Kentten uzakta, dede yadigarı bir evde yaşayan küçük bir çocuk, kentsel dönüşüm nedeniyle ailesiyle birlikte zemin kat bir daireye taşınmak zorunda kalır. Yeni evdeki parmaklıklı pencereler onu boğar ve kendisini bir kuyuya düşmüş gibi hisseder. Futbolla teselli bulur ve kalecilikte yeteneğini keşfeder. Ancak babası onun mühendis olmasını ister. Üniversite yıllarında bir 1 Mayıs olayında polisle karşılaşır ve parmaklık korkusuyla kaçmaya çalışırken trajik bir sonla karşılaşır.
Gece, dünkü yüzlerce yıldıza inat kendini bile aydınlatmaya yetmeyen birkaç yıldızla zindan karasından farksızdı. Koca bir tepsiyi andıran dolunay bile yaşanacakları görmemek için bulutlar ardına gizlenmiş gibiydi. Bulutlar her zamankinden daha çok doluydular, dokunsalar ağlayacaklardı. Birden bir köşede unutulmuş bir yıldız karanlık gökyüzünü bıçak gibi keserek kayıp gitti. İşte o anlarda bulutlar içlerinde ne varsa dökmeye başladı. Sonra yağmur geldiği gibi hızla kesildi. Yağmur artık baba ve annemin gözlerindeydi. Erkekler ağlamaz denen babamın gözlerinde iki damla donup dururken annem sessizce ağlıyordu. Ben sabaha doğru terk edeceğimiz dede yadigârı evimize ve bahçemizdeki ayva, elma ve kayısı ağaçlarımıza bakıyordum. En çok da kayısı ağaçlarımızı özleyecektim. Her yaz kayısıları toplar, ellerimle yaptığım pestillerin telde kurumasını beklemeden bitirirdim. Uzun soğuk geceleri az mı sıcak yatağımdan titreyerek bahçemizin köşesindeki tuvalete gitmiştim. Küçük sundurmamız altında babam saz çalarken annem türküler söylerdi yanık sesiyle. Babamdan duyduğuma göre evimiz kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılacak, uzaklarda bir apartmanın zemin katına taşınacaktık. Mahalle arkadaşlarımla belki de birbirimizi hiç görmeyecektik.
Sabah tan ağarmadan gürültüler çıkartan iki dev makine duvarımıza dayandı. Babamın dünden ayarladığı bir kamyonet yağmur tekrar bastırmadan geldi. Kamyonetin yarısını dolduran eşyalarımızı yükleyip giderken evimize son kez baktım. Yorgun yaşlı bir insan gibi bize bakıyordu, gözden kayboluncaya kadar el salladım. Bir saate yakın bir süreden sonra gökyüzüne doğru tırmanma yarışındaki binaların olduğu bir sokağa girdik. Bodrum katta annemin her bahar yeniden badanaladığı beyaz odalarımızın yerini yeni evimizin her odası canlı renklerle boyanmıştı. İlk şaşkınlığım tüm pencerelerimizin önünün parmaklıklarla kaplı olmasıydı. Dışarda ya arabaların tekerleklerini ya da insanların diz altlarını görebiliyordum. Ne masmavi gökyüzü ne güneş ne de yıldızları görebilecektim. Kendimi kuyuya düşmüş gibi hissettim. İki gün sonra mutsuzluğumu gören annem biraz kapı önüne çık belki bir arkadaş bulursun dedi. İstemeden bile olsa fazla uzaklaşma kaybolursun uyarılarını dikkate alarak sokağa çıktım. Birazdan sarı kırmızı formalı iki çocuk yanıma gelip konuştu.
-Yenisin galiba, biz halı saha maç yapıyoruz, sen de gel istersen. Belki yedekten oyuna girersin.
Annemden izin alıp geçtiğimiz yerlerdeki market, cami gibi yerlere dikkatlice bakarak halı sahanın olduğu yere gittik. Sahada formasız çocuk yoktu. Adını sonradan öğrendiğim Kenan siyah beyaz formalıların Kartal sporlu olduklarını söyledi. Bizim takımın adı da Aslan spormuş. Birazdan maç başladı. Çok çekişmeli geçen maçta bizim takımdan bir oyuncu düşüp sahayı terk edince Kenan kaleye geçmemi söyledi. Meğer burada top sahibi ve bazı oyuncular ancak yorulunca soluklanmak için kaleci olurlarmış. Ben kaleme gelen tüm şutları kurtarınca takımım yenilgiden galibiyete geçmişti. Biraz sonra belki de ödül olarak oyuna girmem istendi. Bayram öncesi ayakkabımla topa vurmak istemediğim için önümden geçen toplara hafifçe vuruyordum. Rakip takım kalesi önünde topa sertçe vuruş yapmadığım için gol kaçınca Kenan bağırdı.
-Top bomba değil patlamaz, gelince vur şutu acıma.
Sahada herkesin gülüşmeleri canımı çok sıkmıştı, alay konusu olmuştum önüme gelen topa tüm kuvvetimle vurdum. Takım gooooll diye bağırıp sevinirken ben burnu açılmış ayakkabıma bakıyordum. Başım önde eve gitmiştim. Evde babamdan sıkı bir azar işiteceğimi beklerken öyle olmadı.
-Aslan oğlum dert etme, yenisini alırız. Bunları da tamir ettirip kaleci olursun.
O günden sonra mahalle ve okul takımlarında hep kaleci oldum. Amatör bir takımdan teklif almışken babam okuyup adam olmamı istemişti. Oysa hayallerimde birkaç sene sonra iyi bir takıma transfer olup yüksek bir evde parmaklıklardan kurtulmak vardı. Tüm sınıfları başarıyla geçip babamın çok istediği mühendislik fakültesini kazandım. Her şey çok güzel giderken 1 Mayıs günü olanlar oldu. Fakülte arkadaşlarımızla etrafımız onlarca polis ve Tomalarca sarıldı. Coplanıp yere devrilen arkadaşlarımıza yerde ters kelepçe takılıp polis otobüslerine götürülüyordu. Hapis parmaklık demekti ve ben yıllarca o korkuyu unutmamıştım. Son gücümle birbiri ardına inen coplara direnip yere düşmeden koşmaya başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum, bildiğim polis otobüsüne bindirilip parmaklıklar ardına konmaktı. Son duyduğum acı bir fren sesi oldu. Parmaklıklardan sonsuza kadar kurtulmuştum…