Yılmaz Saka 12 Eylül evveli eğitimcilerimizdendi. Aynı zamanda hafız-ı Kuran olduğundan şehit cenazelerinde Kur’an okur maşeri duamızın sözcüsü olurdu. Onunla ben Gazi Hastanesi’nde endoskopi bölümünde son zamanlarda sıklıkla karşılaştık. Dün ebediyete uğurladık. Eski dostlar, gönüldaşlar hep oradaydı. Mekânı cennet olsun. Efendi Barutçu ardından yazılması gerekeni yazdı…
Bize okumak düşer:
“…Haydi yiğit, haydi yiğit haydi yeni akına Ülkümüzün, ülkümüzün cihan varsın farkına…”
“Yukarıdaki mısralar 8 Haziran 1970 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde komünist katiller tarafından şehit edilen Ülkücü Yusuf İmamoğlu’nun Bursa Emir Sultan Kabristanı’ndaki mezar taşında yazılıdır. Ne zaman o yılların ülkücü mücadelesine katılmış, bir yiğit dava adamının vefatını duysam, bu mısralar aklıma geliveriyor.
Bugün Ankara’da ebedi âleme uğurladığımız Bayburt’un yiğit ve fedakâr evlatlarından Yılmaz Saka Bey de ilk gençlik yıllarından, hayatının son anına kadar bu yüce ülküye inananlardandı. O da benzerleri gibi; sadece yüce ülküye inanmakla kalmayıp, bu yüce ülkünün bütün cihan tarafından fark edilmesi için cansiperane mücadele verenlerdendi.
Sene 1973 Nisan ayı, genel merkezi Çankırı’da olan Türk Ülkücüler Teşkilatı’nın büyük kurultayına gidiyoruz.
O tarihte Çankırı Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nü de yapan Merhum Şevket Barutcu Ağabey Türk Ülkücüler Teşkilatı’nın Genel Başkanı olarak bizleri büyük bir sevinç ve gururla karşılıyor. Bendeniz, Türk Ülkücüler Teşkilatı’nın Bursa Şubesi’ni temsilen oradayım.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen yüz elli kişiye yakın şube başkanı ve delegeyle Çankırı belki de ilk defa şehir dışından gelmiş ve büyük gayeler taşıyan böylesine kalabalık bir topluluğu ağırlıyor. O yıllarda kalplerini Cenab-ı Allah’a sonsuz iman ve Türk milletine duydukları derin aşk ve muhabbetin doldurduğu Ülkücü-Milliyetçi Gençliğin her bir neferi gibi bizler de yüreğimizde bütün dünyayla dövüşecek bir gücün varlığına inanıyoruz. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra Türkiye’nin doğu illerinden bu coşkulu kurultaya katılan arkadaşlarımızdan hatırlayabildiklerim: Bayburt’tan Yılmaz Saka, Erzurum’dan Müeyyet Pirimoğlu, Erzincan’dan Pala Nizam ve Hasan Özaslan, dıyaman’dan Burhanettin Özbilici, Divan Başkanı Merhum Şair-Yazar Göktürk Mehmet Uytun. Sanki Çankırı’da değil, Altay Dağları’nın eteklerinde Türklüğün mukadderatı üzerine bir kurultay yapmış gibi aynı coşku ve heyecanla geldiğimiz şehirlere dağılıyoruz. Ve dillerimizde marşlar: “Çankaya yokuşunda balam, Asya’nın Bozkurtları / Gönüllerde aynı ülkü, Tanrı korusun Türkü…”
“Emanet aldığımız davayı kucaklamışız, hiç arkamıza bakmadan yürüyoruz.” Yüz milyonluk Milliyetçi Büyük Türkiye’yi kurma gayesi ve onun ötesinde esaret altındaki Türk Dünyasının hürriyetine kavuşması mücadelesi…
Yine dillerimizde marşlar:
“…Semerkantlar, Kerkükler, Semerkantlar Kerkükler, Yaslı yaralı Türkler, yaslı yaralı Türkler, Artık Alparslan kükrer, artık Alparslan kükrer,
Selam sana Başbuğum, selam sana Başbuğum…”
Aynı şevk ve heyecanla yıllarca verilen mücadeleler…
Bugün Türkiye’nin güneyinde ve doğusunda vatanın bütünlüğü, milletin birliği, devletin bekası için bölücü hainlere karşı mücadele ederken şehadet mertebesine ulaşan aziz şehitlerimizin al bayrağa sarılı tabutlarının gelişi gibi, Türkiye’nin dört bir yanında o yıllarda da komünist katiller ve bölücü eşkıyalar tarafından şehit edilen yüzlerce Ülküdaşlarımızın arka arkaya gelen şehadet haberleri…
Evet, “Bizim en iyilerimiz şehit oldular.”
Kim ne derse desin, Ülkücü-Milliyetçi gençliğin o yıllardaki destanlık mücadeleleri bir gün tarihin şeref sahifelerine kaydedilecektir.
Sonrası 12 Eylül… Bir işgal ordusunun dahi reva görmeyeceği zulüm ve işkenceleri kendi insanına reva gören 12 Eylül’ün cellâtlarının zulüm devri…
Yılmaz Saka, Türk Ülkücüler Teşkilatı Bayburt Şubesi Başkanlığı’ndan sonra Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’ne kaydolur. O Erzurum’da da Ülkücü-Milliyetçi mücadelelerin hep ön saflarındadır. Taa çocukluk yıllarından itibaren çok başarılı bir dini tahsil hayatı olmuştur. İslami meselelere son derece vukufiyeti vardır.
Hafız-ı Kuran’dır.
12 Eylül öncesinde Erzurum Ülkü Ocakları eski başkanlarından Muammer Cindıllı Bey’le beraber Erzurum, Ağrı, Kars, Gümüşhane, Erzincan, Bingöl illerindeki Ülkücü-Milliyetçi Teşkilatların eşgüdümünden ve Ülkücü Gençliğin eğitiminden sorumludurlar.
Bu bölgede ayaklarının basmadığı köy kasaba ilçe şehir kalmamıştır. Binlerce Ülkücü- Milliyetçi imanlı, vatansever gencin yetişmesini sağlarlar. Ülkücü hareketin uç beyleridirler.
12 Eylül Darbesi olur. Birçok gençlik lideri arkadaşımız gibi Yılmaz Saka Bey de hakkında verilen gıyabi tevkif kararıyla aranmaktadır. Evlidir. O tarihte üç kız evladı vardır. Ankara’da saklanmaktadır. Kod adı “Sakazade Uzuni”dir. Yine kendisi gibi kaçak duruma düşen ve “Hurşit Bey” ismini kullanan rahmetli Süleyman Koçel Bey, “Beşir Ağa” ismini kullanan Lokman Abbasoğlu’nun Abidinpaşa’daki evinde bir araya gelirler: Faik İçmeli, Hakkı Şafakses gibi yine Ülkücü Teşkilat eğitimcilerinin de katılmasıyla dertleşirler, vazife taksimi yaparlar.
O zor şartlar altında ülküdaşlarına hizmet koşuşturmasına devam ederler. Hepsi de evli çoluk çocuk sahibidirler. 12 Eylül’ün cellâtları tarafından aranan bu arkadaşlarımız kendi dertleri yetmezmiş gibi Mamak Cezaevi’ndeki zulüm zindanlarında çile çeken ülküdaşlarımız ve bir kısmının Ankara’daki aile ve yakınlarının, hastanelerin mahkûm koğuşlarında yatan Ülküdaşlarının ihtiyaçlarını temin için kollarını sıvayıp seferber olmuşlardır.
Yarın devam edecek…
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı