Yazarımız/çizerimiz Mehmet Özkendirci’den soluk soluğa okuyacağınız bir hikâye daha…
Otuz iki yıl sonra dönüyordu çocukluk ve gençliğinin ilk yıllarının geçtiği köyüne. Dile kolay dakikaların geçmeyi unuttuğu zamanın durduğu otuz iki yıl. Ne yaz güneşiyle ısınmış ne dalında bir çiçek koklamıştı baharda. Seçim öncesi genel af çıkmasa ölüsü çıkardı hapisten. Minibüs yolculuğu boyunca otuz iki sene önce yaşadıkları gözünden bir bir geçti. Sevdiği Munise köyün en güzel kızı değildi ama onun gözü ve gönlünde dünyanın en güzeliydi. Adı gibi munis biriydi, uysal, sakin, yumuşak huylu bir karıncayı bile incitmekten korkan. Askerliğine yakın bir gün başı bağlansın diye nişanlanmış, ilk izin aldığında evleneceklerdi. Munise den gelen mektuplar birden kesilince, evden gelen kısa mektuplar da havadan sudan bahsedilince içine bir kurt düşmüştü. Sonunda köyden arkadaşı Kamil’e yazdı. Kamil önceleri kelimeleri dolandırıp sadede gelmekten kaçıyordu, sonunda itiraf etti. Munise köydeki dört genç tarafından kirletilmiş, ertesi sabah samanlıkta kendini asmış. Hiç düşünmeden elinde silahla firar etti. Yol boyu kirpikleri birbirine değmedi. Köye yaklaşırken her kilometre içindeki ateşi daha çok harlıyordu. Sabahın ilk saatlerine köye geldi. Tecavüzcü gençler siyasetçilerin yakınları oldukları için tutuksuz yargılanıyorlardı. Uykularındayken yataklarında delik deşik etti. Köy mezarlığında henüz taşı dikilmeyen ebedi nişanlısının yanında diz çöktü. Kupkuru gözlerle bir zaman baktığı mezar üzerindeki taşları topladı, yaban otlarına dokunmadı. Mezara sarılıp yattı, sanki Munise’nin kalp atışlarını duyuyordu. Bir an yaşadığına kendini inandırdı, hatta birkaç avuç toprağı kenara attı. Sesler artacağına eliyle kazdıkça yavaş yavaş azalıyordu. Yarısına gelince hepten kesildi. Mezarı tekrar doldurdu, düzeltip yanına uzandı. Ne kadar çok isterdi o anlarda son merminin kendisini Munise’ ye kavuşturmasını. Çevresini saran ondan fazla jandarma bir zaman sessizce onu seyretti.
-Asker silahı bırak teslim ol.
Dört aylık askerliği tüm benliğini sarmışçasına verilen komutla yerinden hızla kalkıp gür bir sesle haykırdı.
-Emret komutanım !
Sonrası ağırlaştırılmış müebbet cezası. Ve beş adımlık kör bir kuyunun dibinde nefes almakta zorlandığı göz gözü görmez yeni dünyası. Hücrede kaç gün kaç gece belki kaç ay kaldığını unutmuşken kapısı açıldı. Hücre cezası bitmişti kalan ömrü hiç tanımadığı insanlarla aynı koğuşta geçecekti. Epey zaman gözlerini açamadı. Hücreye gelmeden namı gelmişti. Gözünü kıpmadan dört kişiyi kevgire çevirmek her canlının yapabileceği iş değildi sonuçta. İçlerinde en belalısı koğuş ağası Antepli Cemal bile içerdeki şaşkın bakışlar arasında ona sarılıp Allah kurtarsın hangi ranzayı seçersen geç arkadaş dedi. Tavana yakın pencerenin altındaki üst ranzayı seçti.
-Allah kurtarsın evlat.
-Benim kurtarılacak hiçbir şeyim kalmadı. Ama sizleri kurtarsın tabi.
-Öyle deme be evlat, gün ola devran döne.
Yan ranzada atmışlı yaşların sonunda şişe dibini andıran gözlüklü adamın başucunda yaptığı raflar kitaplarla doluydu. Daha sonraları yeni komşusu dört duvar dışına çıkmanın en kolay ve ucuz yolu okumak demişti. İnsan okurken bilmediği görmediği yer ve insanları görürmüş. Gözleri yorulunca verdiği mola sırasında bunları öğrenmişti. Adam kendisini sessizce izleyen yeni komşusuna bir kitap uzattı. Her öykü bambaşka yerler, yeni insanlar ve olaylarla tanıştırıyordu kendisini. Kitabı soluksuz okuyup bitirince neden benimde bir öyküm olmasın diye düşündü. Hiçbir öykü yaşanmışlıklar kadar inandırıcı ve etkili olamazdı sonuçta. Her insan ben hayatımı yazsam roman olur der ya, onun ki tam romandı. Kitabı okuduktan sonra gözlerini tavana dikti. Yaşadıkları beyaz bir perdeye aksetmişçesine akıp gidiyordu.
-Hayrola evlat, sıkıldın mı?
-Estağfurullah…Ne haddime Beybaba. Bu kitaplar senin mi?
-Bunlar yasaklı olmayan kitaplarım ve dünya klasiklerinden. Tekrar tekrar okuduklarım. Burada okuyup yazmaktan başka zaman nasıl geçer ki…
-Kitabın yasaklısı mı olurmuş beybaba. Hangi kitap can almış, tecavüz etmiş, insanlara kötülükler yapmış.
-Burada bunları anlayacağın çok zamanın olacak evlat. İnsan bu dört duvarda birkaç üniversite bitirmiş gibi olur. Burada sanatçılar, aktörler, gazeteciler, doktorlar bile var.
-Katillerin tecavüzcülerin hainlerin dışarda kol gezdiği yerde burası daha güvenli öyleyse.
-Maalesef.
Sabah aylar sonu avluya çıkıp gökyüzünü, güneşi görecekti. Koğuşta gözüne batan çiviler dışarda pırıltılı bir gökyüzü altında neler yapmazdı. Hayatta en çok korktuğu kör olmak kaygısıyla koğuştan çıkmak istemiyordu.
-Hadi evlat avluya çıkıyoruz. Derin derin nefesler çek içine, ciğerlerin özgürlük kokusuyla dolsun.
-Sorun ciğerlerimde değil Beybaba gözlerimde…
-Kitapların üzerinde güne eski bir mahkûmun hatırası güneş gözlüğü var. Hücreden çıkanlar avluya çıkarken birkaç sefer onu takarlar.
O gün avluda volta atanlar ya da bir duvar dibinde sigara dumanını sonuna kadar emen uzaklara dalan gözlerle ya suskun ya da kader arkadaşlarıyla konuşuyorlardı. Gözlüklü hali onun hücreden yeni çıktığını gösteriyordu. Önünden geçenler, arkadaş aramıza hoş geldin demelerine ne cevap vereceğini bilmiyordu. İğrenç bir şaka mı yapıyorlar yoksa kör kuyudan çıkışını mı kutluyorlardı. Yeni arkadaşıyla volta atarlarken mahkûmlar hakkında yeni bilgiler ediniyordu.
-Evlat buradakilerin çoğu suçlu değil. Ya bir iftiraya uğramışlar, ya sağlam bir dayıları ve iyi avukatları yok onu savunacak. Mesela aynı suçu işleyen iki mahkûmdan birisi takım elbise giyip birde kravat takarsa hakimler iyi hal indirimi bile yaparlar. Dayın varsa kaldırımda adam ez öyle gece yarısı yatağından apar topar alınmaz bir gün bile tutuklamazlar, aylar sonu suç dosyaları bile hazırlanmaz. Birde misafir mahkûmlar var ki onlar burada fazla kalmazlar. Havalar soğuyunca veya günlerce aç kalanlar küçük bir suç işleyip koğuş palaslarına dönerler. Şu yanlarında birkaç korumayla gezen kalantor ve mafya babaları var ya onlardan uzak tut. Her türlü beladan sıyrılırlar. Birde benim gibi kalem suçluları var, yazarçizerler olarak. Mesela şu ince kuru bir dala benzeyen adam meşhur ressam-karikatürist Turan Mengüç. Birçok sergisi ve ödülü var yurt içi ve dışında. İstese boğazda bir evi olabilirdi, ama o yaşadığı topluma borcunu ödemek için burayı seçti. Bir karikatürü gölgesinden korkanları rahatsız etti üç yıldır burada…
-Bende ilkokulda çok iyi resimler çizerdim. Duvar gazetemizde en çok benim çizdiklerim yer alırdı. Öğretmenim ilerde senden büyük bir ressam olacak derdi ama ortaokulu yarım bıraktım babam vefat edince. Askerde bile arkadaşların karakalem resimlerini çizip az da olsa harçlığımı çıkarmıştım.
-Neden burada devam etmiyorsun. Burada kiminin parasını kiminin duasını alırsın. İlk benden başla, reklamın olur. Bir onluk veririm.
-Beybaba senden de para alırsam yazıklar olsun bana. Kantinden defter kalem alsan çok bile.
Kısa zamanda resmini çizmediği koğuş arkadaşları kalmadı. Kalantor ve mafya babaları eşlerini, çocukları sevgililerini çizdirmek için sıraya girdiler. Ünü kısa zamanda diğer koğuşları sarınca idarecilerin dikkatini çekmişti. Bir gün müdür makamına çağırdı.
-Yahu sende ne cevherler varmış. Benim hanımla bir resmimi çizersen kovuşta ticari faaliyet yapmana izin veririm. Çok iyi olursa vali beyinde resmini çizersin. Bakmışsın protokol sıraya girer, haftaya gelecek bakan bey içinde güzel bir sürpriz olur. Renkli çizersen malzemeleri başgardiyana söyle alsın…
Korkudan ayakları titreyerek girdiği odadan çıkarken sevinçten uçuyor gibiydi. Olanları Beybabasına anlattı. Piyango sana iyi vurmuş evlat, yakında açık ceza evine bile alırlar, kral gibi mahkûmluk yaparsın derken birlikte gülüyorlardı nasıl mahkûm kral olacağına. Ertesi sabah defter ve kalemle müdürün odasına geldi. Müdür ayrı ayrı çekilmiş fotoğraflarını birlikte çizmesini isterken, hanımı biraz genç çizersen iyi olur fotoğraf üç yıllık dedi. Öğleye doğru çizim bitince müdür sırtına şiddetli bir yumruk indirdi.
-Ülen hergele sende ne marifetler varmış. Yemin olsun bizi artist gibi çizdin. Hanım çok sevinecek.
Sonraki yıllar tuval başında fırçalarla geçti. Bakanlık örnek mahkûm ödülü verdi. Beybabasını dört sene sonra tahliyesine günler kala kaybetti. Seçim öncesi genel af ilan edilince pek sevinemedi. Keşke ustası bu günleri görseydi sevdiklerinin yanında uzun yıllar yaşasaydı. Gidecek bir yeri yoktu Munise’sinden başka. Bir gün Munise’sinin resmini çizdi hiç gözünden silinmeyen haliyle. Yıkılmakta olan silik mezar taşına dayayıp onunla saatlerce konuştu. Okuduğu kitaplardan ezberlediği şiirler okudu. Canı sıkılmasın diye hiç gitmediği yerleri birlikte gezdiler.