Ekim Ayı, hoş geldi. İnşAllah, çirkinliklerden arınmış olarak, güzellikleriyle kapımızı çalmıştır… Sonbaharın en kesif ayı. Hazan’ ı yaşayan bizlerin, hazanı içinde hissettiği bir zaman dilimi. İç hesaplaşmalarımızın tavan yaptığı dönem… Esasında tabiatın başladığı dönem. Yazın hasadını yapacaklarımızı bu ay ekmek zorundayız… Ekim’ in gevşekliği, finalin hüsranı demektir… İnsanoğlu da öyle değil mi… İlkbaharın da, yazın da, hazanın da yaptıklarını, ahiretinde biçmeyecek mi… Umarım, hepiniz bereketli bir final yaşarsınız… Muhasebesini zararla kapattığını sananlar kötümserliğe kapılmasın. Cenab-ı Allah’ın, lütfu, bağışlaması ve merhameti sınırsızdır. Siz temiz bir kalple ona yönelin zaman önemli değil…
Geçenlerde, bir vesileyle, Değerli yazar Nihal Atsız‘ın “Bozkurtların ölümü- Bozkurtların dirilişi” kitabı elime geçti. Çok eskilere gittim… Ankara Bahçelievler’deki 2 katlı eski binanın altı kitaplıktı. Oradan aldığımız ilk kitapların arasındaydı. Paramız yetmese de onları seyretmek bile hoş bir duyguydu… Üst kat ise MHP Gn. Merkezi olarak çalışırdı. Orası bizim ilim irfan yuvamız oldu. Cebimize 3-5 kuruş geçti mi biraz da hesaplı olan kitapları almaya giderdik. Başta Ramazan Ceylan Ağabey’imiz,[1] sabırla ve şefkatle sorduğumuz sorulara cevaplar verirlerdi. Dahilde olmayı ayrıcalık kabul ederdik. Ayrılanlara veya başka tarafa gidenlere hayret ederdik… Bir ara, Bozkurtluktan, Nallıkurtluğa (AP ye gidenler kastediliyor) tenzil olanlar vardı… Daha sonra Ballıkurtluk moda oldu(ANAP a gidenler). Çok sevdiğimiz, Kardeşimiz, rahmetli Muhsin Başkan’ın ayrılışı bile bizi etkilemedi. Kararlıydık. Tek başımıza bile kalsak, kutlu davamızı sürdürecektik… Başbuğumuz Alparslan Türkeş bize böyle öğretmişti… Gel gör ki şu an Yuvamızda değiliz… Birileri çıktı, ampulü yaktı, herkes Kurt olduğunu unutup, kendini balık gibi hissetti ve ışığın etrafına üşüştü… Lambalı kurtlar(!), O bizim, kanlarımızı satarak yürüttüğümüz sistemin üzerine çullandı… Bu leş kargaları ne zaman ortamı terk ederlerse, tekrar dönüp “Nerde kalmıştık” demek and olsun…
Eskiden gazeteler arası, başta ansiklopedi olmak üzere promosyon savaşları olurdu. Bu savaşlar bazen, o kadar acımasız hal alırdı ki, her birisi, diğerinin pisliğini ortaya dökerdi… Kim ne kadar vergi kaçırmış, ne kadar rüşvet vermiş vs. her şeyi öğrenir hayretlere düşerdik… Medar-ı iftiharlarımız (!!!), dinimizin direkleri (!!!), namusumuzun, ırzımızın, malımızın manevi koruyucuları (!!!) değerli Hocalarımızın; bizce ne için olduğu belli olmayan savaşlarından da kendi iç yüzlerini öğreniyoruz… Cüppeli, şecaat arz ediyor…”5-10 tane paralı adam tut, el etek öpsünler 1000-2000 tane de kendiliğinden gelir” diyor… Kime diyor, Mehdi (!!!) Hazretleri Nurullah Efendi’ye diyor… O da öyle bir ilim fışkıran konuşma yapıyor ki afallıyorsunuz… “Ulan”lar, “Oğlum”lar havada uçuşuyor… Bu arada yegane vazifesi, Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’e dil uzatmak ve lânet okumak olan , Diyanet İşlerimiz ne yapıyor… Seyrediyor… Ufacık fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan Cumhuriyet Savcılarımız ne yapıyor… Seyrediyor… Ey Ahali, ey halkımız, sen de seyredersen işimiz bitik. Ben inanıyorum ki, ayağa kalkacak, kükreyecek, bütün bu pislikleri süpüreceksin… Bu er geç olacak ama, ben de görmek istiyorum. Ne olur elini çabuk tut, en azından 2023’ü değerlendir…
Doğu Akdeniz ( White Sea ), komedyası her geçen gün daha kesif hale geliyor. Kazan kazan sistemine muhtaç, uygun devletler olaya dört elle sarılmış durumda. Yunanistan ve Türkiye , dışarıda ılımlı, içerde şövenist davranarak, ekonomik bütün olumsuzlukları gündemden düşürmüş durumdalar… Fransa, gelen seçimleri kurtaracak ve etkileyecek davranışlarla durumu idare ediyor, sürdürüyor… Diğer ülkelerin şu an sığınacakları tali bir gündeme ihtiyaçları olmadığından, sadece seyrediyorlar… Herhalde en özet biçimde anlatabilmişimdir…
Corona olayı da Gerçek Türkiye gündeminin sığındığı bir diğer konu… Hiç bitmese nerdeyse göbek atacaklar… Bu yüzden Doğu Akdeniz olayında savaş mavaş çıkmaz, hamasetle milletin gazı alınır, Corona olayı da sürüp gider. Koca, Sağlık Bakanı , sorumsuzlara yalvarır durur. Aman yapmayın, ne olur yapmayın, ölümü öpün gibi laflar havada uçuşur. Biraz sıkışacak olsalar, yüklenilecek ve suçlanacaklar belli. Bildiniz +65’ler her an topun ağzında. Münferitte olsa, birçok il sınırlamaları arttırdı. Geçenlerde kulağıma geldi. Bir valimiz +65’e saat 10-12 arası pazar izni vermiş… Yakında gettolar oluşturulursa hiç şaşırmayın… Bu iş bitene kadar, bıkmadan usanmadan tekrarlayacağım… Dünya, sermaye sistemleri Sosyal Güvenlik Sistemlerini kara delik olarak görüyor. Bunları yok etmek için, yeni parola “65 bitene kadar çalış, emekli ol ama çok da yaşama.” Bütün laboratuvar çalışmaları buna göre yapılıyor. Covit 19 kesin virüs değil. Geliştirilecek en uygunu bulunacak. Bu Covit 22 mi olur onu bilemem. Tek bildiğim, dünyaya yön verenlerin, sermayenin patronlarının veya perde arkası kişilerinin bu sistemleri finanse edişleri… Türkiye, dünyadaki tek örnekle bu işi; gidilmek istenen menzile giderek ama bunu da kamufle ederek sürdürüyor… +65 kısıtlamalarını; onları koruyormuş gibi yaparak esasında psikolojik olarak, ölüme iterek gerçekleştiriyor… Bu İnsanlar, toplumdan tecrit edilmeleri, bir işe yaramamaları ve itilip kakılmaları sebebiyle, ölümü gözler ve çağırır hale getiriliyor… Biz buna karşıyız… Herkesi ulaşabileceği veya sahip olduğu bütün platformlardan haykırmaya davet ediyorum… Bu konuyu, “+65’e zulme oy yok” sloganımla bitirmek istiyorum…
Yeni gelen Ekim ayının, hayırlı olmasını; ve devam eden Safer ayının bütün şerrinden muaf olmanız dileklerimle, Allah’a emanet olun. Hoşça kalınız…
[1] 21. Dönem MHP Milletvekili ve Devlet Bakanı Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu