Ağustos ayı da yavaş yavaş valizlerini toplamaya başladı… Sevdiğimiz birçok kişiyi de yanına alarak sonsuzluktaki yerini almaya hazırlanıyor… Türk’ün zaferler ayı bu sefer bizi fazla sevmedi… Her türlü felâketini üzerimize saldı. Acaba kavmine ihanetin son noktalarına gelişimiz, O’nu çok mu kızdırdı… Hepinize Merhabalar…
Bugün sürekli olarak , çeşitli vesilelerle gündeme getirdiğim birkaç tehlikenin ve kumpaslar silsilesinin son ve çok vahim yeni boyutlarını ele alarak yazıma başlamak istiyorum… Çok değerli kardeşim ve okurum sevgili Taner Yalçın, başından beri söyleyegelmiştir. Telif hakkı kendilerine ait olmak şartıyla, mahreç göstererek iktibas etmek istiyorum… Derler ki: “Türkiye’nin önemli iki DB(Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal) sorunu vardır. Bunlar halledilmeden memleketi düzeltemeyiz“. Deniz, lastiği patlayınca yerine apar topar getirilen Kripto K.K. bayrağı kapmış, daha ileri götürmek üzere atağa kalkmıştır… Sürekli Tek Adam sisteminden şikâyet ederek yegâne tek adam olmuştur… Bunun için harcanmadık kimse de bırakmamıştır… Kolluyormuş gibi görünerek harcamak istediği son kişi, Beylikdüzü’nde parlayan İmamoğlu olmuştu. Onu RTE-Milyarali ikilisinin önüne atıp çıtır çıtır yenilişini seyredecekti ama hesap tutmadı… Öte yandan Ankara’dan Mansur Başkan da halkın üzerine güneş gibi doğunca, Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda Kemal Efendi’nin ismi gündeme bile gelmez oldu… Danışıklı , kayıkçı kavgası neticesinde sanki mecbur kalmış gibi “Ben de olabilirim” demeye başlamıştı ki, oluşan tepkiler yüzünden çark ediverdi… Böyle giderse RTE nin ikinci kere seçilme şansı çok zayıflamıştı… Kripto sistemler acilen devreye girerek, can havliyle , başkanlarımızın “Onlar halka lazım. Bir dönem daha gelmeleri gerekir” martavalıyla önleri kesildi… Her iki başkan da görüş beyan etmedi. Kaale almadılar…Çok ta iyi yaptılar. Biz millet olarak, İstanbul veya Ankara yerine tüm Türkiye’nin iyi yönetilmesini daha çok tercih ederiz. Belediye Meclislerinde AKP-MHP çoğunlukta. Bu durumda, İstanbul daha önemli. Ankara’nın 1-2 yıl feda edilmesi daha uygun olur görüşündeyim… Kripto, mutlaka biliyor, muhalefet kendisini kabul etmez… O da eski ve gizli aşkı Abdullah’ı çatı aday olarak piyasaya sürmeye hazırlanıyor… Bunun anlamı da , RTE’nin ezici çoğunlukla kazanması demektir… Ben bile RTE ve Abdullah’ın son ikiye kaldığı seçimde oy vermeye gitmem ama mecbur kalsam RTE derim… Çok çok daha ince hesaplar, ihanetler, kumpaslar var ama şimdilik bu kadar yeter. Gerisi ileride belki…
Görevden ayrılanlar ve halihazırda göreve devam edenler tarafına baktığımız zaman klasik bir cümleyle karşılaşıyoruz… Dezenfektancı Ruhsar’dan tut, sadece boynu eğri olmayan Bakamıyandan TRT Gn. Md.’ne , oradan Rektörlere kadar kim görevden alınırsa klasik bir beyanat veriyor. “Bizi bu göreve atayan CB’ye teşekkür ederiz” Bu ne demektir biliyor musunuz? Aksi bir davranışımızın karşılığını, çoluğumuzdan, çocuğumuzdan bile çıkartırlar korkusu… Yani korku İmparatorluğunun en son ve de doğal sınırlarına ulaşması durumu… Bu aralar, sıkça yaşadığımız felaketler esnasında ve sonrasındaki Bakamıyan beyanatlarına dikkat ettiniz mi? “Cumhurbaşkanımızın emir ve talimatlarıyla” diye başlayan cümle harici bir şey yok… Bunun tercümesi de şu: “Ben bir hiçim. O ne derse , onu yapandan başka bir şey değilimdir…” Peki bu durumda, bu zavallılardan niye üstün bir performans bekliyoruz? Onların yapacakları mevcudun ötesine geçemez ve bizde daha iyi bir duruma mümkün değil gelemeyiz… Bu yüzden halihazır bütün zavallılara çok acıyorum. Allah ben dahil kimseyi böyle kötü bir duruma düşürmesin. Bunlar Ağalarının ikbali ve zarar görmemesi için, gerektiğinde buruşturulup atılacak mendiller…
Sel felaketi diye söyleniyor ama alakası yok. Bu düpedüz doğanın intikamı… Birkaç kere haklı olarak methettim. Gidip görmenizi salık verdim. Acaba nazarım mı değdi… O güzelim coğrafya Abana-Bozkurt perişan ötesi , felaket ötesi bir durumda…Siz otoyol yapacaksınız, istimlâk parası vermemek için, güzergahı ormanlardan geçireceksiniz… Uluslararası ve yerli kartellere maden imtiyazları verip, Kazdağları gibi, doğa harikası, Allah emaneti yerleri talan edeceksiniz, ettireceksiniz… 400 metrelik dere yataklarını 15 metreye düşürüp, imara açacaksınız. Bütün bunlara ilave, badem zihniyetini ve liyakatsizliğini ilave edeceksiniz ve de sonra çıkıp, Allah’ın Afeti diye, işi her zamanki gibi Yaradan’ın sırtına yıkacaksınız… Ne kadar kolay bir yol… İnanmaya hazır, inanmazsak kâfir oluruz diyecek zavallılar da fazlasıyla mevcut… Bir merak ettiğim konu da başı çullu ablalar bir ara kapı kapı dolaşırlarken, İzmir (Onlar Gavur der) Depremi için “Allah’ın ikazı” diyorlardı… Peki Reyisin memleketi, hani bazılarınız mübarek topraklar diyor ya… Rize’de sürekli sellerle boğuşuyor… Bu da Allah’ın başka bir ikazı olabilir mi? Siz ona da bir kılıf bulursunuz. Nasrettin Hoca’nın yaklaşımı misali, “Yaradan, o mübarek topraklara rahmetini ziyadesiyle veriyor” dersiniz… İnanacak çoook… Dönelim konumuza… Ben yaptığım programlardan ve belgesellerden kaynaklı birçok bilgiye sahibim. Bunlarda bana değerlendirme yapma imkânı veriyor. Bu çerçevede soruyorum… Tomruklar dere yatağına niye istiflendi? Genelde, İşletme Müdürlükleri arazisinin uygun yerlerine depolanır… HES kapağı niye açıldı? Esasında açılmasa baraj patlayabilirdi. Bunun için kapaklar açılıp dere yatağına su vermek olağandır… Bu iş meteoroloji ile koordineli yapılır. Aşırı yağış ihbarından önce tahmini miktar su yatağa , birkaç gün boyunca yavaş yavaş bırakılır. Böylece gelen yağış, barajda absorbe edilebilir, mevcut yatağa aşırı su bırakılması önlenebilirdi… Yağış her zaman olduğu gibi alt katlarda ufak tefek tahribatlar yaparak çeker giderdi… Üç gün önceden, benim bile okuduğum MGM ikazları demek ki dikkate alınmamış… Gelelim tomruklara. Hangi beyinsizin sebep olduğu depolama harikası durum yüzünden , serbest kalan tomruklar, bir çiviye vuran çekiç gücüyle binalara saplanmış, köprüleri yıkmış, felâketin baş aktörlerinden biri olmuştur… İşin ehliyle daha teferruatlı değerlendirme yapabilirim ama şu an genel okuyucuya yetecek bilgilendirmeyi yaptığım kanaatindeyim… Bu arada , birçok dostum, bizzat arayarak durumumdan haberdar oldular. Hepsine can-ı gönülden şükranlarımı sunuyorum. Kastamonu İl sınırları içinde olmamıza rağmen, Ilgaz Silsilesindeyiz. Burada sel olması için ikinci Nuh Tufanının olması gerekiyor. Bizler iyiyiz ama ne ocaklar söndü. Allah hepsine rahmet eylesin. Âmin…
Bir ara, daha doğrusu gençliğimde , yayın hayatında olan Tercüman gazetesini okurdum. Rauf Tamer de kısa kısa yazılarıyla çarpıcı eleştiriler yapardı… Ergun Göze‘yi, Ahmet Kabaklı‘yı , vs. sürekli okumasam da onu hiç kaçırmazdım… Kısa bir yazısını hiç unutamam… “A benim Ferda Güley’im , ayağının uğurunu seveyim” diye… Tabi bunu biraz açıklamak gerekiyor. Sn Güley o zamanlar Ulaştırma Bakanlığına yeni atanmıştı. Makamına oturur oturmaz bir uçağımız Van’a düştü. Tam hatırlamıyorum, birkaç büyük felâket daha oluştu… İşte o yazı, bunun üzerine yazıldı… Biz de Ekrem’in Oğlanının sevecek yerini bırakmadık ama gene işinin başında. Yangınlar, Sel Felâketi vs. derken , en son bir de söndürme uçağı düştü. İçinde üç tane de Türk mürettebat vardı. Ortada her zaman olduğu gibi, cehalet baş rolde… Bu tip uçaklar, Rusya’nın geniş düzlüklerine uygun olarak imal edilen uçaklar. Engebeli arazilerde yeterli manevra kabiliyetleri yok. Onu Kahramanmaraş’taki sarp bölgelere kim yolladıysa, sekiz kişinin katili de odur… “A Benim Bekir’im, ayağının uğurunu seveyim“.
Yarın, bizleri bekliyor. Mutluluk ve sağlık içinde buluşmamızı Allah’tan niyaz ediyorum. Hepiniz Yaradan’a emanetsiniz. Hosça kalınız…