Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Türkiye Su Zengini Mi-Su Fakiri mi? Su Savaşları Senaryosu Nasıl Boşa Çıkarılır?

Türkiye, su zengini mi, su fakiri mi? Bu soruya verilecek cevapla, aynı zamanda, “Türkiye üzerine bir su savaşları senaryosu oturur mu, oturmaz mı” sorusuna da bir cevap bulunmuş olacaktır.

Türkiye su zengini diyenler, aslında su savaşlarına da onay verdiklerini acaba idrak edebiliyorlar mı?

Yıllardır yazdıklarımızı okumayanlar, konuşmalarımızı dinlemeyenler hâlâ yanı başımızda durup Türkiye su zengini diyebiliyorsa bu geri zekâlılığın aslında Türkiye’yi savaşa sokmak isteyen ihanetin dışında olmadığını da kanıtlıyor gibidirler.

Türkiye su zengini diye yazan uluslar arası stratejistler, bu kabullerin akabinde hemen su savaşı senaryosunun ortasına koydular ülkemizi…

Adel Derwish ve John Bulloch 1995 yılında Su Savaşları kitabını boşuna yazmadılar. ABD henüz Irak’a girmemişti. 1991 Körfez Krizi sonrasında yazılan bu kitap, Büyük Ortadoğu Projesi’nin de şekillenmediği bir dönemde yazıldı. Türkiye üzerine ikibuçuk savaş doktrini çerçevesinde bir plan tartışılıyordu.

Suriye ve Irak Türkiye’den daha fazla su talep edecekler ve güneyden Türkiye’ye saldıracaklar; aynı zamanda uluslar arası güçleri, başta da BM Hukuk Komisyonunu harekete geçirerek Türkiye üzerine bazı yaptırımları gündeme getirecekler. Batı’da Yunanistan ve içerde de terör örgütü kullanılarak Türkiye dize getirilecek.

Su savaşları senaryolarının gündeme gelebilmesi için elbette birinci adım: Türkiye’nin bir su zengini olduğunun dünya kamuoyunca kabul edilmesidir.

1995’te yazılan bu savaş kitabının yazarları savaş kışkırtıcılığıyla suçlanacakları yerde Türkiye tarafından bile övgüyle karşılandılar. Bu yazarlar savaş kışkırtıcısı olduklarını sonradan yazdıkları Kürtçü yazılarıyla da ortaya koydular.

Yani su savaşları senaryosuna yatanlar için aynı zamanda bölücü örgüt çığırtkanlığı da bir uyumlu meslek olarak tebellür ediyordu.

1995’ten başlayarak içeride ve dışarıda Türkiye’nin su zengini bir ülke olmadığını ispatlamaya çalıştık. Bu aynı zamanda su savaşlarını da boşa çıkaracak bir duruşu harekete geçiriyordu. O yüzden de Türkiye Ortadoğu su politikalarını, problemlerini inceledik ve gördük ki aslında su, petrol gibi büyük kan dökücülüklere değil bir büyük barışa hatta bir büyük birliğe kapı açabilirdi.

1997’de Su Barışı kitabı elbette ki Su Savaşları kitabı kadar ilgi görmedi. Türkiye kamuoyu uluslar arası stratejilerin payandası olmayı kendine yakıştırdı. Aradan on yılı aşkın bir zaman geçtiği halde Türkiye maalesef kendi devlet mekanizması içinde bile hâla su zengini addedilebilir. Üstelik de su konusu ile ilgili olan kimi bürokrat ve siyasetçiler bu büyük yanlışı yapıyorlar.

Türkiye su zengini ise su savaşları kaçınılmazdır.

Türkiye su fakiri ise savaş için uygun ortam yoktur.

Bir ülkenin su zengini mi, yoksa su fakiri mi olduğunu ortaya koyacak uluslar arası bir kriter yok mu? Var elbette… ve ona göre; bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına yıllık su tüketim miktarının 8 000 metreküp üzerinde olması gerekiyor. Bu miktarda tüketime sahip olan ülkeler bir kısım kuzey Avrupa ülkeleri ile Kanada ve ABD gibi ülkeler.

Türkiye’nin kişi başına su tüketimi ise 1700 metreküpler civarında olup güney komşularınki ile neredeyse atbaşıdır. Ortadoğu’da suyun çok kıt bir kaynak olduğu malumdur. En başta da İsrail gelmektedir. Gelecekte suyun kıt bir kaynak olarak Ortadoğu’da zaten mevcut olan çatışma gerekçelerine bir başka gerekçe eklemeyeceğini ileri sürmek elbette safdillik olur. Fakat yine uluslar arası ilkeler ve bilim çerçevesinde suyun hakça ve âkil kullanımı için önümüzde duran fırsatlar bize su savaşlarından daha çok bir su barışının mümkün olabileceğini fısıldamaktadır.

Neden olmasın?

  1. Su havzaları bir bütünün parçaları olarak düşünülmeli, su planı/politikası/stratejisi ve yönetimi dört aşamada havza/ ülke/ bölge ve küresel olarak bütüncül bakış açısı ile değerlendirilmelidir. Bu anlamda Erzurum yaylaları ile Harran ovası bir bütünün mütemmimleridirler; tabii ki bunlara Basra kıyıları da, Fırat’la aynı topoğrafyayı paylaşan Dicle, Aras, Kızılırmak ve Çukurova da dahildir. Bu havza bütünlüğünü göz önüne almadan hiçbir yeni mevzuatın bir anlamı olamaz. Kamu reformu tasarısı da bu açıdan yeniden gözden geçirilmesi gereken bir konudur.
  2. Uluslar arası sularda başlıca dört temel doktrin (mutlak egemenlik, sınırlı egemenlik, havza bütünlüğü ve suların hakça ve âkil kullanımı) her açıdan Türkiye’ye imkânlar sunmaktadır. Türkiye bugüne kadar sadece mutlak egemenliğe dayanmamış bütün doktrinler açısından sularını komşularıyla paylaşmıştır. Fakat en son hakça ve akil kullanım prensibine göre de çok yeni açılımlar ışımaktadır ve bir su barışını sadece bu prensiple bile tesis etmek mümkündür.

a)  Su bütün bölgede kıt kaynaktır. O halde bir kıt su kaynakları yönetimi ve eylem planı hazırlanmalıdır. Bu konuda Dünya’da ve Türkiye’de Toprak ve Su Kaynaklarını Muhafaza ve Geliştirme Strateji-Yönetim-Eylem Planı adlı çalışmamızdan yararlanılabilir.
b)  Ortadoğu Gümrük Birliği yapılmalıdır. Ortadoğu Kalkınma Bankası ve uluslar arası finans kuruluşlarının desteği sağlanarak birliğe katılacaklar arasında tıpkı elektrik enterkonnekte sistemi gibi bütün suyu kapalı boru sistemi içinde dağıtacak bir şebeke yatırımı gerçekleştirilmelidir. Su ekonomik bir değerdir, satılabilir prensibi çerçevesinde sayaçlarla borularla su ekonomik ve kıt bir kaynak olarak Türkiye önderliğinde bir Ortadoğu barışına vesile kılınmalıdır. Bu konuyla ilgili olarak da Su Barışı Türkiye Ortadoğu Su Politikaları kitabımıza müracaat edilebilir.
 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!