Birkaç ay önce sohbet ettiğim eski bir yargı mensubu, “AKP’nin bulduğu en büyük maden Gabar petrolü veya Karadeniz gazı değil, hukuktur. Hukukla her şeyi yapabileceklerini keşfettiler.” demişti. Galiba öyle. Ben de Erdoğan’ın 1994 tarihli şu sözlerini hatırlatayım: “Türkiye Cezayir olur mu diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz, Allah’ın izniyle. Artık bu film tanınmaya başladı.”
Atatürk’ün yoktan var ettiği ne varsa satıp, satarken, ülkeye en çok cezaevi kazandırdılar. 405 cezaevimiz var. 2024’te 12, 2025’te ise 8 yeni cezaevi daha açacaklar.
Yönetim ve adalet anlayışlarının en büyük göstergelerinden birisi buydu; ama anlamadık ya da anlamazlıktan geldik. Herkes kendi mahallesine bakıp, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” dedi.
Sonuç: ülkenin her köşesinden yükselen adalet feryatları arşa ulaştı. Parası, gücü olanın sesi duyuluyor, gerisi çekiyor.
Ama iktidar mensuplarına göre, her şey güllük gülistanlık. “FETÖ”den sonra öyle bir yargı sistemi getirmişler ki, yeme de cezaevinde yat!..
Ah bir de şu Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan olmasa… İki güne bir o da feryat ediyor, hak ihlâli kararı vermekten bitap düşüyor!..
Bir iktidar mensuplarının açıklamalarına bakıyorum, bir Arslan’ınkilere; kim Türkiye’de yaşıyor, kim İsveç’te, İsviçre’de karıştırıyorum.
“ADALET YÜZYILI”NA GİRİŞ DERSİ
Nutuk ve eylem farklılıklarına alışsak da, çok değil, Erdoğan’ın sadece 2 ay önce, yeni adli yılın açılışında yaptığı konuşmayı hatırlayalım. Neler anlatmadı ki?!
“Türkiye yüzyılını ‘adaletin de yüzyılı’ yapmak için çalışmalarını kararlılıkla sürdüreceklerini” müjdeledi… “Hukuk devleti hepimizin ortak hedefi ve kırmızı çizgisidir… Yargıya olan güveni artırarak, toplumdan gelen serzenişlerin önüne geçmek hepimizin görevidir… Bunun için hukukun üstünlüğü ilkesinden asla taviz veremeyiz.” dedi.
Ama bakın; özellikle burası çok önemli. Dedi ki;
“Bir toplumu bölmek ve kamplara ayırmanın en etkili yollarından biri, adalet sistemine olan inancı zayıflatmaktır. Adalet sistemine inancı zayıflamış bir toplumun, devletine ve kurumlarına güveni de örselenir. Böyle bir fitnenin oluşması, yalnızca millet ve memleket düşmanlarını sevindirir, onların işine yarar; Türkiye’ye ise kaybettirir. İster siyasetçi, ister medya mensubu, isterse sıradan bir vatandaş olsun; hiç kimsenin ülkeye bu kötülüğü yapmaya hakkı yok.”
Ne doğru sözler ve uyarılar, değil mi?
DEVLET ELİYLE “HÜRRİYETİ TAHDİT” SUÇU İŞLEMEK
Ama, işte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ikinci yüzyılının veya AKP’nin “Türkiye Yüzyılı”nın ilk ürünü: Can Atalay dosyası.
“Milli irade” diye diye önce hükümet sonra devlet olanlar, ne Atalay’ı seçen milli iradeyi ne de Anayasal bir kurum olan Anayasa Mahkemesi’ni tanıyor.
Vatandaşın hakkı ve hukuku, bir futbol topu misali, oradan oraya paslanıyor!..
Topyekûn hukuki olmayan bu sürecin ayrıntılarına ve garabetlerine girmeyip sadece şunu söyleyeceğim.
Yıllardır “FETÖ” davalarından tutuklu hakim ve savcıların, özellikle de Balyoz, Ergenekon, Odatv kumpas davalarında görev alanların davalarını izliyorum. Nitekim yarın da Odatv kumpasındaki hakim ve savcıların yargılandığı davada olacağım.
Bu kişiler “örgüt üyeliği” dışında ayrıca “hürriyeti tahdit” suçundan yargılanıyor.
“Hürriyeti tahdit” suç ne? Kısaca; haksız hukuksuz tutuklamayla kişileri özgürlüklerinden alıkoyma.
“FETÖ”den yargılananların, bu işi “örgütsel talimat” kapsamında yaptığı düşünülüyor.
Pekala, seçilmiş bir milletvekili olan Can Atalay’ın aylardır tutuklu kalması;
Yargıtay’ın bu hukuksuzluğa cevaz vermesi;
Konuyu görüşecek olan Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesinin, özgürlük gibi hayati bir konuda “dersimi çalışamadım” deyip görüşmeyi, yani Atalay’ın tutukluluğunu uzatması;
Ve dahi AYM kapı gibi “hak ihlali var” dediği, AYM Başkanı Zühtü Arslan da kararın uygulanması için yazılı ve sözlü uyarıda bulunma mecburiyetinde kaldığı halde yerel mahkemenin günlerce, adeta “göklerden bir ses” bekledikten sonra dosyayı yeniden Yargıtay’a göndermesi de bizatihi devlet eliyle işlenen “hürriyeti tahdit” suçu değil midir?
BUNUN ADI DEVLET KRİZİDİR
Erdoğan’ın yukarıdaki, “Burası çok önemli.” dediğim o sözlerini yeniden okuyun.
Can Atalay olayı ile adalete inanca bir kez daha büyük darbe vurulmuş, toplum yine bölünüp kamplara ayrılmış olmadı mı?
Peki böylesi bir “fitne” kimleri sevindirir, kimlere kaybettirir? Bizzat Erdoğan’ın ifadesiyle; “millet ve memleket düşmanlarının işine yarar, Türkiye’ye ise kaybettirir”, değil mi?
Öyleyse, ülkeye böyle bir kötülüğü yapanlar kimlerdir ve hedefleri nedir?
Hâle bakın; Devlet’in Anayasa Mahkemesi ile diğer kurumları karşı karşıya…
On yıllardır milleti bölme planlarından sonuç alamadılar; devleti devlet yapan adaletin temelini dinamitleyerek mi işi bitirmek istiyorlar, bilemem – ama adını koyalım.
Yaşananlar; bir yanıyla çoktan ölmüş, hatta çürüyüp kokmuş olan adaletin cenazesinin ortada kalması, öte yanıyla bir devlet krizidir.
KEŞFEDİLEN EN BÜYÜK “MADEN”
Birkaç ay önce sohbet ettiğim eski bir yargı mensubu, “AKP’nin bulduğu en büyük maden Gabar petrolü veya Karadeniz gazı değil, hukuktur. Hukukla her şeyi yapabileceklerini keşfettiler.” demişti.
Galiba öyle.
Ben de Erdoğan’ın 1994 tarihli şu sözlerini hatırlatayım:
“Türkiye Cezayir olur mu diye soruyorlar. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz, Allah’ın izniyle. Artık bu film tanınmaya başladı. Şimdi artık millet sadece aktörleri değil, senaryoyu değiştirmeye talip ve bu senaryonun değiştirilme çalışmalarıdır bu çalışmalar. Biz onun için geliyoruz. Bu düzenin koruyucusu olamayız, mümkün değil. Bu hukuku hazırlayanlar, bu düzenin kaldırılmasının maşası olacaklar.”
AYM BAŞKANI’NA NAÇİZANE ÖNERİM
O yüzden, son bir ümit; hukuk devleti adına neredeyse söylenmedik söz bırakmayan AYM Başkanı Zühtü Arslan’a naçizane bir önerim var.
Balyoz ve Ergenekon kumpasları döneminde Anayasa Mahkemesi’nin karşısında “Adalet Nöbeti” tutup “sessiz çığlık”lar atmıştık.
Keşke -kendileri başta olmak üzere- hâlâ hukuka inanan ve bunun mücadelesini verenler de AYM önünde “Adalet Nöbeti” başlatsa!..