Yazar Mehmet Edip Ören, “Dünden Bugüne Türkiye Manzaraları” başlıklı yazısında kişisel hata olasılığını kabul ederek başlıyor ve Dünya KOBİ Günü’nü unutması gibi deneyimlerinden bahsediyor. Metin, ekonomik söylemlerin güvenilirliğini sorgulayarak ve gücü kötüye kullanma iddialarına atıfta bulunarak eski bir belediye başkanının halk tarafından sevilmesini, mevcut siyasi figürlerin yolsuzluğunu ve Sinan Ateş cinayeti gibi olayları ele alıyor. Yazar, İsrail’den “Üstün Cesaret Madalyası” alması gibi konuların eleştirilmemesinden ve başörtüsünün anayasal güvence altına alınması çabasının arkasındaki istismarcı niyetlerden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Son olarak, Türkiye’de muhalif yazı yazmanın zorluklarını ve eski bir amiralin “Türkçülük” hakkındaki tartışmalı yorumlarını tartışarak yaşlılık ve kişisel muhasebe üzerine düşündürüyor.
İnsan ne kadar tecrübe sahibi de olsa bir yerde hata yapabiliyor. Bu durumdan Ben de muaf değilim… Her neyse, klasik köşeciler gibi, sizleri merakta bırakarak, iki sayfa okutmayayım. Dünya Kobi Gün’ünü es geçmiş, unutmuşum. Ertesi gün, ciddi bir kanalın ana haber bülteninde dinleyince anladım ama, At-Üsküdar meselesi… Hepinize merhabalar olsun. Türkiye neydi… Doğru, birden büyüktü… Kimse unutmasın. Bunu er geç göreceksiniz…
“Yalancının…” lafının kıymetini anlayanlar, sözüm size değil. Henüz keşfedemeyenler, vakit kaybetmeden derhal başlayın, kısa zamanda, tiryakisi olacaksınız… Başta ekonomi olmak üzere ilgililerden öyle laflar duyuyoruz ki, gel de yalancının… deme.
Bir insan, kısa zamanda bu kadar çok nasıl sevilebilir. Rahmetli Manisa Büyükşehir Belediye Başkan’ından bahsediyorum. Evet, birçok rant musluklarını kesti. Akrebin deliğine çomak soktu tamamda yeterli değil. Bunun için geriye doğru bakmak gerekiyor. Bir önceki Başkan kim. MHP’den seçilen, elli şaibeye bulaşmış, hepsini saymaya kalkarsam, bir yıllık hacmim tükenir… İşte bizim yuvamızdan kopma resimlerimizden biri… Sinan Ateş’in torbacılara vurdurulması da benzer başka bir resim.
Küçük Kripto, nihayet eline bir alyans alıp, birkaç cümlecik de olsa hesap sorma provası yaptı. Uzun sessizliklerin arkasından, şimdilik idare etsin… Peki bu meydan amigosunun aklına hiç mi gelmiyor… İsrail’in verdiği “Üstün Cesaret Madalyası” Bu kritik günlerde, bana göre her gün sorulması ve de iadesi için baskı yapılması gerekmez mi?
İstismar edile edile bir kıymeti kalmamış, posası çıkarılmış, başörtüsünden gene medet umulmakta. Çünkü arkasına sığınılacak başka bir şey kalmadı. Beyni kirada, biat ehli, feraseti makbul cahil kitlemiz, maalesef hala %20’ler civarında. En azından bunları elde tutmak lazım. Bu yüzden Anayasa’ya, basörtüsü güvencesi (!) konmak isteniyor. Bu öne sürülerek, Saltanat Maddesi geçirilecek. Türkiye’nin birinci partisi haline gelen CHP’nin Yönetim kademelerinde bile, kapalı kimseler olması, istismar ehli ve mağdurlarını etkilemiyor.
Türkiye’de yazı yazmak, hele hele muhalif yazılar yazmak neredeyse imkansızlaştı. Bir kesim gerçeğe dayanmayan, konuşulanlara veya dedikodulara dayanan gerekçelerle, insanları suçlu ilan edip linç ederken, diğer tarafım meşru müdafaası bile engelleniyor. Hatta suç sayılarak tutuklamaya kadar gidebiliyor… Türkiye’de normal hale gelen bu durum Dünyadaki yerimizi dibe vurdurdu. En azından bunu düzeltmek için, belli yazarların, ben dahil yazıları, okey almadan yayınlanmamalı. Yazım bittikten sonra, ilgili yere gönderilmeli, orası gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra bizim adımıza gazeteye yollayabilir. Böylece, başta Silivri, hapishanelerimiz de rahatlamış olur.
Başlarken aklımdaydı, az daha gene unutacaktım. Bir muhalif kanala çulu sermiş, artist bir emekli paşa, pardon amiral var. Adı Türker Ertürk. Bu kadar çok Türk olunca, onun Türklükle bir problemi olması gerekiyor. Nitekim bir yayında ağzından da kaçırdı. İran-İsrail Savaş’ı sırasında, Tebriz Başkentli Güney Azerbaycan, ana milletine kavuşur mu düşünceleri seslendirildiğinde, “Turan Damarları kabarmasın” gibi laflar etti… Bak artist… Daha devlet sahibi olmamış Kürt bile “Büyük Kürdistan“dan, Ermeni “Büyük Ermenistan“dan bahsederken, Yunan, Megalo – İdea diye haykırıp Anadolu’dan Trabzon’dan, dem vururken, İsrail “Vaat edilmiş topraklardan”, Suriye bile “Hatay” dan bahsederken, Dünya’nın en eski kavminin eski halini özlemesi, hayal bile olsa “Turanımız” seni niye bu kadar çok rahatsız ediyor?
Bizim yaşlarımız genelde “Sonbahar” olarak değerlendirilir. Biliyorsunuz, Sonbahar, hüzün ve de şahsi değerlendirme, hesaplaşma çağıdır. Bu dönemin başka bir özelliği de yakın geleceğimizi seyretmektir. Nasıl mı şöyle : Büyüklerimizin, hastalarımızın, muhtaçlarımızın yaşadıkları, aynı filmin tarafımızdan da yaşanacağının uyarısıdır. Bu yüzden, bu dönemlerde yaptıklarımıza çok dikkat etmeliyiz, çünkü aynısı, hatta fazlasıyla karşımıza dikileceklerdir… Sadece şahsi bazda değil, Ülke ve yönetenler tarafında da durum benzerlik arz eder. Bu yüzden, muhatap ve rakiplerine yaptığın bir müddet sonra nasibin olabilir…
Allah’a emanetsiniz. Hoşça kalınız…