“Kör bir şoförün sürdüğü otobüste bulunmak mı? Bediî idrakten mahrum belediye reisinin yönettiği şehirde yaşamak mı?”
YENİ ŞAFAK gazetesini sever(d)im.
Böyle parantez içinde harflerle şiirler yazan pek çok arkadaşımın da mahfili sayılır.
Eskiden Müslüman(cı)lar pek masum yüzlüydüler. Benim de yazılarım çıktı, demeçlerim filan… Ortak platformlarımız oldu…
O zaman alnı secde görenler nasıl da birbirinin derdine koşarlardı…
Alnı secde gören görmeyen her iyi insanı bir tuttuğumuz demler oldu çok çok, bir zamanlar…
Liberallerle ittifak yaptıktan, küresel güçlere açıldıktan ve içerde de bölücülerle açılım sağladıktan beridir yüzlerindeki melal ufku yerini şirretliğe, şımarıklığa, çokbilmişliğe terk etti.
Söylenecek laf çok da geçelim, bahis mevzuu başkaca…
…
Geçen attıkları başlıkla yüreğime su serptiler.
Cumhurbaşkanı: “İstanbul’u ucube yapılarla kirlettik”
Çok hoşuma geldi.
Benim üslubumu okşadı.
Öteden beri Yahya Düzenli bir yandan, Yusuf Kaplan bir yandan Mehmet Doğan bir yandan ve bendeniz bir yandan yazıp duruyoruz.
Şehir estetiği perişan oldu.
“Cami mihverli medeniyetimiz” gitti yerine “AVM mihverli medeniyet” geldi.
Necip Fazıl “Kör bir şoförün kullandığı otobüste bulunmak mı, bedii idrakten mahrum bir belediye reisinin yönettiği şehirde yaşamak mı daha tehlikelidir diye sorsanız ikincisi daha tehlikelidir derim” derdi.
Kör bir şoför düşünün… Böyle bir otobüste seyahat eder misiniz?
Ama bu bedii idrakten yoksun bir belediye başkanının yönettiği şehirde yaşamaktan daha korkunç değildir.
Otobüsün kaza yapması mukadder…
Ama neden öbürü daha tehlikeli?
Zira birinde yaralanma ihtimaliniz var, belki şoförü ikna edip otobüsü durdurabilirsiniz. Ya da yolu tarif edebilirsiniz.
Pek zor ama olsun…
Fakat bedii idrakten mahrum bir başkan düşünün. Ölüm kesin… Yok oluş kaçınılmaz. Hem öyle bir yok oluş ki telafisi imkânsız.
…
Sayın Erdoğan’ı kutluyorum.
“İşte benim tanıdığım Erdoğan” bu…
Gerekirse itiraf etmesini, sorumluluğu alıp suçu kabullenmesini bilir.
Keşke hep öyle olsaydı…
Evet, İstanbul ucube binalarla doldu.
Avmler towerslar twinsler plazalar gökdikenler vesaire…
İğrenç TOKİ binaları…
Yapışık dikey yapılar…
Her karışı rantiyeye mahkûm arsalar…
Nefes alınamayan şehir…
Sitelerin arasında göstermelik camiler sipsivri minareler…
Kubbesi tabak kadar camilerin üç şerefeli dörder minaresi…
O da bir ucube…
Daha doğrusu onu yapmaya cüret eden eller ucube…
Kim bunlar?
Nereden gelmişler?
Anadolu’yu işgal eden Kimmerler mi?
Moğollar mı?
Kim bunlar?
Ne cüretle Fatih’in emaneti şehrimizi böylesine kirlettiler, kirletebildiler?
Oysa Turgut Cansever hocamız da ne kadar uyarmıştı…
“Kubbeyi yere koymayın!” demişti..
Koydular…
Kubbeyi çevirip yere koydular ve içinde boza pişirdiler…
Helali hoş olsun.
Zehir zıkkım olmasın…
Ama şimdi bu kubbeyi nasıl çevirip de kaldıracağız?
Nasıl yerine tekrar oturtacağız?
…
Olsun…
Her şeyin başı kabul…
Problemi teşhis bile ilk adım açısından önemli…
Şimdi Tayyip Bey hatasını kabul ediyor…
Bu bence çok önemli…
Belki şehir kurtarılabilir…
Çok geç ve çok müşkil ama olmaz değil…
İnşallah olur.
Belki şehre bir mimar gelir… Kim bilir?
Ve yeniden inşa eder şehrimizi…