Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Sene-i Devriyesinde NATO İşlevinin Yeni Boyutları Üzerine Bir Deneme

 

De-Stabilizasyon Modelinde Türkiye’nin Hedef Ülke Olması

24 Ağustos NATO’nun yürürlüğe girmesinin sene-i devriyesi.
NATO 1949 yılının 24 Ağustos günü nihai kuruluş aşamasını tamamladı.
Bugün derin bir sancı çekiyor.
Bunu İki Kutuplu Dünya yıkıldığında da yaşamıştı.
Sovyetler Birliği dağılıp ‘komünizm’ başka bir söyleyişle ‘kızıl tehlike’ tehdit algılaması çökünce yerine ikame edilecek yeni bir tehlike(tedhişçi İslâm) de henüz uydurulmadığı için bir bocalama dönemi geçirdi. 
Bocalama demesek de yeniden yapılanma sancıları çekti NATO o dönemde.

Şöyle ki, artık Avrupa Birliği de o büyük doğu tehdidini bertaraf ettiği önyargısıyla kuruluşundaki ilkelere yani fabrika ayarlarına dönme psikolojisi yaşadı. AET’yi kuran Altılar, NATO’yu da Orta Batı’nın güvenlik stratejisine göre yeniden biçimlemek gerektiğini düşünüyorlardı. 

Ne gereği vardı fuzuli masrafın?

Altılar (AB’nin çekirdeği) sadece kendi güvenliklerini temin için yeni bir Assamble meydana getirme ön çalışmaları yaptılar. Türkiye o dönemde NATO’nun öneminin bitmediğini Avrupa’ya edilgen biçimde anlatmaya çalışıyordu. 

Fakat eğer yeni tehdit algısı İslam etrafında şekillendirilecekse o zaman Türkiye müttefik değil düşman safında bile olabilirdi.
Bu çerçevede de bir takım yeni senaryolar yazılmadı değil.

O vakitler bir kısım askeri yetkililer NATO toplantılarında yeni haritaları ve bir takım uçuk senaryoları da henüz üyelikten çıkmadığımız için fark edebilmişlerdi.

Mademki AB kendi güvenlik şemsiyesini teşkil edecektir ve orada Türkiye bir bakıma fazlalıktır; o zaman Türkiye’nin AB üyeliğine de yeni kaydırmalar yapılmalıydı.

Böylece Türkiye dahil birçok NATO üyesi ülkenin öyle jandarmalık yapma görevine ve vazgeçilmez ortak olmasına lüzum kalmamıştı.

İlk başlarda böyle düşünseler de sonradan NATO’nun eski yapısının sürdürülmesinin daha yerinde olacağına inanıldı.
AB’nin büyüme çizgisi de böylece kabul gördü ve yeni üye kabulleriyle geliştirildi.

Yunanistan ve İspanya gibi ülkelere bile hazmedilme kapasitesi açısından tam puan veremeyen Batı aklı Doğu Avrupa’ya da Türkiye’ye de sıcak bakmıyordu.

Fakat yaratılan yeni tehdit algısı üzerine tekrar güvenlik stratejileri küresel bazda oyun kurucu rolünü Orta Batı’ya tekrar kazandırdı.

Bunda elbette Yahudi İngiliz medeniyetinin büyük rolü var.

ABD’nin de desteğiyle ister istemez daha önce komünizme karşı müttefik addedilen ve şiddete meylettirilebilecek bir İslam profili Batı’nın düşman yaratma ve böylece bir arada yaşama iradesine laik-motive faktörü taşımaya başladı.

Yeni düşman ve yeni güvenlik konsepti zaten Batı’nın eski zihin dünyasının terkibine pek uymuştu.

İslam düşmanlığı ile korku ve tehdit algısı hem bir arada yaşama iradesinin yeni versiyonları için gerekçeler üretiyordu hem de yeni güvenlik stratejileri için yeni senaryoların yazılmasına fırsatlar oluşturuyordu.

Afganistan ve Afrika meselelerinde Türkiye’nin bir takım risklerde önceliği olduğunu gören Batı, aynı zamanda doğrudan hedef aldığı Kuzey Afrika, Akdeniz, Ortadoğu hattında Türkiye’nin farklı açılardan değerlendirilebileceğini gördü.

Türkiye de zaten ona bu fırsatı verdi.
Büyük Ortadoğu Projesi işte bu zeminde gelişti.
Türkiye’nin stratejik müttefikliği yeniden değerlendirildi.
Arap Baharı ve bir takım Ortadoğu ülkelerinin diktatörlerden temizlenmesi ve demokrasiye kavuşturulması hülyası işte bu ortamda üstelik düşman olarak görülen Müslüman toplumlarda bile onay makamları bulabildi.
Gerçekte Batı, hem İsrail’in güvenliği için hem de tayin edilmiş bir istikbal ve küresel denge adına bölgeye demokrasinin gelmesine öyle fazla hevesli değildi.
Fakat bunu Arap aydınları da Türk aydınları da anlamadı.

Elbirliğiyle kendi coğrafyalarında inşa edilen ve sonsuza kadar sürecek bir nifakın tohumlarının atılmasına seyirci kaldılar. Hatta alkışladılar.

Batı’nın istediği de-stabilizasyon idi sadece…
Arap Baharı olsun ve bütün Ortadoğu’ya demokrasi gelsin, böyle bir dertleri yoktu.
Eski liderlerini kaybeden Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu’nun doğu kanadındaki ülkelerde demokrasinin gelmesi şöyle dursun iç savaşsız bir gün bile aranır oldu.

Artık bütün İslam dünyasında sürekli Batı’nın müdahalesine imkan ve fırsat veren bir de-stabilizasyon dönemi başlamış oldu.

Artık kim gelirse gelsin –kimsenin gelmesi de pek zordu artık- birçok ülkede sürdürülebilir bir iç karışıklık ortamı tesis edilmiş oldu(!)…
İşte Irak…
İşte Libya…
Ve diğerleri…
Pivot bir ülke olarak yirmi yıl boyunca derin bir yeniden yapılanma ve de-stabilizasyon modelinin tatbiki veçhesiyle küresel tek din oluşturma peşindeki İngiliz-Yahudi aklının ürünü yeni çerçevede Türkiye’nin bundan sonraki rolü neydi?
İşte çatışma da bu menzilde başladı…

Türkiye eşbaşkanlık onurundan giderek kendini saran milli tehdidi algılamaya başlamış ve ister istemez rücu etmişti daha evvel ne yaptıysa ondan…

Bu elbette ki küresel güçleri rahatsız etti.
Şaşkınlık yerini yeni yaptırımlara götürdü.
Artık pivot ülke hedef ülke haline getirilmişti.
Evet Türkiye Ortadoğu’nun de-stabilizasyonunda edilgen oyun kuruculuktan yani oyun kurucuların kompleks sahibi ve sürekli sorun çıkaran arkadaşlığından doğrudan üzerinde oyun oynanan hedef ülke haline getirilmişti.
İşte bu son darbe girişimi de bunun bir yansımasıdır…
Yani Türkiye de bundan sonra de-stabilizasyon modelinden nasibini alacağa benzemektedir.
Avrasyacı açılımı sürdürülebilir olur mu?
Bunu elbette zaman gösterecek.
Ve Türkiye’nin gizli enerjisi…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!