Mehmet Edip Ören
Mehmet Edip Ören

Yerli ve Milli Kaşeli Oyun

Yerli ve Milli Kaşeli Oyun

Geldik Kasım’ın sonuna…
Resmi olarak birkaç gün sonra Sonbahar’ı uğurlayacağız; Aralık, Ocak ve Şubat aylarından oluşan Kış’a merhaba diyeceğiz. Memleket yangın yerinden farksız, 8-9 şiddetinde deprem yaşamıştan beter halde. Kış öncesi bu durum ister istemez rahmetli Demirel’in “Kara kışı geçirsinler de görek” lafını zihinlerimize düşürdü. Kaldı ki karakış girmedi bile… Bu sefer, merhaba sizlere can dostlarım. Merhabalar…

Beni çoğunuzun tanımış olması gerekir. Günlük ve sûni gündemlere mümkün olduğu kadar girmemeye gayret ederim. Neticede iş oraya gelir dayanır ama sıkı bir direnç gösteririm.

Uzun zamandır yazmak istediğim bir konu vardı. Nasip bu güneymiş. Şu bizim meşhur TUİK’i hepiniz bilirsiniz. Rakamları araştırarak ve piyasaya göre değil; talimatlara göre yayınlar. Onun için en iyimser biçimde, (×2) demek hepimizi doğruya biraz daha yaklaştırır…

Bu gün işsizlik rakamlarını ve onun arkasındaki gizli resmi gözleriniz önüne sermek istiyorum.

Başta muhalefet olmak üzere hepimiz, genel işsizliği değerlendiririz. Şu kadar artmış, bu kadar eksilmiş diye konuşma hedefleri oluştururuz. Çok nadir olarak “Genç işsizlik” rakamları gündeme gelir. Ben bugün buradan hareketle yaklaşımlarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bir ülkenin genç nüfusu ne kadar çok ise, üretime güveni de o kadar çok olur. Teknolojide zirve yapmış yaşlı Avrupa’nın en büyük korkusu, dinamik ve genç nüfuslu Türkiye idi… Bu korku onları bazı çalışmalara itti. Bugünkü konumuz o değil; neticesi…

Belki başka bir yazımızda oraya da gireriz. Bizi AB’ye almamalarının en önemli sebeplerinden biri olan vaka bir kenarda dursun… Üretim patlaması yapacak, teknoloji devrimi gerçekleştirecek, donanımlı genç nüfus son yirmi yıldır marûz kaldığı muamelelerle bir köşede paslanmaya terk edildi.

Yolunu bulanlar yurt dışına giderek, faydayı bilerek veya bilmeyerek aleyhimize tersyüz ettiler. Bir Sancar Hoca, bir Uğur Hoca ve bunun gibi adı bilinen veya bilinmeyen niceleri yurtlarında kalsalardı ne olacaklardı…

Kısır akademik çatışma ve menfaat sisteminin çarkları arasında paramparça olacak ve bir köşede her ay maaşını almaktan başka hiç bir gayeye sahip olmadan, 67 yaşlarını bekleyeceklerdi…

İşte durumun özeti bu…

Oyun; kaliteli, bilgili, donanımlı genç nüfus üzerine kurgulandı. Netice ne mi oldu? Hep birlikte görüyoruz…

Çanakkale Savaşı, bir tanıma göre “Okumuş savaşı”dır. Başta, Tıbbiye talebeleri askere koşmuştur. O güzide lisemiz, Galatasaray bile neredeyse tam kadro Conkbayırı tekmillerinde hazır bulunmuştur. Bu yüzden uzun süre belimizi doğrultamadık. Okullar doğal olarak 5-6 sene mezûn veremediler… Bu durumun post modern halini şimdiki iktidar içerde yapıyor… Pırıl pırıl, Memleket aşkıyla yoğrulmuş, yüksek lisanslar, doktorolar yapmış, imkân verilse boşalmış zemberek misali ülkesini şaha kaldıracak genç güçler, kahve köşelerinde asgari ücretle atanacakları işleri beklerken; çürümekte ve umutlarını dahi yitirerek, işsizlik listesinin bile dışına itilmekteler…

İşte başta siyasilerimiz, onun da başında muhalefetin bakacağı konu ve resim budur. Bu tablo düzelmediği sürece, türevleri de umut vermekten uzaklaşır, benden söylemesi…

“Yerli ve Milli” kaşeli oynanan uluslararası oyun görülerek, dahili işbirlikçiler ile yollar hemen ayrılmalıdır. Yoksa yurdumuzu talan olmaktan ve de tasviyeden kurtaramayız…

Tasviye ve talan demişken başka bir konuya da parmak basma ihtiyacı hasıl oldu. Artık, havaya atılan taşın sadece bir kuşa değmesinin önemi kalmadı. İkinciye, üçüncüye hatta dördüncüye de değmesi isteniyor ve de bekleniyor. Geçtiğimiz günlerde haberlere, Edirne’ ye gelerek alışveriş yapan Bulgar vatandaşlarının görüntüleri düştü. Ülkelerinde peynir 10€ imiş burada 50 TL ( 4-4.5 € ). Kıt beyinlilerimiz sevindi, “Bak adamlar perişan, bizdeki ucuz mallara hücûm ediyorlar” diye… Ben size Bilo’nun da anlayacağı şekilde anlatayım… Orda ortalama 2000 € maaş alan kişi aylığıyla 200 kg peynir alabiliyor. Bizde ülke ücreti olan asgari ücreti ( 2800 TL) alan kişi ise 56 kg peynir alabiliyor. Memleketinde maaşıyla 200 kg peynir alabilen kişi, Edirne’ye gelince, bizde 5€ ( 50 TL ) olan peynirden 400 kg alabiliyor diyeyim, değerlendirmeyi içinizden siz yapın. İşin içinden çıkamazsanız da “Almanya, Fransa, Amerika perişan, biz bolluk içindeyiz” safsatasına sığının…

Bu arada yuvarlak kafasında sivri zekası olanlar itiraz edebilir. “İhracaat için yırtınıyoruz, adamlar ayağımıza geliyor hala hoşnut değilsin” diyebilirler. %50 haklısınız ama o dediğiniz, bütün dinamikleriyle üretim patlamalarının olduğu zamanlar için geçerlidir…

Çiftçisi tarlasını ekmekten vazgeçmişse, besici süt hayvanlarını kesime yolluyorsa, üretim dibe vurmuşsa, bir aralar kendine yeten yedi ülkeden biriyken, Bulgaristan’dan saman Amerika’dan nohut, mercimek; Rusya’dan buğday alır hale gelmişsek, dedikleriniz geçerli değildir..

İşin ucu nereye dayanıyor? Başta anlatmak istediğimiz noktaya geliyoruz… Şimdi taşlar zihninizde yerli yerine oturmaya başladı mı?..

Bu başarı gibi gösterilen olayların muhtemel neticelerine de bakalım mı? Geriden gelen üretim yeterli olmadığı için, arz talep dengesi gereği peynir 70-80 TL’ye çıkar… Bulgarlar, artan kur avantajıyla gene teneke teneke götürürler, bizler de sadece vitrinlere bakarak hayal aleminde peynir tüketebiliriz…

Şimdilik başka bir konuya bulaşıp zamanlarınızı almayayım. Bunun yarını da var. Hepiniz Allah’a emanetsiniz. Hoşça kalınız…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!