Rıfat Bey sabah yüzünü yıkadı dişlerini fırçalarken aynaya baktı. Aynada yüzü yoktu. Sağa sola ileri geri hareket ederek tekrar baktı. Yüzü yoktu. Akşam rakıyı çok kaçırmışım diye söylenerek nedenini buldu. Kahvaltı sonrası sade kahvesini içip tıraş olmak için tekrar aynanın karşısına geçti. Yüzü yine yoktu. “Kahvede fayda etmedi ayılmama” deyip derinden bir ‘Lahavle’ çekti. Islak bir bezle aynayı baştan aşağı sildi, yüzüne avuç dolusu sular serpti. Yüzü yine yoktu. Bu sefer bildiği duaları değil küfürleri ara vermeden sıraladı. Yüzü yine yoktu. Birisi kendisiyle alay ediyor olmalıydı, aynayı yerinden söküp arkasına baktı. Sonra yaptığı saçmalığa kendisi bile güldü. Aynayı tekrar düzeltip astı. Yüzü yine yoktu. Tüm kuvvetiyle görünmez yüzüne sıkı bir yumruk attı. Eli kan içerisinde kalırken gelen sese eşi Nihal Hanım ‘Tövbe bismillah’ diyerek geldi. Rıfat Bey bulduğu havluya elini sarıp, eşinin şaşkın bakışlarını görmeden banyodan fırladı. Aceleyle ceketini giyip sokağa çıktı.
Dışarısı buz gibiydi. Bir zaman üşüdüğünü hissetmedi, sonra ceketinin yakalarını kaldırdı. Köşedeki manav Hilmi Beye ilk kez sabah selam vermeden giderken arkasından duyduğu sese dönmeden yanıt verdi.
-Günaydın Hilmi Bey… Bir acelem vardı…
Bir zaman mağaza vitrinlerinde yüzünü aradı. Oralarda da yüzü olmayan bir adam vardı. Soğuk çişini getirmişti, ilk gördüğü tuvalete girdi. Uzun kuyrukta sırasını beklerken tuvalet aynasında yüzünü aradı. Orada da yüzü yoktu. Sağa sola ileri geri tekrar tekrar yüzünü ararken sıradakiler birbirlerine gülerek bakıyorlardı. Tuvaletini yapıp giderken arkasındaki bir genç sırıtarak seslendi.
-Bey baba aynada bulamadığını tuvalette düşürmüş olmayasın.
Ardına bile bakmadan tuvaletten çıkıp gitti. Bu havalarda sahil tenha olur diyerek hızlı adımlarla sahile geldi. Denizden gelen esinti onu daha da çok üşütünce bir sinemaya girdi. Karanlıkta kimseler yüzünü, daha doğrusu olmayan yüzünü göremeyecekti. İkindiye doğru çalıştığı kurumu aramak aklına gelmişti. Ayağını fena halde burktuğu için gelemeyeceğini bildirdi. Bugünü kurtarmıştı. Ama yarını nasıl kurtaracaktı? Canı daha çok sıkılmaya başladı…
Hava kararıncaya kadar eve gelmeyip, kentin tenha sokaklarında dolaşmaya başladı. Soğuk hava iliklerine kadar işlemiş, hapşırık nöbetleri başlamıştı. Titreyerek kırmızı bir burunla eve geldi.
-Sabah evden ok gibi çıkıp gittin. Banyoyu kanlar içerisinde bırakarak. Hem bu saate kadar nerede kaldın. Okeyci arkadaşların dördüncüyü mü bulamamışlar yine.
-Yok be hatun… Şey…
-Ne şeyi Rıfat Bey…
-Biraz fazla mesai yapayım dedim. Şu beğendiğin yüzüğü almak için.
-Öyle mi Rıfat Bey gözlerimi yaşartınız teşekkür ederim.
-Sus be kadın! Benim derdim bana yeter.
-Yaaaa neymiş senin derdin Rıfat Bey.
-Beni görüyor musun?
-Yirmi yıldır görüyorum.
-Ya hatun ciddi ol biraz. Beni sahiden görüyor musun?
-Ne o şimdi de görünmez adam mı oldun. Görüyorum tabi.
-İyi ama ben kendimi neden göremiyorum.
-İnsan kendini nasıl görebilir. Tabi aynaya bakmazsa.
-Tamam bende onu diyorum. Ben aynada yüzümü göremiyorum.
Rıfat Bey sabahtan beri tüm yaşadıklarını eşine anlattı. Nihal Hanım önceleri duruma gülüp geçse de içine bir kurt düşmüştü. Ya eşinin dedikleri doğruysa. Sonunda banyoya gidip birlikte aynaya bakmaya karar verdiler.
-İşte aynanın karşısındayız sevgili kocacığım. Şimdi iyi bak neler görüyorsun.
-Seni görüyorum, fakat yüzümü göremiyorum.
-İyice bak.
-Yahu hatun bugün onlarca kez baktım. Dışarda alay konusu bile oldum. Yok yok yüzüm yok…
Nihal hanımı banyodan çıkarken ürpertiyle birlikte korku sarmıştı. Yirmi yıllık hayat arkadaşı aklını mı kaybediyordu. Uykuları gelene kadar hiç konuşmadan ve birbirlerinden gözlerini kaçırarak televizyon izlediler. Rıfat Bey yatak odasına girerken eşi bir yastık ve battaniyeyi oturduğu divana bıraktı.
-Bugün cezalısın Rıfat Bey. Sabah beni öpmeden çıkıp gittiğin ve haber vermeden geç geldiğin için.
Rıfat Bey bir suçlu gibi divana kıvrılırken Nihal Hanım yatak odasının ardına komodinleri ve makyaj masasını ne olur ne olmaz diye yığınak yaptı Gece yarısına kadar gözlerine hiç uyku girmedi.
Sabah ilk işleri bir psikologdan randevu almak oldu. Aceleyle ayaküstü bir şeyler atıştırıp evden çıktılar. Yarım saat bekledikten sonra içeri girdiler. Psikolog hanım anlatılanları hiç şaşırmadan dinleyip kesin teşhisini koydu.
-Hastalığınızın adı Falfoşrosrosvitrol.
Rıfat Bey ve eşi hiç duymadıkları bu hastalık karşısında birbirlerine şaşkınlık ve korkuyla bakarlarken psikolog hanım meraklarını giderdi.
-Merak etmeyin ölümcül bir hastalık değil fakat günümüzde çok yaygın…
-Adı çok ürkütücü. Bulaşıcı mı?
Psikolog hanım ciddiyetinden beklenmeyecek şekilde hafiften bir kahkaha atarak konuştu.
-Falfoşrosrosvitrol Latince ismi. Türkçesi yüzümüzü görmeme hastalığı. Daha çok yalan söyleyen siyasilerde, yöneticilerde, milyon dolarları su gibi kazanıp harcayanlarda görülür. Bir de
-Evet bir de kimlerde görülür doktor hanım.
-Eşlerini aldatanlarda görülebiliyor hanımefendi.
Nihal Hanım uzunca bir ‘yaaaa’ çekerek başı öndeki eşine baktı. Koluna sıkı bir çimdik atıp psikologdan ayrıldılar. Seansın devamı evde devam edecekti artık.
-Rıfat sen beni hangi şırfıntılarla aldatıyorsun.?
-Yok be hanım, günahımı alma.
-Müdür olduğun günden beri Mualla şırfıntısı kuyruk sallıyor…
-Tövbe de be hanım. Elin garibinin günahını alma.
-Servistekiler öyle demiyor ama.
Bu tartışmalar dakikalarca sürse bile son sözü her zamanki gibi Nihal Hanım söyledi.
-Ya o şırfıntıyı işten atacaksın ya da
-Ya da?
-Hemen emekliliğini isteyip yıllık iznini alacaksın.
-Tabi bir üçüncü şansın daha var.
Rıfat Bey gözü parlayarak eşine sordu.
-Evet bir tanem nedir o şansım.
-Seni boşamam.
Sonunda Rıfat Bey yıllarca beklediği müdürlük koltuğuna altı ay oturmadan veda edip ev erkeği oldu. Mutfakta her sabah eşine kahvaltılar hazırlayıp bulaşıkları yıkadıktan sonra birlikte kadın programlarını izlemeye başladılar… Kısa zamanda aynadaki yorgun ve mutsuz yüzüne tekrar kavuştu.