Şair ve yazar, emekli vali Rıza Akdemir’i ebediyete uğurladık.
Rıza Akdemir ayakta öldü.
Ulu ağaçlar ayakta ölür.
Ulu bir çınardı o.
Küçümen bedeninde kocaman bir kalp taşırdı.
Daha öğrencilik yıllarında milliyetçiliğin timsali olmuştu. Türk Gençliğine Mektuplar’ı, Ali Fuat Başgil’in başucu kitabı, Topçu’nun Büyük Fetih, Atsız’ın Türk Tarihinde Meseleler, Sezai Karakoç’un Diriliş Neslinin Amentüsü, Remzi Oğuz’un Coğrafyadan Vatana, Serdengeçti’nin Bu Millet Neden Ağlar adlı az formalı eserleri gibi elimizden düşürmediğimiz bir kitapçıktı.
Serdengeçti’nin dergisi Serdengeçti’de yazdı.
Serdengeçti’nin telif ödediği yazarlar arasına girdi. Onun sevgisini kazandı.
Kolay bir şey mi bu?
Vefatından bir hafta önce Gönüllerde Birlik Vakfı’nda dinledik ulu çınarı…
Dimdik ayakta, her zamanki gibi sinekkaydı tıraşını olmuş, her zamanki gibi yakışıklı… Kravatı ve mendili marka…
Her zamanki gibi beyefendi, her zamanki gibi onurlu, vakarlı…
O çok çalışan beyni durmazdan birkaç saat evveli bir vakit başkanlığını yaptığı İlesam’da yine bir sürü şiir dinlemek zorunda kalmış ve kimseyi incitmemişti. Hepsine tahammül göstermişti.
Yoruldu.. Kolay mı?
Hafızası o kadar güçlü, zihni o kadar berraktı ki; yirmi yıl evvelinin teferruatını hatırlıyordu.
Abay Yolu’nun yazarı büyük Kazak mütefekkir Muhtar Avezov’u anma toplantısına birlikte gitmiştik. Ahmet Kabaklı da vardı. Orada Almatı’daki büyük salonda bir konuşma yapmıştım, Türkiye Yazarlar Birliği Başkanı sıfatıyla… Rahmetli Kabaklı ‘göğsümüzü kabarttın’ demişti. Muhtar Avezov’un oğlu Kazakistan’da bir partini genel başkanlığını yapan Murat Avezov da ‘seksen pörsent Kazakça ayttın’ (yani yüzde seksen Kazakça konuştun demişti. Rıza bey son konferansı sırasında bunları hatırlattı.
O akşam yeni çıkan Şiir Şiir Muhsin Başkan kitabından kendilerine imzalamıştım.
Sabaha kadar okumuş. Sabah aradı. Yine her zamanki gibi dikkatli bir bürokrat, kibar bir beyefendiydi.
‘Rahatsız etmiyorsam bir şeyler söylemek isterim’ dedi.
‘Ne münasebet buyurun sayın valim, değerli ağabeyim’ dedim.
‘Bu şiirler ne muhteşem. Sabaha kadar oturdum okudum. Galiba kaleminizi gözyaşı mürekkebine batırıp yazmışınız!’
Ne güzel bir iltifattı, evet, onları ağlayarak yazmıştım; l3akin bunu kaç kişi anlamıştı ki?
Kocatepe yine bir yiğit Türk’ü uğurladı.
Eskiler yeniler toplandık, olduğu kadarıyla…
Kabri, sevgili eşinin kendinden bir iki yaş büyük ve evvelden giden doktor hanımın kucağıydı.
Yavuz Bülent Bakiler ağlıyordu. Zaten Yavuz ağabeyle öteden beri karşılaşmak istemememin sebebi her vesileyle ve her bahisle gözyaşı dökmesiydi. Oysa ben halkın içinde ağlayamazdım. Fakat takatim bir yere kadar, korkarım o yaşlılara katıldım. Toprak attım elimle. Yavuz Bülent Bakiler de toprak atmak için küreği aldı eline. Kendimizi bazen o eski çağlara ait genç sayarız, gücümüz kudretimiz yerindeymiş gibi… fakat heyhat beden ve ruh dikotomisi istediğimiz hamleyi yapmamıza izin vermez…
Yavuz abi de az daha düşecekti kürekle birlikte…
Cemal Safi’nin ensemde sesini duydum.
‘Pek hazırlıksız gittin’ diyordu arkadaşına…
Kim hazırlıklı gidebilirdi ki?….
Hazırlık neydi sonra?
Ayakta gitti küçük dev adam.
Allah rahmet eylesin, ona kelimenin tasvir edebileceğinden öte bir makam bağışlasın.