Eski yılı yollayacağımız son soluğa geldik. Allah nasip ederse önümüzdeki buluşmamız, yeni yıl da olacak… Ülkemizde gene yeni dinin mensuplarıyla gerçek Müslümanlar arasında kutlamalar ile alakalı mutat ve abuksubuk tartışmalar devam edecek… Ey örümcek beyinliler. Yılbaşı kutlamaları, öz be öz Türk adetidir. Esas adı da Nardugan Bayramıdır. Bunu geçtiğimiz yazılarımda teferruatlı olarak ele almıştım… Detay bilgi ihtiyacı olanlar meşhur Sümerolog Sn İlmiye Çığ Hanımefendi’nin bu konudaki eserlerinden istifade edebilir… Bu günün İsa Peygamberin doğumuyla hiçbir alakası yoktur. Sadece bir zaman dilimi başlangıcıdır. Ayrıyeten dinimize göre O’ da bizim hak peygamberimiz değil midir? Sadece o mu? Musa da Davut ta vs. hepsi bizlerin de din büyüğüdür. Düşman olan mensuplarıdır… Müslüman olduğu halde Suud ve Suriyeliler bize düşmanlık yapıyor. Bu yüzden Hz. Muhammet’ten(SAS) vaz mı geçiyoruz… Sadece cahil olanlar kıt beynini kiraya verenler yeni yıl başlangıcını dostlarıyla , yakınlarıyla birlikte karşılayanlara “Bunlar Gavûr” diyebilir… Her neyse fazla uzatmadan işimize bakalım… Merhabalar olsun hepinize…
Siyasal ikballeri için dinimizi kullananlara itibar etmeyin. Eğer gerçek “Mürşit” arıyorsanız siyaset dışına bakınız. Bana göre her kim ki “Siyasetten uzak durun” demişse de ona dört elle sarılın, kim ki Cumhuriyete ve değerlerine bağlıysa peşini bırakmayın sürekli ufkunuza alın, deyip içimizi özetledikten sonra yolumuza devam edelim…
3-5 yazıyı yıl özeti yapıp ucuz bölgeye girmeyeceğim. Ayrıyeten yılbaşı arifesinde sinirlerinizi de bozmak istemiyorum. Uzun zamandır “Nostalji” yazılarını okuyamıyoruz diyenlerle de helâlleşmemiz lazım , diyerek zaman yolculuğuna çıkalım mı?
Sağ olsun Mansur Başkan çok güzel otobüsler almış. Birine bindim, epey hoşuma gitti… Şöyle bir geriye doğru yaslandım. Gözümü çok uzaklara diktim. Bakalım neler gördüm… Busing‘i hatırlar mısınız… Ankara’nın eski otobüslerinin markasıydı. O zamanlar araçlara arka kapıdan binilirdi. Koridorun başında biletçi bulunurdu. “Yürüyelim beyler, inişler ön kapıdan” diye sürekli seslenirlerdi. İnmek isteyenler, ilk başlarda “İnecek var” diye seslenirdi. Daha sonraları koridor üstündeki tavana, şoförü sesli olarak ikaz eden 1-2 tane düğme kondu. Bulunulan yerden uzanıp çaldırmak zor da olsa başka çare yoktu ama gene de düğmeye bastın basmadın münakaşaları mutlaka olurdu… Bu yüzden uzanılacak yerde de olsa , birinden “Lütfen düğmeye basar mısınız” talebi, şahidiniz olması bakımından tercih edilen kurnazlıklardı… Şaşıracağınız bir şey söyleyeyim mi? Çocukluk dönemim belediye otobüslerinde sigara içilebilirdi. Koltukların arkasında , açılıp kapanabilen küllükler vardı. Bilmem hatırlayanınız çıktı mı ama böyle idi. Boynuzlu lafı beyinleriniz de bir çağrışım yapıyor mu? Aman ha argo anlamını aklınıza getirmeyin… “Boynuzlu“, Halkımızın troleybüslere taktığı bir isimdi. Elektrik telleriyle irtibatı sağlayan üzerlerindeki çıkıntılar bu adla anılmalarına kaynak olmuştur… Bağlantıları yüzünden hep sağdan gitmek zorundaydılar. Araç sollama kabiliyetleri yoktu. Önlerindeki araç park ettiğinde yolun açılmasını beklemek zorunda kalırlardı… Esas sıkıntı kavşaklar da boynuzun çıkması idi. Bu durumlarda şoför iner eliyle duruma müdahale ederdi… Dikimevi-Bahcelievler ve Yıldırım Bayezit Meydanı-Farabi hattında çalışırlardı… Diyelim ki Ulus’tan bindiniz Opera’yı da vukuatsız geçtiniz, ekseriyetle Kızılay Meydanı’nda o boynuz mutlaka çıkardı… Meydanın ortasında silindirik platformda bir trafik polisi akışı yönetirdi… Onun el işaretlerini sıkılmadan uzun süre seyredebilirdim… Hatırladığım kadarıyla, o silindirik platform da ya Fay ya da Pro sabun reklâmı olurdu… Garibim trafik pilisinin işi zor idi. Hele sık sık çıkan boynuzlar da yok mu, durumu keşmekeş hale getirirdi… Zaman, RTE’nin dediği gibi herkesin iki, apartman görevlilerinin bile araç sahibi olduğu dönemler değildi. Koca mahallede ancak 2-3 araba bulunduğu devirlerdi. Bu yüzden biletçiler biraz da gıptayla bakılan kimselerdi… Fıkralara bile konu olmuşlardı… Baba oğluyla konuşmaktadır. “Artık vakti geldi söyle bakalım, ilerde ne olmak istiyorsun” der… Oğlan: “Babacığım öyle bir mesleğim olsun ki altımda araba, cebimde para dolu olsun isterim” deyince, küçük kardeş atılıverir… “Babacığım ben anladım, ağabeyim otobüs biletçisi olmak istiyor”, der… Halk arasında EGO için yakıştırılan çeşitli benzetmeler vardı. Birçoğunu burada yazmamız, basın ahlâk kuralları bakımından mümkün değil. Benim en koşuma gideni “Erken Gelen Oturur” idi… O zamanlar otobüse file ile binmek doğru değildi. Şoförlerin bir kısmı da zaten almazdı. Poşetin icat edilmediği dönemlerde filenin deliklerinden dışarı taşan sivrilikler diğer müşterileri rahatsız ederdi. Ben şahidim. Bu yüzden kaç tane kadının çorabı kaçmıştı… En çok da çocuğun yaşı sorun olurdu. Altı yaşına kadar ücretsiz oluşunu lehlerine değerlendirmek isteyenler neredeyse on yaşındaki çocuğa bilet almak istemezlerdi… Daha anlatacak ve sizlerin hafızalarına dokunacağım çok konu var ama şehirlerarası otobüsler için geçerli olan bir konudan da bahsederek bitireceğim… Mesela Ankara’dan İstanbul’a gidiyorsunuz. Bindiniz, yola çıktınız… Bolu’ya geldiğiniz de, Adapazarı’na geldiğiniz de, Kocaeli’ne ve de İstanbul’a geldiğiniz de şehrin girişin de durup görevli trafik polisine elinizdeki belgeye saat bilgisini işletmeniz gerekirdi. Bu yolla sürücülerin hızlı gelmeleri önlenmeye çalışılırdı… İçinizden geçeni tahmin ediyorum. Durumu ıskartaya çıkarmak uzun sürmedi. Kontrole en yakın dinlenme tesislerinin ciroları fırladı… Kaç dakika erkeni varsa, kaptanlarımız o kadar mola verdiler ve sorunu çözdüler… Bu uygulama İstanbul’da bir mahallin doğuşuna da vesile oldu… E-5’in bitiş noktasındaki yerin yani sola devamın Kadıköy düz gidişin Harem olduğu kavşak ve bölgenin adı “Trafik” ti. Genelde yolcular otobüse binmek için oraya gelirdi… Taksiciye “Trafiğe çek” dendiği zaman hemen hareket ederlerdi…
Bir yılı uğurluyoruz. Yeni yıl İnşallah hayırlı ve uğurlu olur… Hepinizin “Nardugan Bayramı“nı kutluyorum. Allah’ a emanet olasınız. Hoşça kalın…