Dr. Mustafa Kök
Dr. Mustafa Kök

Terörsüz Türkiye Süreci” Tartışmaları ve Milliyetçi STK’lara Bir Öneri

featured

Bütün bunlar çerçevesinde ulaştığımız sonuçlar şunlardır: 1. PKK, Türk Ordusu’nun kahramanlığı ve savunma sanayiindeki teknolojik gelişmeler sayesinde 1999’dan sonra ikinci defa bitirilmişken, belirsizlikler kadar risklerle de dolu olan bu “Terörsüz Türkiye Açılımı”nın arka plânı bilinmemektedir. Bu bir mecburiyetten mi doğdu? Eğer milletin bilmediği mecburiyetler söz konusu ise, tek tek açıklanması gerekir; 2. Görünen yönüyle belirsizlikler, görünmeyen yönüyle risklerle dolu böylesi bir açılımın muhtemel yük ve sorumluluklarının, ülke bütünlüğü konusunda en duyarlı kesim olan milliyetçiler tarafından üstleniyor görünmesi bu câmia için fevkalâde üzücü olmaktadır? Bu iki tespitin ardından önerimize geliyoruz: Gerek Türk Ocaklılar, gerek aynı duyarlılıkları paylaşan Millî Düşünce Kuruluşu Mensupları bunları kendi kendilerine düşünürken ya da Sitelerinde, Dergilerinde sadece kendi çatıları altında yazarken, tartışırken, ülkenin geleceğine ilişkin bu kadar hayatî kaygılarını neden bir araya gelip tartışmıyorlar?

GİRİŞ

Türk milliyetçiliği ülküsüyle hizmet eden Sivil Toplum Kuruluşları’nın Saygıdeğer G. Başkanları;

Aziz ülkemiz ve milletimiz, 40 yılı aşkın zamandan beri mücadele ettiği “Bölücü Terör” meselesinde 22 Ekim 2024 tarihi itibariyle siyasî bakımdan yeni bir tartışma ortamına sürüklenmiş bulunuyor. Yaklaşık 5,5 aydır bunu tartışıyoruz.

Her şey, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim tarihinde Teröristbaşı’nı Gazi Meclis’e dâvet etmesi ve bizzat DEM Grubuna gelip konuşma yaparak PKK örgütünü “kayıtsız-şartsız feshetmesi çağrısı”yla başladı. Önce adı konmamış, sonra medyanın “Terörsüz Türkiye Süreci” dediği bu yeni açılım teşebbüsü, hemen bütün Türkiye’de olduğu gibi en başta da Türk milliyetçileri câmiasında şaşkınlıkla karşılandı. Hayır, sadece Türk milliyetçilerini değil, DEM Partilileri dahi şaşırttı. Çünkü böyle bir çağrı, bizatihi kardeş partileri (HDP) hakkındaki kapatma dâvasının “savcısı” konumundaki MHP liderinden gelmişti. Hatta çağrı içinde, eğer fesih gerçekleşirse (Ceza ve İnfaz Kanunu’nda tanınmadığı hâlde) Teröristbaşı’nın umut hakkı”ndan yararlanarak tahliye vaadi dahi vardı.

Aynı gün CHP genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in de – sonra tevil ettiği söylenen – bu çağrıya katılarak, üstelik PKK’yı sanki bütün “Kürt kökenli Türk” yurttaşlarımızın temsilcisi kabul ederek “El yükseltiyorum, ben de Kürtlere bir devlet teklif ediyorum. Kendini ait hissetmeyen Kürtleri Türkiye’nin sahibi olmaya davet ediyorum” demesi şaşkınlığı daha da arttırdı. Bunlarla kalmadı, CB. Sayın Tayyip Erdoğan’ın da – biraz mesafeli bir üslûp ile da olsa  – Bahçeli’nin yanında yer alması bütün bir milletti hayretler içinde bıraktı ve vicdanlarda şu soru soruldu: “Hayırdır inşallah, ne oluyoruz, milletimiz ve koca T.C. Ordusu PKK’ya yenildi de haberimiz mi yoktu?”

 

  • MİLLÎ SAVUNMA BAKANININ SON PKK AÇIKLAMALARI

Oysa daha geçtiğimiz 14 Ağustos’ta (yani bu çağrılardan sadece 7 hafta önce) Millî Savunma Bakanı Sayın Yaşar Güler (pençe –kilit harekâtın kastederek) “Bütün amacımız kilidi kapatmak” dedikten sonra şöyle devam etmişti: “PKK terör örgütü ülkemizin başına belâ edilmiş bir örgüttür. İnanıyoruz ki en kısa zamanda (onu başımıza belâ edenler) ne kadar destek verirlerse versinler (…) hepsiyle beraber bunları tarihin sayfalarına gömeceğiz!” Yedi hafta içinde milletin bilmediği neler olmuştu acaba? Bilinen şey, Sayın Bakan’ın kastettiği gibi, “emperyal güçler” tarafından “ülkemizin başına belâ edilmiş bir örgüt” olarak PKK, 1999’da Öcalan’ın tesliminden bu yana, 2024’de ikinci defa yenilmiş, bu son ve kesin yenilgisiyle Kandil’deki inine hapsedilmişti. Bu kesin sonucu biz değil, 26 Kasım 2024 günü 6 yıllık Pençe-Kilit Harekâtı’nın aşamalarını tek tek sayan Sayın Savunma Bakanı açıklıyordu: “2019’da Hakurk ile başlayan Sinat-Haftanin ile devam eden, Metina ve Avaşin-Basyan ile genişleyen, Zap bölgesiyle süren “Pençe” serisi operasyonları sona erdi. Bu harekât teröristlerin Kuzey Irak üzerinden ülkeye sızmasının önlenmesi amacıyla başlatılmıştı. “Zap’ta kilit kapanmıştır.” (ntv.com.tr.) Sn. Bakan aynı bilgileri bir gün sonra TBMM. Plân-Bütçe Komisyonunda tekrarlamıştır. Bunların anlamı, PKK artık ülke için bir tehdit olmaktan çıkarılmıştı. Ne ilginçtir ki, bir taraftan bu beyanatlar verilirken, diğer yandan da aynı günlerde Sayın Bahçeli’nin yaptığı “22 Ekim çağrısı” üzerine harekete geçen “İmralı Heyeti”, Öcalan ile ilk görüşme hazırlıklarını yapıyordu.

 

Aziz Milliyetçi STK Genel Başkanları;

 Önerimizin gerekçesine temel olmak üzere, Sayın Bahçeli’nin çağrısına Milliyetçi STK’ların nasıl tepki verdiğini bir iki örnek üzerinden bazı notlarla hatırlatalım.

  • TARİHÎ TÜRK OCAKLARI TEMSİLCİLERİ NE DİYOR?

Her şeyden önce en kıdemli milliyetçi STK olarak, Cumhuriyetimizin kuruluşunda da emekleri bulunan asırlık Türk Ocakları’nın görüşleriyle başlamak istiyoruz (kuruluşu, 25 Mart 1912).

Tarihçi Prof. Dr. Sayın Mehmet Öz, Genel Başkan sıfatıyla Ocak Web Sayfası ve Türk Yurdu dergilerinde konuya ilişkin üç ayrı yazı yayınladı: “Ekim Ayı Türkiye Gündemine Dair Bazı Notlar ‘Teröristbaşı’na Çağrı ve TUSAŞ’a Hain Saldırı” (01.11.2024); “Terörsüz Türkiye”: “Yeniden ‘Çözüm Süreci’ mi, Terör Örgütünün Kayıtsız Şartsız Teslim Oluşu mu?” (01.02. 2025) ve “Terörsüz Türkiye” Ama Nasıl?” (19. 02. 25). Bu yazılarda, konunun ayrıntılarıyla birlikte ülkemiz ve milletimiz için taşıdığı bütün riskler tek tek ele alındı. İlk yazısında söz konusu çağrının şiddetini kastederek, “7’nin üstünde bir deprem etkisi yaptığını söylemek abartı olmaz.” diyordu. Özellikle sürecin renginin iyice açığa çıkmasıyla birlikte kaleme aldığı üçüncü yazısında,PKK terör örgütünün kayıtsız şartsız teslim olması” beklentilerine rağmen, HÜDAPAR ve DEM Parti çevrelerinden yapılan açıklamalar çok çok farklı beklenti ve projelerin zihinlerde olduğunu göstermektedir.” diyordu. Ardından, 8-9 Şubat’ta İstanbul’da DEM Parti çevrelerince “Halkların Eşit ve Özgür Yaşamı Yolunda Çözüm Barışta” adı altında “Halkların Demokratik Kongresi (HDK)” tarafından düzenlenen iki günlük konferansta yapılan görüşmeleri değerlendiriyordu: “Görüldüğü gibi devlet ve Türk milleti alenen tehdit edilmekte ve dört parçalı Kürdistan’dan dem vurulmaktadır.” Nihayet Sabahat Tuncel’in konuşmasını özetleyerek sonuçta, “Kürtler kendi kendini yönetecek. Ama cumhuriyette de yerini alacak. İkili yönetim olacak.” görüşü naklediyordu.

Aynı yazının devamında (‘DEM’lileri kasteden) ‘seküler’ bölücülerden bir hafta sonra da ‘İslâmcı’ HÜDA PAR’ın Diyarbakır’da “Kürt Meselesine İnsani Çözüm Çalıştayı” düzenlediğini ve orada yapılan konuşmalar sonunda yayınlanan sonuç bildirgesini hatırlatıyordu. Anayasa’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerine açıkça aykırı, akıl almaz talepleri tek tek sıraladıktan sonra “İşin özü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ortadan kaldıralım ve son paragrafta da ifade edildiği üzere, ‘dört parçalı Kürdistan’ı kuralım’ denildiği”ni, böylesi bir partinin beka gerekçesiyle kurulduğu söylenen bir İttifakın parçası olmasını da “düşündürücü” bulduğunu vurguluyordu.

Türk Ocakları’nın Şeref Genel Başkanı, Sayın Nuri Gürgür ise konuya dair yaklaşımını iki ayrı yazıda ele almıştır. Kendi (Fesbuk) sayfasında 01. 01. 2025 tarihli yazısında, 2013-2015 arası ikinci açılım sürecini özetliyordu: 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı ile AKP Grup Başkan Vekili’nin HDP’li yetkililerle katıldıklarıutanç verici” bir toplantı yapılmıştı. “Oslo süreçleri”nde de yapıldığı üzere, öncesinde Öcalan’ın hazırladığı ve burada S. Süreyya Önder’in okuduğu “Mutabakat Metni”nde,üniter yapının altına dinamit koyan” 10 maddelik akıl almaz tavizlerin altına imzalar atılmıştı. Fakat “CB. Sayın Erdoğan’ın onaylamaması” üzerine – o yıl Suriye’de yapıldığı gibi – PKK Türkiye’de de beş il merkezi ve on bir ilçede özerklik ilan etmek için “Devrimci savaş” başlattığını ilân etmişti. Bu bağlamda (sözde Barış sürecinde) altına patlayıcılar döşenmiş Güneydoğu şehirlerimiz “hendek operasyonları” sayesinde, güvenlik güçlerimizin 800’e yakın şehit vermesi pahasına (açıklanan tam sayı: 793) bu terörist girişimler şükür ki bastırılmıştı. Nihayet, bütün bu sebeplerle Öcalan cânisininmuhatap alınmasının asla doğru olmadığı” kesin bir dille ortaya konuyordu.

 Sayın Gürgür, 02. 03. 2025 tarihliÖcalan’ın Çağrısını Doğru Değerlendirmeliyiz” başlıklı yazısında ise, Teröristbaşı’nın PKK’nın silâh bırakması ve kendisini feshetmesini isteyen ünlü mektubunu ele almıştır. Mektuptaki Çağrı’ya Kandil’den gelen mesajda hem toplanacak “Fesih Kongresi”ni Öclan’ın yönetmesi, hem de “Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi” için “Önder Öcalan”ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması” gerektiği vurgulanıyordu. Bütün bunlara bakarak Sayın Gürgür, “Hani (…) açıklamada hiç şart yoktu?” diye soruyor ve uyarıyor: “Kimse hayal kurmasın; 41 yıldır sürüp gelen terör yöntemiyle siyasal ve idari statü elde etmeye çalışan etnikçi-ayrılıkçı isyan hareketinin yeni bir manevrasıyla karşı karşıyayız.” Ardından “Yaşananları hafızalardan silerek, bunlar hiç olmamış gibi Öcalan’ı yeniden çözümün baş aktörü konumuna getirmek aşırı iyimserlik değilse nedir?” diye noktalıyordu.

 

3- MİLLÎ DÜŞÜNCE MERKEZİ ile M. E. PLATFORMU TEMSİCİLERİ NE DİYOR?

İkincisi, rahmetli Sadi Somuncuoğlu ile arkadaşlarının kurduğu Millî Düşünce Merkezi temsilcileri, birçok millî meselede olduğu gibi bu konuda da Türk Ocakları’yla benzer duyarlılıklara sahiptir. Sayın Bahçeli’nin “çağrısı”nı Web sitelerinde “tarihe geçecek kara bir gün” olarak duyurmuş ve eklemişlerdir: “Söz konusu konuşma, terörizm karşısında teslim bayrağı çekmek demektir.” Keza CHP G. Başkanı Sayın Özel’i de yukarıda aktardığımız sözlerinden dolayı “Büyük Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu, fakat kurucu ilkelerle ilişkisi kopmuş partinin genel başkanı” diye niteledikten sonra, her iki parti genel başkanının sözleri için “Türk millî egemenliğinin bölünmez bütünlüğüne doğrudan saldırı” ve “egemenliği paylaşmak” anlamında yorumlanmaktadır (“Duyurular”, 23 Ekim 2024.) Yine “İmralı Heyeti”nin Öcalan’dan getirdiği ilk mesajlar üzerine Kuruluşça yapılan 29 Aralık 2024 tarihli açıklamada ise, “Suriye’de yeni bir devlet yapısının kurulduğu bu dönemde, Teröristbaşı Türkiye’yi yönetenlerce siyasi bir konuma yükseltilmek istenmekte.” denilmektedir. Nihayet, Bahçeli’nin Malazgirt ilçesinde PKK’nın “Kongre Toplaması”na dair teklifi ise, “Türk Milletine hakaret” diye nitelenmiştir. (21 Mart 2025)

Düşünce Merkezi’nin etrafında “Millî Egemenlik Platformu” adıyla toplanan bir grup milliyetçi aydın da bir yıldan beri yaptıkları kongre ve yayınladıkları bildirilerle dikkat çekmektedirler.

Millî Güvenlik Platformu, 16 Şubat 2025 tarihinde Millî Düşünce Kuruluşu ile birlikte bir kongre gerçekleştirmiş ve kamuoyunun imzasına açtığı sonuç bildirisini ağırlıklı olarak “Terörsüz Türkiye” sürecine ayırmıştır. 6 maddelik bildirinin 5 maddesi:

  1. Katil Bölücübaşı ve terör örgütüyle, her ne şekilde olursa olsun, müzakere ve pazarlık yapılamaz.
  2. Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tanımından ve Anayasa’dan çıkarılamaz.
  3. Aziz vatandaşlarımız, ırklara ve mezheplere ayrıştırılamaz. Türk Milleti, ‘halkların bileşkesi’ diye tanımlanamaz.
  4. Büyük Atatürk’ün kurduğu millî ve üniter devlet yapısı ortadan kaldırılamaz. (…) Başka şekle dönüştürülemez.
  5. 5. Devletimizi ve milletimizi, Ortadoğu’nun mezhep, etnisite ve çeteler cehennemine sürükleyecek hiçbir pazarlık söz konusu edilemez. (…) Yetki sahipleri bu yanlışlardan derhal dönmelidir.

 

4 – MUHATAP KİM, ÇAĞRIYI YAPAN KİM?

Bir değerlendirme yaparak önerimizi arz etmek istiyoruz:

Eğer “Terörsüz Türkiye” çağrısı, ilke olarak her Türk vatandaşı tarafından alkışlanacak bir özlem ise ki, istisnalar dışında öyledir, bundan en çok mutluluk duyanın Türk milliyetçileri olacağı şüphesizdir. Çünkü yakın geçmişinde, özellikle de 1984 Eruh Baskını ile başlayan PKK TERÖR EYLEMLERİ’nin yarattığı binlerce insan kaybından başka ülkenin refah ve kalkınması için ayıracağı (henüz net hesabı herkesçe bilinmeyen) yüz milyarlarca doların (2007 itibariyle 300 milyar dolar olduğu yazıldı) heba olması en çok da Türk milliyetçilerini üzmektedir. Ama her şeyden önce muhatabın kim olduğuna ve bu çağrıyı kimin yaptığına bakarız!

Eğer muhatap, sözde Marksist ilkelerle kurduğu PKK Terör örgütü aracılığıyla hem vatanın bütünlüğüne göz dikmiş, hem emperyalist ülkelerin verdiği silâhlarla (son rakamlara göre) 15 bin civarında asker, polis, korucu, öğretmen, mühendis; toplamda her sınıftan 40 bin insanımızın kanına girmiş, merhametsizlik sembolü olarak “bebek katili” sıfatıyla maruf Abdullah Öcalan denen cânî ise, orada dururuz. Neden dururuz? Çünkü binlerce masum memleket çocuğunun kandırılıp dağa çıkarılarak telef olmasına sebep olacak kadar haindir! Neden dururuz? Çünkü izinden birliğine dönen silâhsız peyderpey yüzlerce askerin (24 Mayıs 1993’te Bingöl yolunda 33’ünün birden) katledilmesine göz yumacak kadar alçaktır!  Neden dururuz? Bölgeye yol yapan mühendis ve işçileri, ahırdan bozma evlerde oturarak köy okullarında eğitim veren öğretmenleri öldürtecek kadar namerttir! Böyle örnekler saymakla bitmez. Üstelik der-dest edilip Türk subayına teslim edildiği andan itibaren dizlerinin bağı çözülüp “benim anam da Türk!” ve bu derece câniliklerini unutarak pis canının korkusuyla “Türk devletine hizmete hazırım!” diyecek kadar da korkaktır!

 Ondan sonra da böyle bir çağrıyı kimin yaptığına bakarız: Bu çağrıyı yapan, yıllar yılı ülkenin millî meseleleri ve düşmanlarına milliyetçi aydınlarıyla aynı pencereden bakmış, aynı tarih, aynı vatan, aynı ülküler ve değerlere gönül vermiş; adının konduğu tarih itibariyle dahi 55 yıllık geçmişe sahip, adıyla-sanıyla “milliyetçi bir parti” olan MHP, hele de o partinin “Öcalan” ismini “bebek katili” ile özdeşleştiren lideri Sayın Devlet Bahçeli ise, orada yine dururuz. Niçin dururuz? Çünkü olağanüstü bir şey olduğunu düşünür, ikna edilmeyi bekleriz! Bu çağrının yapıldığı yaklaşık 5,5 aydan beri, MHP cenahından ülkenin bütünlüğü konusuna milliyetçi aydınlar açısından bakan kimselere ve câmialara yönelik bir izah, ikna edici bir bilgi geldiğini hatırlıyor muyuz? Lider Sayın Bahçeli, 22 Ekim tarihinde Parti Grup Toplantısında yaptığı konuşmasında da aynen milliyetçi aydınlar gibi, en az bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinden, ülkemizde “Kürt sorunu” diye bir sorunun bulunmadığından bahsetti. (Son haftalar rahatsızlığı dolayısıyla katılamıyor, Allah’tan âcil şifalar diliyoruz.) Sonrasında ise, henüz o aydınların anlamadıkları bir şekilde, 40 yıllık niyetleri, hedefleri ve ihanetleri bilinen PKK kurucusu Öcalan’ı muhatap alıp malûm çağrıda bulundu. Oysa Sayın Savunma Bakanı’nın söylediği gibi Güneydoğu’da kilit kapanmış, PKK tehdit olmaktan çıkmıştı.

Sayın Bahçeli 22 Ekim konuşmasında, “çağrı”ya ilişkin olarak “demokratikleşme ve sosyal reformlar”dan bahsediyordu. Farz edelim ki, bu söylem onun AŞIRI İYİMSERLİĞİNDEN KAYNAKLANDI. Ama PKK sözlüğünde demokratikleşmenin ne demek olduğu bilinmiyor muydu? Bu amaçlarla – o zaman milliyetçi aydınlarla birlikte MHP de karşı iken – 2009’da bin bir fedâkârlıklarla başlatılıp nice istismar ve kalleşlikler su yüzüne çıkınca, bizzat başlatan Erdoğan tarafından 22 Mart 2015’te bitirilen “Çözüm ve Barış” süreçleri birer ibret örneği değil miydi? Bu yeni “açılım”da, eğer esas amaç Kuzeydoğu Suriye PKK’sı demek olan PYD-YPG’yi bitirmek idiyse, onların yularının kimin elinde olduğu bilinmiyor muydu? Ve orasını çözmek için muhataplarına karşı jeopolitik ve stratejik avantajlarımızı kullanmak varken, ülkeyi yeni bir tartışma ortamına sürüklemekten kim, ne kazanacaktı? Üstelik bütün bu tartışmalar, MİLLİYETÇİ AYDINLARLA TERS DÜŞMEYE DEĞER MİYDİ? Hele de, siyaset yöntemlerini beğeniriz-beğenmeyiz, ama milliyetçi olduğundan kimsenin şüphe duymadığı bir parti liderinin, ZAFER PARTİSİ lideri Sayın Ümit Özdağ’ın (aynı süreçten kuşkular yaratarak) aylarca tutuklu kalması nasıl izah edilebilir? Vatandaş, son yıllarda açılan birçok “siyasî görünümlü” dâvadan benzer kuşlular duyuyor. Eğer MHP olarak,2024 Büyük Kongre Kararı”yla Parti Tüzüğünde yapılan değişikler gereği ülkenin “demokratikleştirilmesi”ne katkı sağlamak isteniyorsa, “Hukukun Üstünlüğü” ilkesinin gelişmiş demokrasi standartlarında uygulanmasına çalışmak, devleti demokratikleştirme çabalarının  “yeterli şartlarından” biri sayılacaktır. (Bilindiği gibi, 2024 itibariyle Türkiye “Hukukun üstünlüğü” sıralamasında dünyadaki 142 ülke arasında 117. sıradadır.)

5 – OKUNAN MEKTUP ve İKİ KAVRAM NE DİYOR?

MHP ve Sayın Bahçeli’nin farz ettiğimiz aşırı iyimserliğine karşılık, yukarıda gördüğümüz ve her gün medyadan okuyup-işittiğimiz gibi gerek “seküler”, gerekse “İslâmcı” sıfatlarıyla maruf parti ve kişiler tam tersi söylemlerine, aynı hızla devam ediyorlar. Ne meşru görünümlü HÜDA-PAR ve DEM-PARTİ yetkililerinden ne Kandil’den ne Kuzey Doğu Suriye liderlerinden, hatta ne de apaçık Teröristbaşı’ndan “aslî” dâvalarından vazgeçtiklerine dair bir cümle işittik. Hatta Cemil Bayık, “Bahçeli’nin bu süreci Türk devletinin, içinde bulunduğu zayıflığı örtmek için” başlattığını söylüyordu!

Teröristbaşı, hem mektubun satır aralarında hem de özellikle S. Süreyya Önder’e emanet ettiği pusuladaki iki kavramda kurnazca her şeyi ifade etmiş bulunuyordu. Neydi o iki kavram: Pratikte silâhların bırakılması ve PKK’nın feshi, 1. Demokratik siyasetin; 2. Hukukî boyutun tanınmasını gerektirir. Mektubun canlı yayında okunmasından sonra halkın zihninde “hani hiçbir şart olmayacaktı?” sorusu uyanmışken, DEM Eş-Başkanı Tuncer Bakırhan, Devlet Beyin kendisini telefonda aradığını ve “Rahat olun, ülkeyi birlikte demokratikleştireceğiz, elimizden ne gelirse yapacağız” dediğini aktardı. Anlaşılan oydu ki, Sayın Bahçeli gayet “rahat” ve (ortağı da kendisi kadar “kararlı” olmalı ki) gayet “azimli” görünüyordu. Buna göre hem kayıtsız şartsız silâhlar bırakılacak ve PKK feshedilecek; hem de mektuptaki açıklamada –yalın olarak- hiçbir şart koşulmadığı hâlde, pusulada yazılan “iki gereklilik” yerine getirilecekti! Yani PKK’nın gerek Oslo’da gerekse Dolmabahçe’de – Apo’nun ağzından aktarılarak kayıtlara geçen – (özerklik hâriç) DEMOKRATİK SİYASÎ HAKLARIN TANINMASI GERÇEKLEŞECEK demekti! Ama bunlar “şart” olmaksızın (!),  sadece “gerektiği için” yerine getirilecekti? Bu kadar çelişki bir arada nasıl hâlledilecek?

6 – SONUÇ ve MİLLİYETÇİ STK’LARA ÖNERİMİZ

Aziz Milliyetçi STK Başkanları;

Bütün bunlar çerçevesinde ulaştığımız sonuçlar şunlardır: 1. PKK, Türk Ordusu’nun kahramanlığı ve savunma sanayiindeki teknolojik gelişmeler sayesinde 1999’dan sonra ikinci defa bitirilmişken, belirsizlikler kadar risklerle de dolu olan bu “Terörsüz Türkiye Açılımı”nın arka plânı bilinmemektedir. Bu bir mecburiyetten mi doğdu? Eğer milletin bilmediği mecburiyetler söz konusu ise, tek tek açıklanması gerekir; 2. Görünen yönüyle belirsizlikler, görünmeyen yönüyle risklerle dolu böylesi bir açılımın muhtemel yük ve sorumluluklarının, ülke bütünlüğü konusunda en duyarlı kesim olan milliyetçiler tarafından üstleniyor görünmesi bu câmia için fevkalâde üzücü olmaktadır?

Bu iki tespitin ardından önerimize geliyoruz: Gerek Türk Ocaklılar, gerek aynı duyarlılıkları paylaşan Millî Düşünce Kuruluşu Mensupları bunları kendi kendilerine düşünürken ya da Sitelerinde, Dergilerinde sadece kendi çatıları altında yazarken, tartışırken, ülkenin geleceğine ilişkin bu kadar hayatî kaygılarını neden bir araya gelip tartışmıyorlar?

Geçmişte bölücülük meselesiyle en çok mücadele etmiş, üstlendikleri görevler ve yaşadıkları tecrübeler itibariyle maddî-manevî nice ıstıraplar da çekmiş milliyetçi aydınlar ve onların şimdiki genç nesilleri, yukarıda bu konuya dair bakışları arz edilen milliyetçi STK’lar (keza AYDINLAR OCAĞI ve benzer duyarlılığa sahip SENDİKALAR) bir platform adı altında bir araya gelmelidirler. Ülkenin böylesi hayatî bir konusunda herkes kendi Web sitesi veya Derneğinde, Dergisinde parça parça yazma, bildiri yayınlama ve bireysel tepki koymanın ötesinde MİLLİYETÇİ STK’LAR (Aydınlar) ADIYLA işbirliği yaparak, birisinin, en kıdemlileri olması hasebiyle meselâ TÜRK OCAKLARI’nın ya da kıdem farkı gözetmeden MİLLÎ DÜŞÜNCE MERKEZİ’nin öncülüğünde toplanıp MHP Genel Başkanlığı’ndan (özelinde Sayın Bahçeli’den) randevu istemeliler. Konu: “Terörsüz Türkiye Çağrısı’na dair fikir alışverişi (bu vesileyle geçmiş olsun ziyareti de…). Randevu alınırsa konu bu sayede müzakere edilip sonuç, çıkışta basın toplantısı düzenlenerek kamuoyuyla paylaşılır. Yok, eğer randevu verilmezse -ki mümkün- o takdirde aynı basın toplantısı söz konusu organizasyon çerçevesinde yapılarak, “TERÖRSÜZ TÜRKİYE AÇILIMI”nın görünür-görünmez riskleri milletle paylaşılır. Bu sayede 1. MİLLİYETÇİ STK’LAR’ın bu konudaki tavrı düşünce plânından bir adım öteye, yani eylem planında ifade bulur; 2. Bu yöntemle düşünceleri kamuoyuna daha geniş plânda mal olur ve kabul görürse fayda da sağlar; 3. Eğer paylaşıldığı hâlde kabul görmezse, o takdirde MİLLİYETÇİ STK’LAR olarak bu meseleye dair millî-vicdanî sorumluluklarını daha geniş çapta ve hakkıyla yerine getirmiş sayılırlar. Hatta eğer konu ülke gündemini fazlaca işgal ederse, ihtiyaç hâlinde aynı işbirliği dâhilinde bir birtakım toplantılar, yani konferanslar, paneller, hatta çalıştaylar bile gerçekleştirebilirler.

Böyle bir teşebbüs için geç kalındığı söylenebilir. Doğrudur. Fakat sorunun çözümü aşamasında henüz ileri bir mesafe alınmış gözükmüyor. Üstelik bitmemiş her iş için vakit erkendir!..

Var Olsun Yüce Türk Milleti!..

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. 12 Nisan 2025, 10:25

    Çok güzel bir yazı hocam dilinize sağlık. Hem Milliyetçi Kuruluşların Genel Merkezleri daha geniş çaplı bir araya gelerek deklarasyon yayınlamalı, hemde taşra teşkilatları geniş katılımlı toplantılarla bu önemli konuda Milli refleksin nasıl olması gerektiği anlatılmalı.

  2. 15 Nisan 2025, 01:07

    Muhterem Ağabeyim,
    Zihninize sağlık; STK lar bu değerlendirmeleriniz ışığında önerinizi kabul eder, sürece yol veren Sayın Bahçeli ve sayın Cumhurbaşkanımız katına iletirse; en azından Türk milletinin vicdanı rahatlar. Türkiye Cumhuriyeti hangi şartlarda var oldu ise, bu millet varlığını koruma ferasetini de yetkili makamlara hissettirecek cesarettedir. “ Bu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.

  3. 15 Nisan 2025, 01:12

    Muhterem Ağabeyim,
    Zihninize sağlık; STK lar bu değerlendirmeleriniz ışığında önerinizi kabul eder, sürece yol veren Sayın Bahçeli ve sayın Cumhurbaşkanımız katına iletirse; en azından Türk milletinin vicdanı rahatlar. Türkiye Cumhuriyeti hangi şartlarda var oldu ise, bu millet varlığını koruma ferasetini de yetkili makamlara hissettirecek cesarettedir. “ Bu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!