Dostoyevski’nin “Stepançikovo Köyü” adlı romanı, Rus köylülerinin davranış biçimlerini gözler önüne serer. Yazar, romanda dayısının ağzından, bir kişinin mutluluğunun sadece kendisine değil, çevresindeki herkese mutluluk getireceği inancını dile getirir. Dayı, bilimden hiçbir şey anlamasa da, bilimin insanlığın mutluluğu için yararlı olduğuna inanır ve bu duruma büyük bir saygı duyar. Metin, Türkiye’deki durumun da Stepançikovo Köyü’ne benzediğini, insanların sorunları kurcalamak yerine mutluluğu ön plana çıkaran açıklamalara itibar ettiğini belirtir. Türkiye’deki tüm şehirlerin Stepançikovo Köyü gibi olduğu, insanların bilim insanlarını ve yetkilileri “can kulağıyla” dinlediği ve bu şekilde “mutlu” olmayı tercih ettiği vurgulanır.
Dostoyevski’nin Stepançikovo Köyü adında bir romanı var. Suç ve Ceza kadar meşhur değil.
Rus köylüsünün davranış kodlarını o kitapta görebilirsiniz.
“Dayım hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu köylülere. Yaklaştım, seslendim ona. Dönüp baktı, birbirimize doğru koştuk, kucaklaştık. Geldiğime çok sevinmişti.
Coşkunluğa varmıştı sevinci. Kollarının arasında sıktı beni, ellerimi avuçlarının içine aldı. . . Bir ölüm tehlikesinden kurtulmuş öz oğlunu geri getirmişlerdi ona sanki. Gelişimle sanki onu da bir ölüm tehlikesinden kurtarmıştım Yanımda, karşı karşıya olduğu güçlüklerin tümünü ortadan kaldıracak bir şey, ona da sevdiği herkese de ömür boyu sürecek mutluluk, sevinç getirmiştim sanki. Dayım tek başına mutlu olmayı bile içine sindiremeyecek bir insandı. Sevinçle coştuğu ilk dakikalardan sonra birden telaşa kapıldı, ne söyleyeceğini şaşırdı, her şeyi birbirine karıştırdı. Soru yağmuruna tutmuştu beni. Hemen ailesinin yanına gitmemizi istiyordu. Tam yürümüştük ki, beni Kapitonovka köylüleriyle tanıştırmak isteğiyle birden geri döndü. Anımsıyorum, peşinden, üç gün önce Şosede karşılaştığı, şimdi Stepançikovo’ya konuk gelmesini dört gözle beklediği Korovkin adında olağanüstü bir adamdan söz etmeye başladı nasılsa. Sonra Korovkin’i de bıraktı, başka bir şeyden söz etmeye başladı. Yüzüne bakmak haz ver bana.”
Dayısı topluca mutlu olmak isteyen köy topluluğu ile benzer halet-i ruhiye içindedir.
Geleneksel olarak köy odamızda konuşan birileri varsa topluca dinleyip başımızı tasdikle sallamamız yeterlidir. Adap, erkan bunu gerektirir.
Anlayıp anlamadığımız önemli değildir, yeterli itibarı, saygıyı ön plana çıkardığımız zaman değir bütün gereksinimler gereksiz olur.
“Söz bilime gelince, dayım birden çattı kaşlarını. Yüzünü aşırı ciddi bir ifade kapladı. Son zamanlarda mineraloji ile ilgilendiğimi öğrenince birden kaldırdı başını, mineralojiyi tek başına, hiç kimsenin yardımı olmadan kendi bulmuş, baştan sona kendi yazmış gibi gururla baktı çevresine. Dayımın “bilim” sözcüğüne içten hiçbir şey bilmediği için daha da içten- bir saygısı olduğunu söylemiştim. Bir gün, gözleri heyecanla parlayarak şöyle söylemişti bana:
-Evet canım, en küçük, en olmayacak şeyleri bilen insanlar var dünyada! Aralarına girip oturuyorsun, dinliyorsun konuşmalarını, bir şey anlamadığını biliyorsun, ama yüreğin bir hoş oluyor gene de. Peki neden? Çünkü yarar var bunda, zekâ var, insanlığın mutluluğu var! Bunu anlıyorum işte.
Şimdi ben de mir raylar üzerinde gidiyorum, benim llyuşa havada uçacak belki… Sonra şu ticaret, üretim… nasıl demeli, bir atılımdır bunlar. Yani şunu söylemek istiyorum, ne yanından bakarsan bak, yararlı şeyler… Öyle değil mi, sen yararlı bulmuyor musun bunları?”
Biz de Stepançikovo köylüleri gibiyiz.
Mutlu olmamamız için bir neden yok.
Meselelerin arkasını karıştırmaya ve kaşımaya lüzum yok.
Ormanlar cayır cayır yanarken ve yangın denize ulaşıp suyu hissedip sönme eğilimine girmişken ‘dronlarla orman söndürmede’ dünya birincisi olduğumuzu dayımız ilan etti ya. Niye mutlu olmayalım?
Terörsüz Türkiye eyctekine (hashtag’ın İstanbul ağzı telaffuzu) karşı bir mutsuzluk yaymaya da gerek yok.
Bilim insanları ekranlarda mutluluğumuz için nasıl da yarışıyorlar; kim inkâr edebilir ki onların bu sâylerini?
Hem ne gereği var?
Sen yararlı bulmuyor musun bütün bunları?
İçerde ve dışarıda ciddi bir itibarımız var, şimdi kalkıp da bu itibarı zedeleyecek lakırdılara kulak vermenin âlemi var mı?
Niye bizde Dostoyevski gibi büyük romancılar çıkmıyor?
Stepançikovo köyüne benzer köylerimiz mi eksik?
Bilim adamları yararlı şeyler konuşunca onu can kulağı ile dinlemeye amade köylülerimiz mi eksik?
Hepsi var.
Bırakın köylerimizi bütün şehirlerimiz Stepançikovo köyü.
Ve bütün şehirlilerimiz de artık Stepançikovo köylüleri kadar bilime saygılı.
Can kulağı ile dinliyoruz hep.
Gözlerimiz ekrana kilitlenmiş, kulaklarımız bilim insanlarının ne söyleyeceğine odaklanmış, özellikle prime time zamanlarımızda…
Yeter ki her yaşanan krizden, yangından, felaketten sonra bir yetkili bize moral verecek konuşmalar yapsın.