Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu’nun makalesi, Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar” adlı eserinden yola çıkarak, milletlerin kendilerini sembolize ettikleri “kitle” oluşturan doğal unsurları inceler. Yazar, ormanların Almanlar, denizlerin İngilizler ve dağların İsviçreliler için birer kitle sembolü olduğuna dikkat çeker. Ancak Canetti’nin eserinde Türklerin kitle sembollerinin eksikliğine değinen makale, Türk tarih ve mitolojisindeki Hazar Denizi, ırmaklar (Ceyhun, Seyhun, Fırat, Dicle), dağlar, ovalar ve kutsal mekanlar gibi zengin doğal unsurları ve vatan kavramını Türk milletinin kitle sembolleri olarak öne sürer. Yazı, bu sembollerin günümüzde Türkler tarafından yeterince benimsenmemesinin ve hatta “Türklük” vasfının Anayasadan çıkarılmaya çalışılmasının trajik bir durum olduğunu vurgular.
“İnsanlardan oluşmayan yine de kitle olarak duyumsanan kolektif birimlere kitle adını veriyorum. Tahıl ve orman, yağmur, rüzgâr, kum, ateş ve deniz böyle birimlerdir. Bu fenomenlerin her biri kitlenin bazı temel niteliklerini taşır. İnsanlardan oluşmasalar da bu simgelerin her biri kitleyi anımsatır ve mitlerde, düşlerde, konuşma ve şarkılarda bir kitle simgesi olarak bulunur.”[1]
Elias Canetti, Kitle ve İktidar adındaki kitabını bu temel kurgu üzerine inşa etmiştir.
Orman, Almanların daha çok masallarında, efsanelerinde, anlatılarında, eserlerinde ve günlük yaşamlarında kitle simgesi olarak orduyu anımsatan güçlü bir fenomendir mesela…
Deniz, daha çok üzerinde güneş batmayan ülkeler topluluğunu meydana getiren ve etkili bir deniz ticaretini ondan daha güçlü bir donanma desteğinde kurabilen İngilizlerin kitle fenomeni olarak daha çok öne çıkar.
Yüksek kayalı dağlar İsviçreliler için kitle simgesidir. Zapt edilmez dağlar…
Bizim tarih boyunca hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda fenomen mi ararsın?
Denizler, boğazlar, dağlar, ovalar, yaylalar, kışlaklar, ırmaklar, bozkırlar, pınarlar, çağlayanlar…
Mitolojimizde ülkesindeki bir kaya parçasını düşmana asla teslim etmeyen hakanlarımız vardır.
Ağaç kovuğunda saklanan Oğuz Kağan miti mesela…
Sonra ocaklar…
Hazar’ın, Aral’ın göl ya da deniz olarak asırlara sari simgesel hatıra zenginliği taşıdıkları malumdur.
Elmas Yıldırım iki Hazar’ı birleştiren şairdir.
Bizim de La Havle kitabımıza girmiştir.
“Esir Türkler davası açtı yengi bir kapı
Türklüğün unutulan nezir serencamından
Ülkümün tuğlasından inşa edilen yapı
Bir kutlu yuva olur, yer kurtulur gamından
Hazar’dan Hazarıma bir şifredir, manidar
Gelir Elmas Yıldırım kulağıma fısıldar:
“Verseydi Tanrım bana tarihten bir ânımı
Yakarak bir meş’ale kurardım hür bir ocak
Götürüp insanlıktan ruh alan fermanımı
Salardım dört bir yana şenlenirdi her bucak
Kazardım gönüllerde yalnız bir tek ideal
İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal”
Hürriyet ve vatanı bir tutan Namık Kemallerin oluşturduğu simgeler dünyamız niçin bir Alman ideolojisinden, bir Fransız devrim aşkından, İngilizlerin deniz sevdasından geri olsun ki.
Hem deniz tarih boyunca sadece onların gezi alanı mıydı?
Navarin’den ders çıkardık çıkarmadık; ayrı mesele, ama bizim de şarkılarımız var deniz üstüne, Akdeniz üstüne:
“Akdeniz bizim deniz olmaya pek yaraşır
Deniz eri al demiri vira vira vay
Dolaşalım limanları sıra sıra vay…”
Maveraünnehir, iki nehrin arası… Orta Asya – Türkistan anılarımız suyun idaresi ile namlı olmalıydı. Subaru…
Amuderya ve Siriderya; Ceyhun ve Seyhun ırmakları… Tanrı Dağlarından kaynağını alan ırmaklarımız kutsallık simgesinden ve Canetti’nin düzenlediği fenomen zincirinden nasibini almasın mı?
Fırat ve Dicle, Mezopotamya’nın, Sümerlerin su havzası olarak Türklerin tarihinde doğu ile batının birleştirilmesi açısından büyük öneme sahipler.
Fatih’in Nil, Tuna perspektifini güçlendiren çekirdek eksen bu havzadır aslında. Birecik’teki tersaneler, Basra’ya gelen gemilerin taşıdıklarını Anadolu içlerine kadar, Anadolu’dan üretilenleri de Basra’dan bütün dünyaya götüren bir ticaret gemileri ve bölgenin güvenliği için savaş gemileri inşa ederdi.
Sakarya – Fırat… Sadece bir dizi adı değildi. Anadolu’nun atom bombası ile parçalanamaz bütüncüllüğünün ulusal bütünlüğünün iki koludur.
Altaylardan Tuna’ya… Sakarya ve Fırat’ın açılım simgeleridir. Turan fenomeni…
Issık göl. Yaradılışımızın su üstündeki saf ve berrak kucağı, ana rahmi…
İki Hazar’ın kardeşliği…
Harran Ovası, Muş ovası, Ahlat… Sayısız ovalarımız…
Âkif’in şiirindeki gibi bir bereketli geçmişin simgeleri:
“Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla
Koca mer’a dolu baştan başa sağmallarla”
Canetti’nin Kitle ve İktidar kitabında Türklerin yer almamış olması büyük eksiklik.
Oysa ne kadar zenginlik katardı kitabına…
Türkler bu kitle simgelerinden hangisini benimsese ve yürüse rüzgâr olur, fırtına olur, bora olur. Hangisini benimsese insanlığa umut olur, ışık olur, merhamet olur. Hangisinden yola çıksa bir sürü rehberi olur, aydını olur.
Fakat ne hazindir ki, bugünlerde Türklük vasfı anayasadan dahi bizzat Türklerin eliyle silinmeye çalışılıyor. Neden? İşte bu evrensele de hitap edebilecek rüzgârdan, ateşten, kumdan, su ve topraktan, yapraktan bihaber olduğu; dağını, ovasını, yaylasını, denizini, ırmağını kanıksayıp küçümsediği ve kirlettiği için…
“Vatan olmadan bir .ok olmaz!” sözünü Kafes filminde Mehmet sipahi’ye boşuna söyletmedik.
[1] (1) Elias Canetti, kitle ve İktidar, çev. Gülşat Aygen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998
Türkün boyları yayılır
Dağlara ovalara yaylalara
Gönül sesiyle seslenirler
Gönül kalemiyle süslenirler
Gönül erleriyle erlenirler
Boy verirler yurtlara
Kut olurlar soylara
Türklükle yürür töre
Simgelerle , imgelerle
Örgülenen hayat
Asırdan asırlara
Nesilden nesillere
Masallarla, destanlarda
Asırlara ad, coğrafyalara işarettir
Türklük
Süleyman Kır