Yeni Osmanlı zihniyetine göre, artık Osmanlı mülkü üzerinde bir Osmanlı milleti vardı ve bu millet, böylece milliyet umdelerinin zenginliği bakımından sayısız avantajlara da sahip telakki ediliyordu. Ama bu telakki de hüsrana uğradı. İngiliz emperyası Arap dünyası içinde çok Lavrens dostu bulup devşirdi.
Vatanın şanı ancak bilad ve ibadın hıfzı ile olur. Beldeler, şehirler, bütün vatan toprağı imar edilerek, onun uğruna adanmışlıkla ancak vatanın şanı yükselir. Vatanın şanı yahut beldelerin imarı ve ona adanmışlık bugün artık süngünün ucundadır. Bağımsızlık her şeyin önündedir. Bu yüzden vatan şairi aynı zamanda hürriyetin de şairidir. Vatan için ölmek, onu imar etmek ve hürriyet için savaşmak aynı şeyler olduğundan vatanın bağrına düşman dayamışsa eğer, yapılacak ilk iş süngüyü kuşanmaktır.
“Şan-ı vatan hıfz-ı bilad u ibad
Etmededir süngünüze istinad
Milleti eyler misiniz na-murad
Arş yiğitler vatan imdadına
Yare nişandır tenine erlerin
Mevt ise son rütbesidir askerin
Altı da bir üstü de birdir yerin
Arş yiğitler vatan imdadına”
Vatan ve millet telakkisi birbirine paraleldir. Vatanın sınırları millet tarifinde, yaşadığı coğrafyada hayat bulur. Bu yüzden Kemal’de vatan bir eli Kabe’ye, bir eli Meşhed’e kadar uzanan dar’ül İslam’dır. Öyle ki Osmanlı coğrafyası vatan kavramına Osmanlı milleti ile birlikte dayanak olmalıdır. Bu yüzden Namık Kemal Osmanlılarız diye tarif ettiği ve vatanseverliğin mihenk taşı yaptığı millet kavramını da devrinin ruhunu kavramış bir aydın olarak doğru bir stratejik çizgiye kavuşturmak gayesindedir.
“Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır
Serhattimize kal’a bizim hak-ı bedendir
Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir
Gavgada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nam alırız biz
Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda
Can korkusu gelmez ovamızda dağımızda
Her guşede bir şir yatar toprağımızda
Gavgada şehadetle bütün kâm alırız biz
Osmanlılarız can veririz nam alırız biz”
Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandır
Ne gam pâh-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten”
Vücudun mayası vatan toprağıdır; bu vücut acılar ve sıkıntılar içinde vatan uğruna toprak olsa bile ne gamdır.
“Sen oldun cevrine ey dilşiken mahzun ben mahzun
Felek gülsün sevinsin şimdi sen mahzun ben mahzun
Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun”
Millette beklenen feyz yeşerecektir ki, vatan mahzun olmasın. Milletin istikbale bakışı ile vatanın geleceğe aynı akıbete kapı açar. Vatansever de öyle bir adamdır ki, vatan mahzun olunca onun mahzun olmaması düşünülemez. Ama vatan müdafii aynı zamanda beklenen akıbetin çatması durumunda buna tahammül edecek biri değildir. Gerekirse kürre-i arz patlatılacak ve oradan yeni bir hayatın doğmasına fırsat verilecektir. Vatan ve vatansever zulüm altında yaşayamaz; her ikisi için hürriyet vazgeçilmez haslettir.
“Vatan olsa ne rütbe bi perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız
Merkez-i hake atsalar da bizi
Kürre-i arzı patlatır çıkarız”
Vatan ve millet kavramlarının birbirinin mütemmimi olmaları boşuna değildir. Osmanlıcılığın iki kolu ittihad-ı anasır ile ittihad-ı İslâm aslında dışarıdan Şark Meselesi etrafında sıkıştırılmağa çalışılan bir ülkenin tabiî refleksleri halinde yine Batı’nın terminolojisine uygun olarak karşı koyuş stratejilerinden başka bir şey değildir. Elbette ki Osmanlı aydınından bugünküne benzer bir ulus inşası beklenmemelidir. Onlar devletlerinin elden yitip gitmesine engel olmak adına fikirler üretiyorlardı şüphesiz…
Anasırın birliği, yani Osmanlı devleti içindeki unsurların bütünlüğü bir Osmanlı milleti vücuda getirme iradesini de terennüm ediyor ve vatan telakkisini de buna dayandırıyordu. Hemen bu görüşü takiben ittihad-ı İslâm kolu yeşertildi. Zira Hıristiyan unsurların artık vatan toprağının bütünlüğü bakımından elde tutulamayacağı anlaşılmağa başlanmıştı. Osmanlı ülkesinde yer alan bütün Müslümanların birliğinden daha tabiî ne olabilirdi? Zaten Osmanlı devleti halifesiyle birlikte bütün ümmetin devleti değil miydi? Dar’ül İslam ve Dar’ül Harb biçiminde yansıyan vatan telakkilerine göre de artık Osmanlı mülküne katılmış olan bütün İslam coğrafyası bilakis vatandı. Bir kere İslam ülkesine giren bir mülkün artık bundan çıkmasının mümkün olamayacağını ileri süren İslam hukukçuları da devletin idamesine yardımcı olma peşinde idiler. Dar’ül İslam olan bir mülkün daha sonra Dar’ül Harb olması kabul edilemezdi.
Yeni Osmanlı zihniyetine göre, artık Osmanlı mülkü üzerinde bir Osmanlı milleti vardı ve bu millet, böylece milliyet umdelerinin zenginliği bakımından sayısız avantajlara da sahip telakki ediliyordu. Ama bu telakki de hüsrana uğradı. İngiliz emperyası Arap dünyası içinde çok Lavrens dostu bulup devşirdi.
Devam Edecek