Mehmet Özkendirci
Mehmet Özkendirci

Ördeğin Yeri

featured

Durgun bir denizi andıran Konya bozkırlarında yer tutan tek tük dağlardan birisinin üzerindeydi Dokuzun Beli… Akşama doğru oyundan yorulan köydeki biz çocukların son durağı bu yeri en iyi gören bu tepeydi.

Kamyon, otobüs ve otomobiller savaktan sızan sular gibi ovaya akardı. Bazen dakikalarca bir damla düşmezken bazen birkaçı birbirlerini izlerdi. Dokuzun Belinden otobüs mü, kamyon mu çıkacak diye bahse tutuşurduk. Fakat bu tepeye gelme nedenimiz bahse girmekten öte ‘ganimet’ toplamak içindi. Saatlerce Konya bozkırlarında yol alan kamyon şoförlerine burası aniden kurulmuş bir tuzaktı. Değme pehlivan kündesi yemiş gibi taşıtlar sıkça bu sert virajı alamayıp tarlalara uçardı. Otobüs ve otomobillerin yan yatmaları biz çocukları ilgilendirmezdi. Kamyon kazalarında bellerindeki boş şeker çuvallarıyla zafer çığlıkları atan silahşorlar gibi kaza yerine Koşardık. Tarlaya dökülen onlarca kiloluk meyve, sebze, konserve ve margarinlerin sağlamlarını özenle seçer torbalarımıza koyarlardık. Yaralı şoför ve muavinler ‘talanlarımıza’ kızamazlardı. Bunlarla baba ve abileri ilgilenirdi. Hem biz ölülerden korkardık.

O gün mahmur gözlü şoför yokmuş ki kaza olmadı…Köy tarafında kız çocukları sığırların ardından dökülen tezekleri toplayıp, ikindi ezanı için Mustan çavuşun eli kulağındayken, belden çıkan uzun kuyruklu siyah bir otomobil pek dikkatimizi çekmedi. Siyak kuyruklu günlerdir asfalt yoldan gelip geçen onca araca inat köy yoluna sapınca yerlerimizden doğrulduk. Otomobil toz tepelerini ardında bırakıp önlerindeki yoldan tüm gün davulun dövüldüğü, cırtlak zurna sesine doğru yöneldi.  Tahta atlarımızla bugün atamadığımız zafer naralarıyla otomobili izledik. Otomobilin arka kapısını kirli saçlı, cibil gözlü, diken saçlı ve eğik bacaklı şoför koşarak açtı ve hafifçe eğilerek içindeki adamın inmesini bekledi. Siyah kuyrukludan yuvarlak şapkalı, gümüş köstekli, fırlamakta olan göbeğini zor tutan beyaz kuşaklı dizinden sonra dışarıya doğru bollaşan tuhaf pantolonlu et yığını bir adam oflaya puflaya indi .Büyüklerimiz ‘Hoş geldin sırasına girdiler.

-Hoş geldin Paşam.

-Paşa Efendi, hoş geldiniz.

-Hele şu soğuk ayranı bir için. Hararetinizi alır.

Paşa ayak üstü buz gibi ayranı yudumlarken ,ilk gördüğü andan beri hiç sevmediğim cibil gözlü şoför ,otomobilin arka kapısından bir gölge gibi süzülen kara çarşaflı, ufak tefek, başı öne eğik birinin önüne düşüp bıyıkları yeni ter tutmuş köyün gençlerinden Mevlüt ile birlikte düğün evinin önündeki kapıya doğru yürüdüler. Kapıyı Mevlüt abi birkaç kez yumruklayıp seslendi.

-Hatçe ana misafiriniz geldi…

Soluk mor kadife bohçasınınım küçücük elleriyle sımsıkı tutan çarşaflı kadın eşikten içeriye girince Mevlüt abi  ve cibil kuyrukluya yöneldiler .Mevlüt abi  cibilin yanında fazla kalmadan yaşıtlarının sırtlarını verdikleri köy odasına doğru gitti .Ben tahta atımla yanlarından geçerken Mevlüt abinin sesini duydum.

-Ördek de ne ördekmiş vay be.

Paytak kuşun övülecek nesi var anlamadan arkadaşlarıma karıştım. Akşam, tüm gün çalan davul ve zurna sesleri susmuş, ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı. Küçük kardeşimle yemeklerini hızlıca yiyip sokağa fırladık. Yatsı ezanı susunca gündüzün davul zurna gürültüsüne inat saz ,ud, kanun ve darbuka sesleri diğer evlere doğru yayılıyordu.

-Aslan Mustafa’m

-Amanın Sille Sille çektiğim çille çille…

-Damda bacaları adam sanırdım

-Saffet Efendi

-Aman berber

Daha önce duyup çözemediğim türküler söyleniyordu.  İçlerinde en komik geleni ‘Damda bacaları adam sanırdım’ türküsüydü… Meğer kış gecesi oturak alemlerinden gelen çakır keyifliler damdaki bacaları adam sanırlarmış….

Kardeşimle geniş avluyu duvar diplerinden sessizce geçip bucaktaki samanlığın aralıklı kapısının önüne kadar geldik. İçeriye önce ben baktım. Tüm samanlık duvarlarıyla birlikte halı ve kilimlerle döşenmişti. İçerdeki yeni tad filtreli Samsun, Maltepe gibi çeşitli sigaralar yan yana dizilmiş, içenleri bekliyorlardı. Rakı şişelerinin yanında öbek öbek kuruyemişler vardı…Samanlığın baş köşesinde kaba bir minder üzerinde Paşa bağdaş kurmuş oturuyordu. Birden ensemden kerpeten gibi tutan bir elle tezeklere doğru savuruldum…

-Çekil ülen deyyüs !

Bu cibil gözlü cibilliyetsiz şofördü. Yanında hareketsiz bir gölge gibi duran da Mevlüt abinin dediği kadın olmalıydı… Gözüne daha da küçülmüş geldi. Başı yine öne eğikti ama çarşafını giymemiş. Gri çizgili şalın altında topuklarına kadar inen kadife bir fistan vardı, geniş etekli dar belli. Topuksuz ayakkabısı benimkinden bile küçüktü. Çok istememe karşın o karanlıkta yüzünü göremedim.  Nasıl gözleri vardı küçük yüzünde? İri zeytin taneleri gibi olmalıydı. Cibil gözleri olmaz, olmamalıydı…

Biraz sonra kaşık ve çalgı sesleri sigara dumanlarına bulanıp samanlığın dar pencerelerinden taşmaya başlamıştı bile… Dizlerimin üzerinde sürünerek içeriye son giren kişinin tam örtemediği küçük bir aralıktan içeriye baktım. Samanlığın tam orta yerinde büyük bir sini üzerinde şalından sıyrılan  kadının titremeyen bir parçası yoktu. Bu çelimsiz beden böyle oynamaya pek dayanamayıp, çetnevir tepsilerinden birisinin üzerine düşer diye korkmaya başlamıştım. Siyah uzun saçları yüzünün büyükçe bir kısmını örtüyordu. Gözleri kapalı belki de çok az aralıktı. Acaba birazdan sarhoş olacak aç gözlerden mi kaçıyordu. Bir anını kaçırmadan yüzüne bakıyordum.

Kadın udun yeni nağmeleriyle titremelerini bırakıp fırıl fırıl dönmeye başladı .Yanlara açtığı kollarıyla pervane böceği gibi fırıl fırıl dönerken küçük bedenini taaaaaaa yukarlara çekmeye mi çalışıyordu?

-Yaşaa ördek

-Dön kıvrıl dökül be ördek

-Nur ol be ördek

Pek de erken dökülen ‘rakı acemileri’ peltekleşmeye başlayan ağızlarından ördeğe övgüler yağdırıyorlardı.

Yahu bu ördek, Mevlüt abinin gündüz yanındakilere kasılarak anlattığı ördek miydi yoksa? Bence ufak tefekti ama hiç de öyle ördeğe benzemiyordu.

-Ulan sen hala burada mısın veledi zina !

Benim onu sevmediğim kadar o da beni sevmedi cibilliyetsiz cibil dedi . Kulaklarımı alev alev yanarken tabana kuvvet avlunun ortasından geçip sokağa fırladık . Samanlığın sokağa bakan tüm pencereleri ‘oturak alemine’ alınmayan gençler tarafından zapt olunmuştu. Bize seyir yoktu anlaşılan, kös kös eve döndük.

Rüyama cibilin siyah kuyrukluyu yıkadığı kuyuyu gördü. Ördek kuyudan aşağıya atılmıştı .Ama o döne döne yukarlara taaa yıldızlara doğru yükseliyordu…Ellerinde Paşa’nın körüklü çizmeleri pırıl pırıl parlıyordu. Daha sonra kuyudan salyalı yılanlar çıkıp köyün tüm yollarını kaplıyordu…Galiba rüyanın sonunda siyah kuyruklu Dokuzun Belinden uçuyordu.

Sabah rüyamın üzerinden hafiften bir silgi geçmişti. Kardeşimle düğün evine gittik. Kapıda dünkü davul ve zurnacılar yine iş başındalardı. Davulu zurna gibi bir adam döverken, zurnayı da pancar suratlı davul gibi bir adam öttürüyordu. Yemeklerin yendiği geniş avluya girdiğimizde konukların çoğu oradaydı. Geniş avlunun ortasına otuz kadar büyük tahta sofra vardı.  Bamya çorbası, kuşbaşı etli kapama pilav,zerde, irmik helvası bu kalabalık tarafından yenmiyor, imha ediliyordu. Bir tas çorbaya yirmi otuz kaşık… Kardeşim belime vurup seslendi.

-Abi biz de şuraya çökelim, aç kalacağız.

Yemek kazanlarının sol tarafında kadınlar ve çocuklar otururken sağ tarafında erkekler yer alıyordu.  Erkeklerin en uç tarafında   zar zor yer bulabildik. Avluda kaşık sesleri ‘Zerde ver, etli pilavı tazele, bu sininin şerbeti daha gelmedi’ gibi dolu ağızlarla genirmeleri davul zurna seslerini az da olsa perdelemişti.  Yarım yamalak oturduğum sofranın başında kaşığım çorba kasesinde yer ararken, kadınlar ve erkekler arasındaki duvar dibindeki karartıya gözü ilişti. Bu dün gece oynatılan Ördek’di. Önünde düğün yemeklerinin bulunduğu bir tepsi vardı. Avludaki tüm sofralara inat onun tepsisindekiler sanki taş kesilmişti. Ördek gece elinden düşürmediği kaşıktan korkar gibiydi. Eline bile almadığı kaşık, tepsinin kenarında ters duruyordu.

Kaşığım boş çorba kasesinden kısmetsiz dönerken hala Ördeğin eline kaşığı ne zaman alacağını gözlüyordu. Sofralarındaki son yemek yenirken Ördeğin eli kaşığa uzandı. Yavaşça kalktı ve kâsenin yanına düştü. Birden düşkün omuzları gizli bir çift el tarafından yukarı çekilip tartaklanırcasına sallandı .Yüzünü yine kaldırmadan hıçkırmaya başladı. Yemek gürültüleri içinde bu sesi sanırım kimse duymadı.  Sofralarına yeni yerleşenler vardı. Koca düğünde aç kalan bir o bir de bendim.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!