Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Vatan ve Milliyetçiliğin Tarihsel İlişkisi – 9

featured

Ülkümüz Aral’ın kurumadığı, vatanın çölleşmediği, su ve toprak kaynaklarının en iyi şekilde muhafazası ve geliştirilmesidir. Ülkümüz vatanın her karış toprağının elbette vatandaşın kanıyla sulanmadan düşmana terk edilmemesi davasının bir rüknüdür ama ondan evvel her karış toprağının erozyonla yitip gitmesini önlemektir. Ülkümüz, Aral’dan Tuna’ya, Nil’den Fırat’a bütün su toplama havzalarının yaşanabilir kılınmasıdır, Ülkümüz şehirlerin huzur iklimi yaşatmasıdır.

Bu devlet ve vatan büyüyecektir. Çünkü uğrunda ölmeğe hazır olanlar var.

“Kılıç Arslan öldü sanma, yaşıyor bizde!

Attilâ ateşi var içerimizde!

 

Kanije’nin gazileri daha dipdiri!

Sınırdadır Pilevne’nin kırk bin askeri!

 

Edirne’de Şükrü Paşa bekliyor nöbet!

Dumlupınar denen şeyi bilirsin elbet!

 

Şehitlerden elli milyon bekçisi olan

Aşılmaz bir kayadır bu ebedî vatan!”

 

Harp Akademileri Kumandanı Ali Fuat Paşa: “Mazide tarihî hakikat olan şeyler âtîde de tarihî hakikat olabilirler!

Devletimizin on asra yakın tarihini, savaşlarını, kavgasını anlatan Atsız: “Fikir ve bilgi alanında Mevlâna, Konyalı Sadrettin, oğulları da kendi gibi bilgin olan Hızır Beğ Çelebi, şiirde Yunus Emre, Fuzuli, Abdülhak Hamid; hekimlikte Hacı Paşa, mimarlıkta Sinan, Kemaleddin, Davud, tarihçilikte Naima, Müneccimbaşı, Cevdet Paşa, coğrafyada Katip Çelebi de Türklerin bu devletinden yetişmişti. Devlete isyan edip yenilerek bilginler karşısındaki münakaşada mağlup olduğu için kendi idam kararına imzasını atan Şeyh Bedreddin ve güdülen dâva için feragat örneği gösteren Namık Kemal de bizdendi. Fakat bütün bunlara rağmen bu dokuz asırlık tarih, her şeyden önce, bir kavgalar tarihinin destanıdır.

Konya, Kayseri ve Sivas’taki Selçuk abideleri, Bursa, Edirne ve İstanbul’daki Osmanlı abideleri de birer şaheserdir. Fakat muhakkak ki Malazgirt Gök Medreseden, Niğebolu Yeşil Camiden, Mohaç Süleymaniye’den üstündür. Mimarlık eserleri, kanlarla yazılan zaferlerden sonra doğra, millet zaferden doğar, zaferle yaşar. Savaşıp kazanmak, soluk almak gibi bir ihtiyaçtır.

 

Milliyetçilik ve Çevre: Çölleşme Milliyetçilik Olamaz

Milliyetçiliğin sahip çıkması gereken birincil değerlerin başında vatan gelmiyor mu? Vatan kuru bir hamaset aracı mı? Bir söylem, bir lakırdı, bir slogan malzemesi mi?

Vatanı korumak demek çevreyi korumak demek değil mi? Vatanı korumak demek onun su ve toprak kaynaklarının muhafazası ve geliştirilmesi demek değil mi? Vatanı korumak demek üstüne avm’ler, plazalar, twinsler, ‘towers’lar yapılırken seyretmek mi demek?

Milliyetçilerin birinci meselesi çevredir.

Bakınız şair Abdurrahim Karakoç ne demiş:

“Sevgi dağ zirvesi, kin dipsiz kuyu

Karıştan kısadır hayatın boyu

Şayet kirletirse toprağı, suyu

Göğsünden vururum kendi gölgemi”

Milliyetçilik suyun medeniyetini kavrayış demektir.

Milliyetçilik toprağın sesi olabilmek, toprağın dokusunu idrak demektir.

Milliyetçilik şehir ve çevrenin en estetik münasebeti ve uyumu demektir.

Şehirlerimiz barbarların işgali altında. Tarihi dokusu iğfal edildi şehirlerimizin. Şehir yoksa medeniyet de yok. Medeniyet yoksa milliyetçiliği nerede kalır onun? Milliyetçilik estetik bir yaşam biçimi hazırlamak ve onu anlamak demektir. Onu anlamadan iddiasına sahip olmanın saçmalığı ortada değil mi?

 

Ülkümüz…

Ülkümüz Aral’ın kurumadığı, vatanın çölleşmediği, su ve toprak kaynaklarının en iyi şekilde muhafazası ve geliştirilmesidir. Ülkümüz vatanın her karış toprağının elbette vatandaşın kanıyla sulanmadan düşmana terk edilmemesi davasının bir rüknüdür ama ondan evvel her karış toprağının erozyonla yitip gitmesini önlemektir. Ülkümüz, Aral’dan Tuna’ya, Nil’den Fırat’a bütün su toplama havzalarının yaşanabilir kılınmasıdır, Ülkümüz şehirlerin huzur iklimi yaşatmasıdır.

Her yıl Kıbrıs büyüklüğünde topraklarımız erozyonla yitip gidiyor. Doğru bir ürün deseni ortaya koyamıyoruz. Üstüne üstlük en verimli arazilerimizi sözde şehirleşme adına rantiyenin önlenemez iştihasına terk ediyoruz.

Milliyetçiliğimiz çevreyi, suyu, toprağı öncellediği için biz de yıllar evvel Su ve Toprak Kaynaklarının Muhafazası ve Geliştirilmesi – Strateji- Yönetim- Eylem Planı’nı yazdık.

Sadece yurt içinde su ve toprak kaynaklarının muhafazası ve geliştirilmesi yetmezdi. O yüzden Su Barışı Türkiye ve Ortadoğu Su Stratejileri’ni masaya yatırdık. Su savaşları tezini yazan Adel Derwish ile John Bullock’un iddialarını çürüttük. Ama şimdi ne yazık ki onlara ilave yeni ajanlarla: David Phillips ve Henri Barkey ile bu iki buçuk savaş stratejisine bir de Kürt sorunu ve o çerçevede Ortadoğu’nun kan deryasına dönmesi sağlandı.

Bütün bunlar olup biterken milliyetçiliğin siyasi merkezi bu konularda hiç ama hiçbir şey söylemedi.

Ne Kürt sorunu için. Ne Ortadoğu için. Ne çevre için. Ne suyumuz için ne toprağımız için…

Milliyetçiliğin birinci umdesi çevreye sahip çıkmak ve üstün çevre stratejileri ve politikaları geliştirebilmektir.

Anadolu, biricik vatan toprağımız… tam bir işgal altında.

Barbarlar, şehirleri bizim şehirlerimiz olmaktan çıkardılar.

Vadilerimiz, su havzalarımız, su toplama havzalarımız bile TOKİ’nin işgali altında.

Şehirdeki “merhaba” kültürünü öldüren bir yığınlaşma var.

Su, toprak, şehit, vatan, ülkü şiirlerimizin harcında yatan şey çevre bilincinin en yüksek vatan sevdası haline gelmiş biçimi olmalıdır.

Bugün Anadolu toprakları sadece su ve rüzgâr erozyonuyla yitip gitmiyor; rant erozyonuyla da talan ediliyor.

Şehirlerden estetik haz ve bilinç kaçmış vaziyette. Şiddet, tedhiş, hadnaşinaslık almış başını gitmiş. Yeni yapılan mabetlerde bile artık temsil ettiği tevazu, merhamet, hürmet, hikmet ve aşkın izleri yok… Rantiyenin mütemmimi olmaktan öte bir niyetle yapılmıyorlar sanki…

Çölleşme bütün veçheleriyle ruhumuzu ve bedenimizi sarmış durumda…

Bugün milliyetçilerin, dava diye savunduklarını sorgulamaya ihtiyaçları var, iktidar heveslisi olmaktan çok evvel bir şehir ve çevre programlarına ihtiyaçları var.

Süleymaniye gibi ecdat yadigârı bir muazzam mabedin önünü betonu dikenlere toplumdan hemen herkes isyan etti.

Son çeyrek asırda İstanbul’un silueti tamamen çirkinleşti. Gökkafesler, beton binalar tarihî dokuya galebe çaldı, Rant ve hadnaşinaslık birleşti ve şehrimiz megakentin küçük bir rüknü hatta en zavallı muhitini oluşturdu. Cami mihverli medeniyet cami mihverli şehirlerimiz avm mihverli megakentlere evrildi.

Ne fark eder kimin bu sürece hizmet ettiği.

Ne yazık ki şehir eminleri şehir yönetmeye layık değillerdi.

“Kör bir şoförün sürdüğü otobüste olmaktan daha tehlikelidir estetik duygudan mahrum bir belediye başkanının yönettiği şehirde yaşamak zorunda kalmak…”

Milliyetçilik çevre ve vatan sevgisinin ihyası demektir. Sadece doğada değil şehrin ortasında da…

Annemizin yüzü şehirlerimizin siluetini bozanlar âdeta namusumuza göz dikmişlerdir.

 

Ümidimiz Var Bizim

Milliyetçilik ve vatan kavramları arasında Namık Kemal’den bu yana hürriyet, hayat, ölümü göze alma, adanma, çalışma, imar, ilerleme, sorumluluk duyma, ehliyet, adalet, kanaat, fedakârlık, irfan, bilim, birlik ve barışı sürdürebilme gibi zengin bir kavramsal inşa vardır.

Yazımızın başında belirttiğimiz gibi şehirlerin ve kırsal kesimin bütüncül bir vatan ve milliyetçilik kavramlarının oluşturduğu sütun üzerinde yüksek bir ideale kanatlandırılması gerekiyor.

O yüzden devlet krizinin çözülmesi siyasal alanın düzenlenmesini gerektiriyor. Gerginliğin kalkması ve milli birliğin yeniden tesisi de sivil toplum alanını oluşturuyor. Ekonomik kriz ve sığınmacılar krizi gibi güncel ve dış etmenlerin de rol oynadığı alan ise teknik ve maddi planı oluşturuyor.

 

Bitti

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!