Erdoğan’ın, Esad’la görüşmeyi sağlama görevini verdiği Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, daha dün bir kez daha Suriye’nin ön şartlarından yakınıp şunları söylemez mi? “Muhaliflerle barış yapmak rejimin sorunu. Ben bunu teşvik edebilirim, ama zorlayamam. Rejimle anlaşıp muhalifleri yok sayamayız, böyle bir dünya yok. Olmayacak da. Bizim rejimden istediğimiz, muhalefeti karşısına muhatap olarak alması, sorunları görmesi ve çözüm için görüşmeye başlaması.” 15 Temmuz’un finansörlüğünü yapmakla suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı İstanbul’un ortasında katleden Suudi Arabistan’la, “darbeci” dedikleri Sisi ve Hafter’le bir çırpıda “dost” oldular, ama Esad’a gelince, işte böyle ayak sürüyorlar. Türkiye’nin güvenliği sözkonusuyken Ankara’nın önceliği hâlâ “rejim muhalifleri” ise bu politikanın kazananı kim olur?!
7 Ekim’de Hamas-İsrail savaşı başladığında soykırımcı Netanyahu, “Hamas’a vereceğimiz yanıt Ortadoğu’yu tamamen değiştirecek. Bölgede sınırlar değişecek” demişti.
Tüm dünyanın gözünün içine baka baka da dediğini yapmaya koyuldu. Gazze’yi yerle bir edip çoğu çocuk binlerce insanı katletmekle kalmadı; ateşi Yemen’e, Lübnan’a sıçrattı. Son olarak da Tahran’da Hamas lideri İsmail Heniye’yi öldürüp İran’ı kalbinden vurdu.
Suikastın ardından Netanyahu’nun o tehdidini hatırlatan AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Artık yeni bir aşamadayız. İsrail bölge savaşını başlatmıştır” tespitini yaptı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “Tahran için önemli olan üç (Tahran, Beyrut, Irak) yerin vurulmasının”, “belli düğmelere basılması” anlamına geldiğini ve “savaşın yaygınlaşmasını isteyen ciddi bir aklın devrede” olduğunu vurguladı.
Dünkü YAŞ toplantısı öncesinde Anıtkabir’i ziyaret eden Erdoğan da Özel Deftere, “Son günlerde yeniden hortlayan, yayılmacı emelleri karşısında gereken her türlü tedbiri alarak vatanımızı, milletimizi, devletimizi ve milli çıkarlarımızı sonuna kadar korumakta kararlıyız” diye yazarken Milli Savunma Bakanlığı, bölgede çatışmaların yayılma riskinin arttığına dikkat çekti.
TÜRKİYE’NİN KUŞATILMASI TAMAMLANIRKEN
Ülkemizin bu senaryodaki yeri mi? Dün Yeni Şafak’tan Süleyman Seyfi Öğün açık açık şu tabloyu çizdi:
“Türkiye, artık kâğıt üzerinde kaldığı belli olan NATO üyeliğini, eğreti bir şekilde devam ettiriyor… CENTCOM’un PKK desteği artarak devam ediyor. Dedeağaç’tan başlayarak Doğu Akdeniz’de, ABD ve başta Fransa olmak üzere AB güdümlü bir muhasara altındayız. İsrâil – Yunanistan – Güney Kıbrıs ittifakı, bu muhasaranın açık unsurları. Arap dünyası ile ilişkiler henüz istenen seviyede düzelmiş değil. Suriye’de İran ve Rusya ile karşı safta yer alıyoruz… Kafkasya’da ise Ermenistan hâlâ barış anlaşmasını imzalamadı. NATO, gövdesiyle Ermenistan’a giriyor. Orada da İran ile farklı konumlardayız. Ama en kritik husus, ‘can kardeşimiz’ Azerbaycan ile İsrail’in derin yakınlığı. Türkiye, Gazze savaşının başından beri İsrâil’e karşı haklı, onurlu bir siyâset yürüten tek NATO mensubu devlet. Heniye cinayetini de en yüksek seviye ve ağır perdeden lânetledik. İsrâil’in bunun altında kalmayacağını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Evet, bu perdede hedefte İran var. Ama ikinci perdede bunun Türkiye olacağı muhakkak.”
Yok, iktidar ve medyası, Türkiye’nin de hedefte olduğunu bugün keşfetmedi; 7 Ekim’le birlikte “Büyük İsrail” projesini hatırlayıp Irak ve Suriye’nin bu proje kapsamında işgâl edildiğini, tedbir alınmadığı takdirde sıranın Türkiye’ye geleceğini, dahası Kıbrıs’ın da “Arz-ı Mevud-Vaadedilmiş topraklar” kapsamında olduğunu anlattı.
Anlatılmasına anlatıldı da geçen 10 ayda ne gibi tedbirler alındı, buna bakalım.
Erdoğan, “Kimin projesi olduğuna bakmadan güney sınırlarımızın ötesinde bir teröristan kurulmasına müsaade etmeyeceğiz. Irak hududumuzun güvenliğini bu yaz itibarıyla komple garanti altına alacak, Suriye’de yarım kalan işimizi de tamamlayacağız” dediğinde tarih 18 Mart’tı.
Suriye’de “yarım kalan işimiz” neydi? PKK/YPG’nin kontrolü altındaki bölgede güvenli bölge oluşturmak amacıyla başlatılan Barış Pınarı Harekâtı, Trump’ın Erdoğan’a gönderdiği “Ekonominizi mahvederim… Aptal olma” mektubuyla durdurulmuştu!..
Erdoğan 30 Mayıs’taki Efes tatbikatında Suriye’de doğrudan ülkemizi ve bölgemizi hedef alan sinsi bir planın adım adım uygulandığına dikkat çekip bir kez daha operasyon sinyali verdi.
ESAD 14 YIL ÖNCE UYARDI
Ancak bundan 1 ay sonra, geçmişte ailecek yaptıkları görüşmeleri de hatırlatarak Esad’la bir araya gelmekten söz etmeye başladı.
Erdoğan, 2 Temmuz’daki kabine toplantısından sonra ise çok büyük bir tarihi yanlıştan dönme çabasıyla, özetle şunları söyledi:
“Birinci Dünya Savaşı’na giden yolun taşları bizim bölgemizde döşendi. İkinci Cihan Harbi’nin odağında aynı şekilde yine bizim bölgemiz vardı. Soğuk Savaş döneminde bloklar arası rekabetin yoğunlaştığı bölgelerden biri yine Türkiye’nin merkezinde olduğu coğrafyaydı. 13. yılını tamamlayan Suriye krizi en fazla bizim bölgemizi etkiledi… Netanyahu yönetimi altındaki İsrail saldırganlığı durdurulmadıkça, Türkiye dâhil, bölgemizdeki hiçbir devlet kendini emniyette hissedemez. Bu durum İsrail’in komşusu olan Lübnan ve Suriye başta olmak üzere tüm ülkeler için de geçerlidir… Geçmişin geleceğimizi de ipotek altına almasına müsaade edemeyiz. Bu anlayışla komşularımızdan başlayarak bölgemizdeki tüm aktörlerle münasebetlerimizi ilerletmeye gayret ediyoruz… Biz komşu olarak istikrarsızlıkla boğuşan ve terör örgütlerinin cirit attığı değil, demokratik, müreffeh, güçlü bir Suriye görmek istiyoruz… İç siyaset gibi dış politikada da sıkılı yumrukların açılmasında büyük fayda olduğuna inanıyoruz. Bunun için kiminle görüşülmesi gerekiyorsa geçmişte olduğu gibi yine görüşmekten imtina etmeyiz.”
Erdoğan, ailecek görüşmelerinden söz etmişken; Esad’ın 2010’da ülkemize geldiğinde yaptığı kimi uyarıları hatırlatmamak olmaz. Demişti ki;
“PKK bugünün meselesi değil, Sevr’e kadar götürebiliriz… Bölgesel olarak bakıldığında, Irak sorunu çözülmeden bu sorun çözülmez. Bu sorun çözüldükten sonra uluslararası güçlerin müdahalesi önlenebilir. İsrail mesela. Kuzey Irak’ta rolü var. Bölgede sorunlar birbirine bağlı. Sorunların çözümüne katkı sağlayacak unsur Türkiye-Suriye-İran’ın birlikte hareket etmesi.”
Tabii o dönem; PKK’yla açılım-saçılım yapıldığı, Sevr’den bahsedenlerin “Ergenekon”cu ilân edilip Silivri’ye tıkıldığı günlerdi. Haliyle Esad’ın bu tespitleri kaale alınmadığı gibi, emperyalistlerle işbirliği yapılıp Suriye’nin parçalanmasına katkı verildi. Milyonlarca sığınmacıyla, nesiller boyu en büyük faturayı ödemek zorunda bırakılmamız da cabası.
BAHÇELİ İSTEDİĞİ İÇİN Mİ?
Bu kadar bedelden sonra Esad’a yönelik bu söylem değişikliğinde; Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin 28 Mayıs’taki, “Ankara ile Şam arasında işbirliği köprüsü inşa edilip terör örgütüne karşı eşgüdüm halinde askeri operasyon yapılması” çağrısının etkisi var mıdır, bilinmez; ama Erdoğan’ın geçtiğimiz ay üç kez daha Esad’la görüşme niyetinden söz etmesine ve “şurada görüşecekler, burada buluşacaklar” şeklindeki tahminlere rağmen herhangi bir gelişme olmadı.
Ve bilin bakalım; Türkiye-Suriye yakınlaşma ihtimali en çok hangi ülkeleri rahatsız etti. Tabii ki İsrail ve ABD’yi!..
Aynı ABD, daha dün Türkiye-Ermenistan normalleşme görüşmelerini ise memnuniyetle karşıladı.
TÜRKİYE’YE EN BÜYÜK ZARARI ESAD MI VERDİ?
İsmail Heniye suikastı ile bölgemizdeki yangının vardığı, varacağı noktayı yukarıda bizzat yetkililerin ağzından aktardık.
Türkiye’nin gün geçirmeksizin ne yapıp edip Suriye hatta İran ile tam bir işbirliği yapması kaçınılamaz hale gelmişken, Erdoğan’ın, Esad’la görüşmeyi sağlama görevini verdiği Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, daha dün bir kez daha Suriye’nin ön şartlarından yakınıp şunları söylemez mi?
“Muhaliflerle barış yapmak rejimin sorunu. Ben bunu teşvik edebilirim, ama zorlayamam. Rejimle anlaşıp muhalifleri yok sayamayız, böyle bir dünya yok. Olmayacak da. Bizim rejimden istediğimiz, muhalefeti karşısına muhatap olarak alması, sorunları görmesi ve çözüm için görüşmeye başlaması.”
15 Temmuz’un finansörlüğünü yapmakla suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri’yle, Gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı İstanbul’un ortasında katleden Suudi Arabistan’la, “darbeci” dedikleri Sisi ve Hafter’le bir çırpıda “dost” oldular, ama Esad’a gelince, işte böyle ayak sürüyorlar.
Türkiye’nin güvenliği sözkonusuyken Ankara’nın önceliği hâlâ “rejim muhalifleri” ise bu politikanın kazananı kim olur?!