Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Umutsuzluk

featured

Bugün umutsuzluktan kurtulmak umutsuzluğa kapılan kitlelerin yegâne umududur. Saygı duyabileceği bir kişi, fikir, kadro, yaklaşım, örnek bir davranış aramaktadır sadece…

Umutsuzluk maalesef çok yaygın günümüz toplumunda. Sadece yaygın değil, derinleşmiş de…

Bütün dünyada yaygın umutsuzluk… Fakat ülkemizde çok daha yaygın ve bu yüzden yarınlara dair hiç kimsenin iyimser bir çözümlemesi yok.

Kötümser durum analizleri artık fiilî durum tespiti…

Herhangi bir olay karşısında; bu ister bir ekonomik program olsun ister eğitimle ilgili bir plan olsun, isterse bir evlilik düzeni kurma ile ilgili ya da ne bileyim; mesela bir doktora programı için olsun üç temel yaklaşım metodu ve çözümleme yapılmalıdır.

  • Fiilî durum
  • Kötümser durum
  • İyimser durum

Kötümser durum analizleri artık fiili durum o kadar kötü ki doğrudan fiili durumu yani olan biteni anlatmaktadır.

Dolayısıyla kötümser durum için kitleler ya da ilgililer, herhangi derinlikli bir felaketi bile öngörememeye başlamışlardır.

İyimser durumun ise hayal âlemi zaten çok geniştir ve herhangi bir engel ile karşılaşıldığında ikinci şıkta yer alan yani birleştirilmiş kötümser durum ve fiilî durum kabulüne kadar götürür umutsuz insanı. İnsanı ve toplumu…

Umutsuz olmak için elbette ne kadar çok sebep vardır.

Uğruna ömrünüzü feda ettiğiniz bir dâvâ kötücüllerin eline geçmiştir ve size ait ne varsa kişi, değer, kavram, müessese, ortak mâzî; ona düşman hale gelmişlerdir.

Maddeye değer vermeyip parmağındaki yüzüğü tek serveti olarak gösteren bir politik önderin yıllar içinde nasıl maddeye boğulduğunu, saltanat ve lüks düşkünü olduğunu gören bir inançlı kişide temsil ettiklerinin ne kadar sarsılmış olabileceğini hesap edebilir misiniz?

Takva yükselten, hal ilmine götüren tasavvuf erbabının giderek holdingleşen cemaat yapısı karşısında hele hele aynı şeyhin varisleri arasında mal için birbirlerine nasıl kılıç çektiklerini gören bir müridanın derin bir umutsuzluğa duçar olacağını tahmin edebilir misiniz? Ya da onun da elinde, artık kötücül olmaktan başka hem bu dünyası hem de öte dünyası için bir tarik kalmış mıdır?

Bir sevdaya yakalandınız, ya da yakalanmadan cemiyet hayatına katılmak üzere bir aile kurmak istediniz; size sadece bir yüzünü gösteren eşin, zamanla nasıl kötücül olabileceğini, neredeyse Esra Erol programlarının masum(!!!) yüzü olabileceğini hesaba kattınız mı?

Devlet için kırk yılınızı verdiniz; şu ya da bu makamda bulundunuz, çalıp çırpmadınız, sadece maaşınızla yetindiniz ve “Allah devlete millete zeval vermesin” diye dua ederek şükrettiniz ve günü geldi emekli oldunuz; sonra bir de baktınız ki çarkı ele geçirmiş olanlar, o maaşı un ufak etmişler; o yaştan sonra da ne yapmaya yeltenseniz umutsuzluklar daha da kökleşiyor meselâ

Ve bu umutsuzluklar o kadar çoktur ki, anlatmaya sayfalar yetmez.

İvan Gonçarov’un Oblomov adlı romanında Ekim Devrimi öncesi Rus toplumunun, asilzadelerinden köylüsüne kadar her kesitini kene gibi yiyip bitiren “Ne yapsak boş!” hastalığı işte ‘oblomovculuk’ olarak tanımlanabilir.

Sonrası malum; Marx’ın diyalektiğine ters bir devrim…

Öyle ya Rusya’da ne İngiltere’deki gibi sanayi vardı ne de ‘zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan proletarya’, işçi sınıfı…

Mujikler devrim yaptı güya, komünistler de tarif etti sonradan…

Bu elbette bahs-i diğer…

 

Umutsuz kişi kendinden ayrı düşendir

Umutsuzluk gerçekten kötücüllüğü tespit edenlerin ya da mağduru olanların psikolojisidir ama bu hastalık, yaygınlaşır ve hatta teşvik edilirse kötücüllüğün beslendiği bir kaynak haline gelir kaçınılmaz olarak.

Kierkegaard’a göre kötülüğün en köklü biçimi umutsuzluktur.

Kierkegard’dan 50 yıl önce Fichte de umutsuz insan üzerine kafa yormuştur. Ona göre umutsuz insan, kendine olan saygısını yitirmiş kişidir. Ya da umutsuzluğu o kadar zirve yapmıştır ki kendine bir saygısı varsa da onu bastırmıştır.

“Umutsuzluk içindeki insan, kendini hor görme işkencesinden kurtulmak için, kendini kandırarak ‘vicdanının sesine sağır kalır‘ ve sonunda, tüm iyiliklerin birer yanılsama olduğu, istencin özgür olmadığı, herkesin yalnızca kişisel çıkarına göre edimde bulunduğu, her şeyin olduğu gibi kalacağı ve hiçbir şeyin daha iyiye gitmeyeceği düşünceleri arasında teselli bularak ‘kendinden kaçmanın yoluna bakar’. Umutsuz kişi, bu yüzden “tüm iyilerden ayrılmıştır (entzweit), çünkü o, kendinden ayrı düşmüştür.”[1]

Oysa insan tabiatı her türlü kötülüğü yenebilecek güçtedir. Ve her toplum eğer iyilik sözleşmesi yapabilir ve kötülüğün üstüne gitmede ısrarlı olursa kötülüğün de daha derin korkuları ortaya çıkar; an gelir kötülük, öylesi bir iyilik çevresinden kaçar kovalanan it gibi…

İstiklâl Marşımızı yazan kişi boşuna Mehmet Âkif olmamıştır.

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak

Alçak bir ölüm varsa eminim, budur ancak

Mısralarıyla bu zevali kınamıştır.

Azimden sonra tevekkül’ kavramı o yüzden bizi asırlar boyu zilletten kurtaran formül olmuştur.

Fichte’nin dediği gibi; umutsuz kişi aslında kendinden kaçmaktadır, kötülüklerden değil.

Tüm ahlâkî kötülükler için olduğu gibi, umutsuzluk için de çare her zaman özgür toplumsal etkileşimdir. Hiç kimsenin, bir başkasını erdemli olmaya ya da istencine karşı onu iyi (bilge ya da mutlu) olmaya zorlama hakkı yoktur.”

Diyeceksiniz ki; toplumsal etkileşim ile kötücülüğe direnelim, iyiler arasında etkileşim ve dayanışma kuralım; fakat ne yazık ki bütün iletişim kanalları ve her türlü kurumsal yapı hatta iyilerin ortamları bile işgal altında ya da içine kötücüller sızmış…

Hatta bu ağ, umutsuz insanı daha da çaresiz bırakacak biçimde kendi çizdiği erdemli olma, mutlu olma, mutmain olma çizgisine zorluyor, Fichte’nin az önceki cümlesinde olduğu gibi… İşte orada da yine kimsenin kimseyi herhangi bir şeye zorlayamayacağı bir toplumsal etkileşim hürriyetine ihtiyaç var.

Osmanlı toplumunu bu yüzden çağdaş bir Cumhuriyet’e çevirecek ve bir Türk – Oğuz dirilişine evirecek süreçte aydınların ve eylemcilerin yetişmesinde tabii hukuk ve meclis doktrinini Batı’dan alıp kendi tarihsel ve sosyal yapısına uygulayan Namık Kemal’in umutsuzluğu ortadan kaldıran fikirleri yani hürriyet ile vatanı birbirine kenetleyen modern toplum anlayışı, Gonçarov’un işlevinden daha büyük ve daha uyumlu eylem planı ortaya çıkarmıştır. Mehmet Akifleri, Ziya Gökalpleri, Mustafa Kemalleri, Enver ve Talat Paşaları, Çanakkale’den Büyük Taarruza uzanan savaşların psikolojisini hazırlayan, Cumhuriyet’in kurucu kadrosunu yetiştiren Namık Kemal’dir. Gonçarov’un Oblomov’u yeis girdabında Rus’u uyuştururken Kemal’in Vatan Yahut Silistre’si coşkuyu artırıyor, umutsuzluğu ve kötücüllüğü yeniyordu.

“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini

Yok mudur kurtaracak baht-ı kara mâderini”

Mısralarına o yüzden umutsuzluğa kapılmayan Mustafa Kemal şöyle cevap vererek eylem planını hayata sokmuştur:

“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak baht-ı kara mâderini”

 

Umutsuz’un aradığı birazcık ‘saygı’

Bugün umutsuzluktan kurtulmak umutsuzluğa kapılan kitlelerin yegâne umududur. Saygı duyabileceği bir kişi, fikir, kadro, yaklaşım, örnek bir davranış aramaktadır sadece…

O yüzden hiçbir yeteneğini bilmediği halde hiçbir şey yapmayan dolayısıyla eskiler gibi çalmayan ya da çalamayan herhangi bir belediye başkanından bile büyük önderler çıkabileceğini hayal etmektedir.

“Ne var ki umutsuz kişi, ancak diğerlerinin ondan ümidi kesmediklerini göstermeleri ve ona iyi bir örnek sunmaları sayesinde bu durumundan kurtarılabilir. Böylelikle, saygı duyabileceği bir şeylere sahip olması, kendisine saygı duygusunu uyandıracaktır.

İnsan soyunun ahlâkî bakımdan ilerlemesi, herkesin kendini tek bir büyük topluluğun üyesi olarak kabul edip gücünü bu bütünden alması ve birbirlerine iyi adına, özgür ve karşılıklı bir alışveriş aracılığıyla etki edebilmesi derecesinde ancak gerçekleşecektir.”

Fichte’nin ahlâkî kötülüğün kaynaklarına ilişkin anlayışı varoluşçuluğu önceliyorsa, bu kötülüğe karşılık önerdiği çare de yukarıda bahsedilen serbest toplumsal etkileşimin önünü açacak bir iletişimdir. Fichte’den bir asır sonra Habermas işte öyle bir iletişim teorisi geliştirdi. Egemenin olmadığı rasyonel iletişim teorisi…

Nasıl olacak bu iş? Her taraf, her medya egemenin sözü ve yüzüyle dolu değil mi?

Habermas’ı önümüzdeki yazıda ele alacağım.

Niye?

Çok önemli çıkarsamalar yapılabilir Habermas’ın iletişimsel eylem kuramlarından bugün ülkemizdeki umutsuzluk sarmalına karşı da ondan…

 

 


[1] Haz. Eyüp Ali Kılıçaslan – Güçlü Ateşoğlu, Fichte, DoğuBatı, Ankara 206

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 30 Ocak 2025, 07:04

    İşte Türk halkının gerçeği bu;kocaman bir çaresizlik,umutsuzluk ve güven kaybı .Kaleminize ,yüreğinize sağlık nasılda güzel ifade etmişsiniz kutlarım.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!