AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın görev süresi birkaç ay sonra bitiyor. İktidar nasılsa istediğini seçecek, beğenilmeyen kararları alanlar iyice azınlığa düşecek, belki de hiç kalmayacak. Durum bu iken; bu ne telâş, bu ne acele? Ama derdin “AYM’nin fethi veya feshi ” değil de yeni anayasa olduğu anlaşıldığına göre soralım: Ekonomiden eğitime, adaletten dış politikaya ülke yangın yerine dönmüşken, milletin beklentisi yeni anayasa mı? Hayır, milletin böyle bir gündemi yok. Öyleyse bu, gerçekte kimin, kimlerin talebidir?!
Ülkenin yeterince derdi yoktu, bir de nur topu gibi AYM-Yargıtay savaşı krizimiz oldu.
Trajikomik halimize ana başlıklarıyla bakalım.
Dün Erdoğan’ın iki açıklaması peş peşe gündeme düştü.
İlki Özbekistan’dan dönerken beraberindeki gazetecilerden birisinin, “Biz Özbekistan’dayken Türkiye’de de bir tartışma yürüyor Sayın Cumhurbaşkanım. Eminim siz de takip etmişsinizdir… Bir de küçük hatırlatma yapmak istiyorum. Belki tam takip edememişsinizdir” şeklindeki muhteşem ifadelerini kullanarak krize ilişkin yönelttiği soruya verdiği şu cevaptı:
“Her şeyden önce Yargıtay’ın bir yüksek mahkeme olduğunu herhalde kimse inkar edemez. Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez. Anayasa Mahkemesinin kararına karşı Yargıtay da şu anda demiştir ki, ‘Sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim ve yüksek mahkeme olarak da şu anda sizinle ilgili bir yaptırımı ben de talep ediyorum.’ Bu talebinin gereğini bekliyor ve bu talebine karşı bunun gereğini yerine getirecek olan merci neresiyse o merciden bu talebini istiyor.”
Özetle, tavrını Yargıtay’dan yana koydu.
Bu arada Yargıtay’ı eleştiren dava arkadaşlarını, “Eğer partimden bazı arkadaşlar burada Yargıtay’ı yerip, Anayasa Mahkemesi’ne övgüler düzüyorsa, onlar da yanlış yapıyorlar. Bizim birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışıyla hareket etmemiz lâzım. Buralarda kalkıp da birilerine şirin görünmenin anlamı yok.” sözleriyle uyarmayı ihmal etmedi.
İşte ülkeye demokrasiyi getirdiklerini iddia edenlerin, demokrasiyi ne kadar içselleştirdiklerinin son örneği!..
Önce Tarafını Seçti Sonra Hakem Oldu
Erdoğan’ın dünkü ikinci açıklamasına geçelim. Atatürk’ü anma töreninde bu defa şöyle konuştu:
“Anayasanın 104’üncü maddesi, Cumhurbaşkanı olarak bize yürütmenin başı olma yanında, devlet başkanı sıfatıyla devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin etme görevi de vermektedir. Dolayısıyla biz bu tartışmada taraf değil, hakem konumundayız.”
Ardından konuyu yeni anayasaya bağlayarak hedefini faş etti.
Sonuç olarak ne olmuş oldu?
Devletin başı önce tarafını seçti, sonra hakemlik gömleğini giydi!..
Bu maçın sonucu şimdiden belli değil mi?!
Tarafgirlik “milli hakem” Erdoğan’la sınırlı kalmadı. İktidar sahası dışındaki ortağının yöneticilerinden birisi de, “AYM’yi ya kapatacağız ya da yeniden yapılandıracağız.” diye buyurdu.
Pardon, ama siz kimsiniz; siyasi sorumluluğa da ortak olacak mısınız? Öyleyse buyurun, sahaya inin yani iktidara ortak olun!..
Yargıtay Kapısından Girmeyen Üyeyi Niye Seçtiniz?
İktidar cenahı ve dahi Yargıtay, Yargıtay’ı öve öve bitiremezken AYM’yi yerden yere vuruyor.
Son karar mercii Yargıtay’mış… AYM yanlış kararlar veriyormuş…
Efendim son karar mercii ne Yargıtay ne de AYM’dir. Bizatihi AKP iktidarında yapılan Anayasa değişikliği ile AİHM’dir. Nihayetinde tüm kararlar oraya gidiyor. “Çok adil” dedikleri kararların ne sonuçla döndüğü de hepimizin malûmu.
Yargıtay iyi AYM kötü, öyle mi? Sadece iki olayı hatırlatalım.
Emekli amiraller, “Montrö’ye sahip çıkılsın, TSK’da yeni tarikat yapılanmalarına izin verilmesin.” açıklamasını yaptığında ve haklarında dava açıldığında, bu en yüksek karar mercii nasıl bir tavır sergiledi?
“Darbe, muhtıra, vesayet” söylemlerinde bulunduktan sonra, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenliğine, anayasal ve demokratik düzen ile bireysel hak ve özgürlüklere yönelik her türlü müdahaleye karşı yargı yetkisini Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız şekilde kullanan yargı kurumları, yasalar çerçevesinde gereğini takdir ve ifa edecektir.” dedi.
Yani büyük ihtimalle önüne gelecek olan bu davada ihsas-ı reyde bulundu.
Peki yine Yargıtay’ın, buraya atanan, ama kurumun kapısından içeri girmeyip tek bir dosya görmeyen üyeyi AYM’ye seçmesine ne diyelim?!
3. Ceza Dairesi AYM’den Büyük mü?
Resmen devlet krizine dönüşen Can Atalay kararının matematiksel hesabını da çıkaralım.
Kararı 5 üyeli Yargıtay 3. Ceza Dairesi verdi.
15 üyeli Anayasa Mahkemesi’nden 9 üye ise buna karşı çıktı.
Buradan hareketle de; Yargıtay’ın kararının geçerli ve AYM’ninkinden üstün olduğu savunuluyor.
Yargıtay’da 12 ceza dairesi, ayrıca 12 hukuk dairesi var.
Anayasa’nın açık hükmü bir yana, sözkonusu kararı Yargıtay Büyük Genel Kurulu vermiş olsa, belki amenna!..
Ama şu tabloda; “3. Ceza Dairesi, AYM Genel Kurulu’ndan üstündür.” denmiş olmuyor mu?!
Danıştay’daki Hedef Gösterme Gibi
Çok önemli bir başka nokta: bilindiği gibi, 3. Ceza Dairesi, Can Atalay lehine karar veren AYM’nin 9 üyesi hakkında suç duyurusunda bulunmasını kararlaştırdı.
Bu ülke 17 Mayıs 2006 tarihinde çok feci bir olay yaşadı, hatırlar mısınız?
Alparslan Arslan isimli bir avukat, Danıştay 2. Dairesi’ne silahlı saldırı düzenleyip üyelerden Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürdü.
Öncesinde ne olmuştu? Türbanla ilgili bir kararı üzerine bir iktidar medyası, Daire’nin üyelerinin isim ve fotoğraflarını yayımlayıp onları adeta hedef göstermişti.
Buyurun, bugün yine iktidar medyasındaki bir habere bakın. AYM Başkanı Zühtü Arslan ve 8 üyenin fotoğrafları eşliğinde, “FETÖ ve PKK’ya kapı açtılar” başlığı atıldı.
Bu da bir tür hedef gösterme değil mi?
Kaldı ki, dün 10 Kasım münasebetiyle Anıtkabir’e giden bir AKP yöneticisi, burada AYM Başkanı Zühtü Arslan’a, “Yaşasın Yargıtay 3. Dairesi!” diye bağırmak istediğini açıklamadı mı?
O bunu düşünürse, kimi meczuplar ne yapmaz?!
Millet Sizden Yeni Anayasa mı İstiyor?
Son bir not:
AYM Başkanı Zühtü Arslan’ın görev süresi birkaç ay sonra bitiyor. İktidar nasılsa istediğini seçecek, beğenilmeyen kararları alanlar iyice azınlığa düşecek, belki de hiç kalmayacak.
Durum bu iken; bu ne telâş, bu ne acele?
Ama derdin “AYM’nin fethi veya feshi ” değil de yeni anayasa olduğu anlaşıldığına göre soralım:
Ekonomiden eğitime, adaletten dış politikaya ülke yangın yerine dönmüşken, milletin beklentisi yeni anayasa mı? Hayır, milletin böyle bir gündemi yok. Öyleyse bu, gerçekte kimin, kimlerin talebidir?!