Çocukluğumun, gençlik yıllarımın geçtiği Etimesgut’ta Cumartesi günü Sarıkamış’ı anlatacağım ya, Sarıkamış üzerine yeni neler anlatabilirim diye dinleyicilere saygımdan oturup tekrar tekrar Sarıkamış’ı anlatan kitapları, araştırma ve belgeleri taradım.
Sonra canım sıkıldı, dışarıda tipi var; ben de Sarıkamış şehitlerine ağladım, ağladım ve dışarıya çıkıp tipide yürüdüm hasta hasta…
Eve döndüğümde artık Sarıkamış türkümü bestelemiştim.
Beste ile güfte birlikte doğar bende… Handiyse bütün şiirlerim bu yüzden bestelidir. Fakat zaman geçtikçe eğer kaydetmemişsem unuturum gider ezgiyi… Geriye yazdıysam bir köşeye şiir kalır.
Sarıkamış türküsü de donmakta olan bir adamın ağzından çıkmış gibi oldu…
Mataramda sular donmuş dediğinde sesi titreyerek donuyor artık Mehmetçiğin nesi var nesi yoksa…
Sarıkamış Sarıkamış
Bir derdi var; ağlar yaz, kış
Sarıkamış Sarıkamış
Gidenler uçmaya varmış
Mehmetçiğin matarası
Öyle donmuş, öyle kalmış
Sarıkamış Sarıkamış
…
Sarıkamış tepeleri
Eser durmaz tipileri
Yüz bin asker yola düşmüş
Can bekliyor birileri
…
Sarıkamış Sarıkamış
Bir derdi var ağlar yaz kış
Mataramda sular donmuş
Sarıkamış Sarıkamış
Bazen insan sadece muhatabının adını telaffuz ederek de en büyük kinayelerden, dertlenmelerden, lanet okumalardan birini yapar.
Sarıkamış öyle bir şey…
Hafız Hakkı Paşa’nın günlüğünü okuyorum.
O ara hasta olmuş.
O ara günlük yazmayı bırakmış.
Yazmış da sonradan yok mu etmiş; bilemiyoruz.
Enver Paşa zevcesi Naciye Sultan’a yazmış, tıpkı Viyana’da bizi bozguna uğratan Sobiyevski gibi… Göze girmeye çalışan general koca Türk Ordusu’nu tarumar edince Avusturya Kralı Leopold’dan taltif göreceğini sanmıştı, ama kral muzaffer edalı generalin yüzüne bile bakmadı.
Enver Paşa gerçekten büyük kumandan, sınırsız ufukları olan bir idealist. Perspektifini bilemem ama gözü uçsuz bucaksız bir dünya yönetişimi makul görebiliyor. Osmanlı çökerken bile kurmaylarını böyle fütursuz böyle cüretkâr ediyor. Cüret kavramını Hafız Hakkı Paşa’nın yazdıklarında da görüyoruz.
Enver de Hakkı Paşa da cüretkâr kumandanlar, Hasan İzzet Paşa’nın uyarılarına kulak tıkamaktadır Enver. Hatta acele etmek, düşman hazırlık yapmadan üstüne saldırmak ve hatta hemen Batum’u almak planlarına karşı Batum’un öyle kolay alınamayacağını, düşman donanmasının üstünlüğünü filan belirten Hasan İzzet Paşa’ya “Hocam olmasaydın seni şimdi idam ettirirdim” demektedir.
“Gaye Rusların bir ferdini kurtarmadan mahvetmektir. Bunun için baskın, cür’et ve sür’at lazımdır. Ben 8 öğle ve 879 gece hareket ederek alesseher şiddetli bir taarruz yapıyorum. Gündüz süratle takip ile Oltu’yu tutacağım. Ondan sonra da vasati 30 kilometre süratle 12 Kanunuevvel’de Sarıkamış Kars hattına varacağım. Tarih-i İslam’ın yeni bir devresine girerken zat-ı alilerinin dahi cüret ve şiddetle hareket edeceğine eminim.” (Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, yayınlayan Murat Bardakçı, İş Bankası yayınları, İstanbul 2014)
Fakat çökmekte olan bir imparatorluğun yeni emperyal vizyon arayışı ne acıklıdır…
Bir yer kapandı ise bir yer açılır elbet…
Osmanlı memaliki Balkanlar’dan kovulunca aydınları kendince yeni bir emperyal vizyonun işletileceği coğrafya peşine düştüler. Bu da Turan iklimi olacaktı başka ne olabilirdi ki?
Nitekim Hafız Hakkı Paşa mektuplarının birinde ve günlüğünde bu konuyu şöyle işliyor:
“Bu devlete Kafkasya, Rumeli’den alınacak parçaya nispeten yüz defa daha mühimdir. Devletin Kafkasya’yı ihmal ederek yine Rumeli’ye ehemmiyet verilmesi Kanuni devrinden beri başlayan felaketleri temadi ettirmek demektir. Devlet Anadolu’da ve Rumeli’de aynı zamanda taarruza geçemez. Rumeli’de İstanbul ve Boğazlar müdafaası için azami dört kolordu kâfidir. Mütebakisi kâmilen Kafkasya’ya tahsis edilmeli ve bu kuvvetler şimdiden sevkedilmeye başlanarak ilkbaharda buradan büyük bir tefevvukla Kafkasya istilası başlamalıdır.”
İkisi de damattı saraya ve ikisi de basamakları birer birer devşirdi.
Birisi ordu kumandanlığına, diğeri de genelkurmay başkanlığına ve harp nazırlığına kadar yükseldi.
Öyle ki çaresiz devlet bu iki damadın sevkülceyşi istikametinde kâh yok oluşu geciktiriyor, kâh büyük imparatorluk hülyalarını yeniden kuruyordu.
Hafız Hakkı Paşa albay iken Enver Paşa’nın Ruslarla o mevsimde savaşmasının yanlışlığı üzerinde dursa da paşalığa yükselince cüretkâr atılıştan başka bir çare olmadığı tezini savunmaya başlıyor.
Cüretkâr atılış… Ölümüne gözü karalık…
Hatta bunu her şey olup bitmiş on binlerce asker Allahuekber dağlarında donarak hayatını kaybetmiş, o felaketten sonra söylüyor, söyleyebiliyor.
Kimileri o yürüyüş kolunun iklim şartlarına yenik düşmesi üzerine artık bir şey yapılmadığı vehmindedir. Halbuki yine savaş devam etmekte, Doğu cephesinde oradan oraya güçler ve ihtiyaç malzemeleri sevkiyatı yapılmaktadır. Hatta kaçanların idamı bile deruhte edilmektedir.
“İlkbaharda taarruza geçmezsek Ruslar kendilerini faik addedecek ve taarruza geçeceklerdir. Ruslar Osmanlı arazisini istila ettikleri vakit Ermeni ve Kürtler’i isyana teşvik edebilirler. Rus arazisine biz girecek olursak orada İslam ahaliyi ayaklandırmaya muvaffak olabiliriz. İran’daki muvaffakiyetler bize iyi ümitler veriyor.”
Üçüncü bir damat da İsmail Hakkı Paşa’dır ki o da Filistin cephesinde çarpışmaktadır. Kayzer Wilhelm’in karargâhında Muhafız alayında kurmaylık yapmıştır.
Ona göre ise, Enver, her iki damadın da cephede ölmesini dilemekte, böylece tek damat kalarak imparatorluk hayali kurmaktadır.
Velhasıl büyük ümitler, büyük çöküşler bir saraya damat olabilmenin kazandırdığı büyük aşklar ve nefretlerle mümasil bir psikolojinin ürünüdür.
Elde var hüzün ve hüznü en iyi tarif eden türküler…