Türkiye dış politikasında âni bir evrilme yaşıyor.
Stratejik Derinlik perspektifinin heyecanlandırdığı geçmiş dönem AK Parti iktidarındaki Türkiye diplomasisi sıfır sorunlu dış politika ve bölgesel güç iradesi ortaya koymak için pek heveskârdı.
Fakat her şey ne yazık ki kitapta durduğu gibi durmuyordu.
Geleneksel dış politikamız monşerlerin tasallutundan kurtarılıp Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yeni inisiyatif
koymalara cüret edebildi.
Ancak bu sadece cüret olarak vasıflandırılabildi.
Zira Türkiye’nin yorganı ve ayağı arasındaki ölçüsüzlük dikkat çekiyordu.
En son olarak da Suriye politikasında ABD ile birlikte yürüttüğümüz stratejik kardeşlik ihanetler sarmalına dönüştü. Kimle
yatağa girdiğimizi çok geç fark ettik.
Bizi yarı yolda mı bırakmıştı ABD?
Yoksa biz mi ABD’nin müttefiki olarak onun stratejik hedeflerini doğru algılayamamıştık?
PYD ile PKK’nın farklılığı üzerindeki yalanı ilk başlarda yutar göründük. Bunun için Türk basınında destekleyici yazılar da
oldu. Mesela Soli Özel açıkça PYD ile PKK’nın farklı olduğunu söyleyelim ve stratejik müttefikimizi fazla üzmeyelim yollu
yazılar yazdı. Daha da ileri götürenler oldu. Suriye Kürdistan’ının kurulmasının kime ne zararı vardı? Belli ki ABD bu
hedefinden vazgeçmeyecekti. O halde Türkiye’nin uslu çocuk olmasından başka ne çaresi olabilirdi ki?
İster istemez ABD ile karşı karşıya gelindi.
AB ise zaten uluslararası göçmen kampı derekesine düşürdüğü ve asla üye yapmayı düşünmediği Türkiye’yi bu küresel
güçle dengelemek dışında bir politika geliştiremeyen ağır aksak yürüyen bir çarktı sadece…
ABD ile Rusya anlaşıp Türkiye’yi Suriye politikasında Rusya üzerinden terbiye edecekler özetinde bir yazı yazmıştım.
Türk dış politikası ne yazık ki ABD’deki evrilmeyi okuyamamıştı.
Kimileri hâlâ Şam’da Cuma Namazı kılacağımızı ve Esed’in gitmesinin birkaç aylık bir konu olduğunu ısrarla dillendirmişti.
Kilitlenen Suriye politikamızı açacak bir formül Allah’ın lütfu ile önümüze geldi.
O da kim ne derse desin 7 Haziran seçim sonuçlarıydı.
Ben Sayın Başbakana(Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’na) İstanbul’daki Başbakanlık konutunda sahur yaparken
ısrarla söyledim. CHP ile bir koalisyon yapılıp Türkiye dış siyaseti revize edilebilir dedim. Mesela Dışişleri Bakanlığı’na Onur
Öymen’i koyarsınız ve onun eliyle Suriye politikamız restorasyona tabi tutulur. Suriye ile sonu görünmez bir savaş ve
göçmen meselesi ile Türkiye’nin geleceğini ipotek altına sokmayalım dedik.
Bazı arkadaşlar ise bürokrasinin baskısıyla MHP ile koalisyonunun daha normal olduğunu ileri sürdüler.
Gerçekten de koalisyonun zafiyet değil bir ülkeye güç verebileceği hakkındaki kanaatimi bugün de koruyorum. Her zaman
koalisyon kötü değildir.
Fakat istikrar tek partinin güçlü iktidarı olarak anlaşıldığından 1 Kasım seçimlerine gidildi.
İlk bakışta istikrar sağlandı sanıldı.
Eğer o koalisyon olsaydı Suriye politikası bugün Rusya’nın himmetine ihtiyaç duymadan revize edilmiş olacaktı. Türkiye
siyaseti de belki… Böylece bir yıl boyunca o kadar insan ölmeyecekti. Gerek Suriye’de gerek Türkiye’de… Ve buna paralel
olarak Suriye ile doğrudan müzakereler başlayınca ister istemez İran ve Rusya ile de çok yönlü siyasetin işte gerçek zemini
bulunacak ve stratejik derinliğin işlevi ortaya çıkacaktı.
Türkiye de sıkıştığı badireden kurtulacaktı.
Şimdi Rusya ile yeni bir Avrasyacılık siyaseti arefesindeyiz.
Rus Avrasyacısı Dugin Türkiye’ye geldi ve stratejik müttefik olduğumuzun altını çizdi.
Dugin 20 yıl kadar evvel Başkent Öğretmenevinde Avrasyacı tezlerini anlattığında da kitaplarını okuyup
değerlendirdiğimizde de şu yorumu yapmıştık:
Sizin Avrasyacı teziniz yüz yıl öncesinin komünizminden de daha rahatsız edici.
Zira yüz yıl evvel milliyetler üstü bir zihniyet zemininde halklar bir kardeşlik düsturu geliştirebilirlerdi.
Sultan Galiyev ile Lenin arasındaki ilişki kadarına bile izin vermiyor sizin Avrasyacılığınız… Çünkü sizin Avrasyacılığınız
Rus milliyetçiliğini temsil ediyor, ona hizmet ediyor.
Türkiye’de hain ilan edilen Nazım Hikmet’i bütün Türk Cumhuriyetlerindeki ve özerk bölgelerdeki edebiyat ve siyaset
önderleri seviyor. Neden?
Çünkü Nazım onlara “Komüntern’de, Komünist Partisi’nde, SSCB’nin bütün kurumlarında sizler de eşit insanlarsınız” diyesi
imiş. “Sen Türk’sün o da Rus… Onun bu düzende ne kadar hakkı varsa senin de hakkın ondan az değil” demiş…
Moskova’daki mahfillerde onurla yürümelerini salık vermiş Türklere…
O yüzden Nazım’a Türkçü diyenler bile var oralarda…
…
Türkiye yeni bir Avrasyacı siyaseti edebiyatla, sanatla besleyebilir mi?
Yeni Avrasyacı siyasetin ekonomi politiği yazılabilir mi?
Yeni Avrasyacı siyaset için nasıl bir tedbirler manzumesi ve yeni programlar geliştirilebilir?
Yeni planlı kalkınma modelleri yeni Avrasyacı siyasette nasıl şekillendirilebilir?
Türk ekonomisi bu kadar batıya entegre olmuşken yeni hayat ne gibi sıkıntıları doğurur ve bu sıkıntıların yüzde kaçı
tahammül edilebilir olarak addedilebilir?
Mesela yeni Avrasyacı modelde Mercedesler’den Audiler’den vazgeçip yerli araba modeline ya da Lada’ya ne kadar
ısınabilir insanımız…
İnsanımız ve yöneticilerimiz elbette…
Attan inip eşeğe binerler mi?
Türkiye Atlantik okullarından Nevin Gökçek ismini kaldırdı.
Kaldırsın…
Atlantik Paktından peki çıkabilir mi?
İncirlik Üssü’nü kapatmadan Avrasyacılığımız ne kadar inandırıcı olabilir?
AVM’leri, eski hayat biçimini, kandırılmış lüküs hayat felsefemizi değiştirmeden ne kadar Avrasyacı modelin öngöreceği
tasarruf zorunluluğuna katlanabilir halkımız…
Ben otuz yıl önce Türk bürokrasisinin Amerikancılardan temizlenmesi gerektiğini yazmıştım.
Kolay mı bu?
Türkiye ile ABD bu krizden ne vakte kadar dönerler?
Dönülmezse yeni Avrasyacılık için büyük usta kalemlere ihtiyaç var.
Mehmet Akiflere, Nurettin Topçulara…
Zihniyet ve ekonomi politik bakımından gerçek Büyükdoğu felsefesine, Avrasya ülküsünün çok yönlü tariflerine…
Böyle bir potansiyel bence var ama işlenmesi gerekiyor.
Tabii bu arada Batı Kulüpçülerin feryatları yeri göğü inletecek.
Şimdiden başladılar, Türkiye Atlantik’ten çıkamaz. Türkiye’nin Batı’dan vazgeçmesi mümkün değildir diye…
Bunu da gerçekçilik olarak vâz ediyorlar.
Soli Özel şöyle yazıyor:
“Türkiye’nin bugünkü ortamda kaçınması gereken en önemli hatalardan biri de gerçekçilikten uzaklaşmak olsa gerektir.
Hele Ortadoğu’da, özellikle Suriye’de gerçeklikle bağları kopararak sürdürülmüş ve inatla vazgeçilemeyen politikaların,
Türkiye’yi ne denli yalnızlaştırdığı, dış politikayı ne konuma getirdiği ortadayken. O halde Türkiye’nin bugünkü ittifak
ilişkilerinden vazgeçmesi, kendisine yeni bir kurumsal stratejik aidiyet araması aslında söz konusu değildir.”
Darbeyi anlamak için daha çok fırın ekmek yemesi lazım bu ülkenin…
Bu ülkenin ve aydınlarının…