FETÖ’ye verilen desteğin kesilmesi, KKTC’nin tanınması, Türkiye’ye yönelik yaptırımların kaldırılması” gibi şartlar koşmak suretiyle Batı’nın geri adım atmasını sağlayayabileceğini savunmaya başladı.
Aynı medya grubunun bir yazarı da “Ankara yeşil ışık yakmadan” bu iki ülkenin NATO üyesi olamayacağını hatırlatıp şu önerilerde bulundu:
“Türkiye, kapıları kapatmayacak fakat pazarlık şartlarını sıralayacaktır. Hariciyemizle savunma bakanlığımız başta olmak üzere devletin ilgili unsurları, mevzuyla alakalı çalışıyor olmalı. İlk ânda akla gelenler malûmdur: AB ve ABD tarafından PKK ve FETÖ’ye verilen desteğin kesilmesi. Bu örgütlerin Avrupa ve Amerika’daki faaliyetlerine son verilmesi. KKTC’nin tanınması. Türkiye’nin AB’ye üyelik müracaatının kabul edilmesi. Avrupa ve Amerika’nın Türkiye’ye tatbik ettiği, F-16 ve F-35’ler dâhil askerî, ticarî, iktisadî her türlü ambargoya son verilmesi… Kader, Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne ikinci defa bir fırsat çıkarmıştır. Üstelik de 2023 Büyük Türkiye kapısının eşiğinde. Bu fırsatın, bu defa -bütün baskılara rağmen- tavizsiz şekilde kullanılması olmazsa olmazımızdır.”
Türkiye Kayıtsız Şartsız Veto Etmeli
“İki ülkenin NATO üyeliğine karşılık ABD-NATO-AB ile pazarlık yapalım”, öyle mi? O halde nasıl “kandığımızın/kandırıldığımızın” kabaca bilançosunu da hatırlayalım mı?
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’mıza tepki için NATO’nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan’ın dönüşüne, Kenan Evren 1980 darbesinden sadece 5 hafta sonra dönemin NATO Başkomutanı ABD’li General Rogers’ın hangi şifai “asker sözü” üzerine onay verdi? “Yunanistan, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini engellemeyecek” demesiyle… Yunanistan’ın 42 yıldır yaptıkları ortada!..
Ya AKP iktidarında olanlar?
Rum kesiminin AB üyeliği niye veto edilmedi? Müzakere tarihi almak için. Müzakere tarihi alındı; ama Rum kesimi ve Fransa’nın kimi başlıkları veto etmesiyle süreç durmuş vaziyette…
Ankara, KKTC’nin Annan Planı’na “Evet” demesini neden sağladı? AB, “KKTC’ye uygulananan ambargolar kaldırılacak” sözü verdiği için. KKTC, “Evet” dedi, ambargolar kalktı mı? Hayır…
2009’da Hz. Muhammed’e yönelik hakaret karikatürlerini ve PKK’nin Roj Tv yayınlarını “Fikir özgürlüğü” sayan Danimarka Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğini veto edecektik. Erdoğan’ın ifadesiyle, “çekincelerimizin Sayın Obama’nın garantörlüğünde çözüldüğüne yönelik bilgiler” gelince olur verdik. Ancak ne Rasmussen karikatürler için özür diledi ne de Roj Tv kapatıldı. Bu hengamede ise Türkiye’ye yönelik “soykırım” iftiralarının öncüsü olan Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadına dönüşü tereyağından kıl çeker gibi halledilmiş oldu…
Ve son numara: Aralık 2019’daki NATO Zirvesi’nde, “NATO, PYD/YPG’yi terör örgütleri listesine almazsa, Baltık Planı’nı veto edecek” idik. Bu talebimiz karşılanmadığı halde Baltık Planı’nı onayladık…
Ez cümle; bir daha “kanmak ve kandırılmamak”, bunun da ötesinde “3. Dünya Savaşı”nın taşlarının döşenmemesi için Ankara’nın Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine kayıtsız-şartsız, hemen şimdiden “Hayır” demesi gerekmez mi?