EĞRİ oturup doğru konuşalım; bu işi Recep Tayyip Erdoğan’sız Türkiye, biraz zor yapardı.
Önce ‘Fethullah Gülen Hocaefendi Cemaati’, sonra ‘Paralel Devlet Yapılanması’ ve artık ‘FETÖ Terör Örgütü’ adını alan ve devlet içine iyice yerleşmiş bu virüs ile mücadelede Türkiye, ancak böylesi bir darbeden sonraki kararlılıkla varlığını idame ettirme yolunda güvence verebilirdi.
Gerçi; paralel yapıyı otuz kırk yıl evvelinden kurmaya kararlı ve hayli yol almış bulunan bu cemaat, 2000’li yıllarda daha fazla serpildi ama neyse…
Hiç kimsenin demeyelim ama pek az kimsenin ancak tehlikesine işaret ettiği bu terör örgütü ve paralel devlet yapılanmasına karşı Türkiye ne AK Parti, ne MHP, ne CHP, ne şu ve ne bu parti sayesinde mücadele edebilirdi… Hatta ordunun ve emniyetin de bu mücadelede yaya kalabileceğini yazmıştık.
Belki geleneksel Nur cemaati desteklense, bu kendinden sapmaya karşı bir şeyler yapabilirdi.
Fakat neredeyse tekil hale gelen ve yine neredeyse bütün İslamî cemaatler ile Diyanet’in de karşısında durmaya cesaret edemeyip ‘mıymıyladığı’ dönemlerde bu teklifimizin de kaale alınmasını beklemek abesti.
Sonunda bu virüs, bu kanserli hücre o kadar şekerle beslendi ki artık ameliyat kaçınılmaz oldu.
Fakat görülen odur ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın da bir konuşmasında işaret ettiği gibi bu kanserli hücre maalesef metastaz yapmış bulunuyor.
Yani ameliyat da çare olmayabilir.
Kemoterapi söker mi?
Şu anda ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ durumundayız.
Vücut bir takım organlarını feda etmek durumunda.
Peki kör topal, ciğersiz, dalaksız yaşayabilir mi?
İnanıyoruz ki bin yıllık devlet geleneğimiz tek bir ocak, tek bir hücre kalsak bile yaşama cehdi ve kabiliyetine haizdir.
Daha doğrusu adanmışlığımız bize bu yaşama cehdini işaret ediyor.
Şu anda AK Parti’ye ve hantal devlet yapılanmasına rağmen Recep Tayyip Erdoğan kararlılığı bu melanetten kurtulmamız için büyük fırsattır.
Başka biri bunu gerçekleştiremezdi.
En azından şimdilik…
Fakat arkasında İngiliz – Yahudi medeniyeti olan, yani ABD, İsrail, İngiltere ve bir takım gizli güç merkezlerinin mütemmimi olan bu paralel yapının devletimizin içinden tamamen temizlenmesi ve kendi organik çizgimizi muhafaza edebilmemiz için bu bilgi toplumunu da arkasına alan çetin ve kararlı örgütten daha zengin bir kurmay heyete ve daha şuurlu bir insan gücüne ihtiyacımız var.
Arslan Bulut geçenlerde sordu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kurmayları kimler diye..
Gerçekten partisinden ve devletin hali pür melalinden umudu kesmişsek “Bu tek adamın kurmay heyeti kimlerden oluşuyor” diye tartışmamız ve bir an önce devletin ebed müddetliği için yaşama ve varolma kaygısını izale etmek için böylesi bir erkan-ı harbiye teşkil etmemiz kaçınılmazdır.
Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti’nin her türlü gizli ve açık düşmana karşı –velev ki bu stratejik müttefiki ABD ve arkasındaki güçler ile içimizdeki bağlantıları olsun- mücadele edebilme kudretindedir.
Multidisipliner bir kurmay heyeti teşkili eğer gerçekleştirilirse şu andaki önder kararlılığıyla devletimiz bu badireden kurtulmayı başaracaktır.
Bize düşen bu konjonktürde yapılması gerekenleri ana başlıklarıyla özetlemek şimdilik:
1. Darbenin muhtemel B, C, D planları üzerine fikir geliştirmeli ve muhtemel karşı senaryoları devreye sokmalıyız. Bu çerçevede iç savaş ortamını tetikleyen ve başkaca terör örgütleri ile ittifakı engelleyecek ve gereksiz mağdurlar sürüsü yaratmayacak güçlü ve merhametli yönetişim anlayışını sürdürülebilir kılmak.
2. Adalet ilkesini bin yıllık mayamızın sebeb-i hikmeti olarak asla arka plana itmemek.
3. Örgütün bütün dış mekanizmasını bir zamanlar Asala’ya yaptığımız yöntemleri de devreye sokarak tamamen yok etmek. FETÖ’nün bir daha kıvılcımlarının arasından alevlenmemesi için tamamen üzerini kumla kapamak. Tamamen söndürmek, yok etmek…
4. Bu hareketin ne kadar itirafçısı varsa el’an içerdekilerle birlikte ifadelerinin gizli tutulmasını sağlamak ve kamuoyunu yönlendiren hatta örgütün iç ve dış kimi organlarına mesaj verilmesini önlemek.
5. Sızıntı dergisinin çıkışından ve küresel bir yapılanmaya eklemlenmesinden itibaren yani başından beri bu zihniyetin aslında İngiliz – Yahudi medeniyetine ve onun küresel güç merkezlerine eklemlenme olduğunun bilincinde bir mücadele anlayışı ortaya koymak. İslam düşüncesindeki bu yozlaşmanın bir daha tekerrür etmemesi için yeni bir ahlak ve diriliş muştusu rüzgarı estirmek. Pazar günkü yazımda izah ettiğim gibi ‘ilim Çin’de de olsa alınız/ kol kırılır yen içinde/ uzayan kol bizden olsun/ düşmanın silahıyla silahlanmak lazım’ öğütlerini yanlış yorumlayarak dünyanın neresinde bir güç varsa o benimdir, ben de ondanım yaklaşımına gidilmiştir. İşte küresel güce eklemlenme dediğim budur. Böylece ümmetin içinde gibi gözüken hizmet, diyalog ve hatta tek dünya dini yaratma çabalarına hizmet anlayışına evrilmiştir. Bununla mücadelede İslam’ın evrensel mesajına müracaat gerekir. O yüzden evvelemirde bütün İslam müesseselerinde ve sivil toplumunda eve dönüş stratejisi hazırlanmalıdır.
6. Müslümanın devleti ele geçirmek gibi bir düsturu olamaz. Müslüman olmak esastır. Ehliyet ve liyakat esastır. Osman bin Talha örneğinde olduğu gibi… Musa ve Çöle kaçan çoban meselinde olduğu gibi. Âmâ ve Peygamber dersinde yani Abese suresinin o muhteşem uyarıcılığında olduğu gibi… Hiçbir göreve bizim adam diye hiç ama hiç kimse yerleştirilmemelidir. Kesinlikle bizim dinimizden olmasa bile ehliyet ve liyakat sahibi olanlara görev verilmelidir. İşte Muhammedi metot böylece işleyecek ve bize asırlardır fütühat perspektifi kazandıran usul hayata geçirilmiş olacaktır. Aksi çöküş demektir.
7. Hemen kendi Avrasyacılığımızı geliştirecek ve kendi Dugin’lerimizi yetiştirecek bir enstitü kurulmalıdır. Son yirmi yılda pıtırak gibi her yanı işgal eden ve haylice de örtülü ödenek desteği alan ve hep de küresel güçlere hizmet eden düşünce kulübü iddiasındaki ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ kürsüleri yerine gerçek fikir kulüpleri kurulmalıdır.
8. Büyükdoğu yeniden işlenmelidir. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar’da ve onların hinterlandında bize ait bir Avrasyacılık ve büyük birlik politika ve stratejileri hayata geçirilmeli, muhtemel senaryolar masaya yatırılmalıdır. Uzun vadede sağlıklı bir yeni dönem stratejik derinliğinin yüz yıl öncesi temelleri hangi toprakların altında kaldıysa oradan bulunup üzerine yeni ve çağdaş bir versiyonu inşa edilmelidir.
9. Zihinsel ve matematiksel birlik ve tarımdan sanayiye, şehircilikten dini hayatın estetize edilmesine kadar hemen her sahada teknik projeler hazırlanmalıdır. 1995’lerde yazdığımız Su Barışı Türkiye ve Ortadoğu Su politikaları çerçevesinde bir Ortadoğu Birliği için kafa yormalıdır. Hemen komşularımızla bunun için gerekli komisyonlar kurulmalıdır. Balkanlar ve Kafkaslar’da da benzeri uygulamalar için çalışılmalıdır. Karadeniz İşbirliği çerçevesi daha da derinleştirilmelidir.
10. Kısa vadede NATO’dan atılmaya, doğrudan hedef olmaya, pivot ülke olmaktan hedef ülke olmaya kadar karşı tezlerin ne idüğü noktasında alternatif senaryolar tartışılmalı ve her birine karşı Türkiye’nin kozları ele alınıp geliştirilmelidir. Afganistan’da yenilen ABD’nin kısa vadede Suriye politikasında olduğu gibi Türkiye’yi iki buçuk savaş stratejisi ile dize getirmeye çalışması söz konusu olsa da bu hastalıklı stratejik müttefikliğimize –darbe gecesi anladığı gibi- yeni dersler planlanmalıdır. Fakat bu konuda mevcut medya ve akademya dünyamızın yetersizliği ortadadır. Sorumsuz ve bilgisiz kişilerin gündemi işgal etmesine fırsat verilmemelidir. Ucuz ezberlerden kaçınılmalıdır.
11. Uzun vadede ise Türkiye eğer geçen asırdan daha heyecan verici olması gereken bu süreci iyi yönetirse İngiliz – Yahudi medeniyeti ve arkasındaki güçler ile onu temsil ettiğine inanan devletler bu coğrafyadan ebediyen kovulmuş olurlar. ABD bir daha Ortadoğu’da at oynatamaz. Bunun için kararlılıkla Avrasyacılığı idame ettirecek edebiyattan sanatın her türlüsüne, felsefeden ekonomi politiğe, sanayi politikalarından yönetişim ve bilişim sistemlerine kadar kendi kendine yeterlilik ve güven esası gözetilmelidir. Bu başarıldığı takdirde bize sürekli tuzak kuran Batı’nın da insanlık için daha doğru bir çizgiye kavuşturulması sağlanmış olabilecektir.
12. Parlamenter sistemi Batı’dan çok daha köklü olan Türkiye’nin yine son badireyi bu parlamenter sisteminin gücünden alarak defettiği malumdur. Parlamenter sistemin güçlü önderliğinde demokrasimizin daha çoğulculaşmasının ne kadar önemli olduğu artık anlaşılmış olmalıdır. FETÖ terörünün nasıl bir tekilci İslam modeline dayandığı ve insanları robotlaştırarak güya çok iyi yetişmiş -generalinden üniversite hocasına kadar hakiminden savcısına polis şefinden imamına ve gazetecisinden sözde ilim adamına kadar- insanları birer haşhaşi gibi kullandığı anlaşılmıştır. Tekilci İslam modeli (ki nereye eklemlediği artık âşikardır) kuran paralelci cemaatçi yapının ne kadar zararlı olduğunu artık cemiyetimiz idrak etmelidir. Demokrasi güçlü bireylerin hakkıdır. Dolayısıyla artık halkımız içinde bizden olmayanları ötekileştiren ve cemiyetin böylece bin türlü vehim ve korku ile yaşayan ve türlü desiselerle holdingleşen cemaatlere dönüşmesinden bu ülke kurtarılmalıdır.
13. AK Parti iktidarı ile sürekli dışlandığını zanneden geniş İslami gruplar, bir yandan zenginleşerek Nur cemaatinde ve Paralel Yapı’da mevcut olan devlet düşmanlığı hastalığından kurtulmuşlardır. Tek tük yine devlet düşmanlarına rastlansa da artık bu edilgen İslam ve Müslüman anlayışı tıpkı ülkücülükte ve akıncılıkta olduğu gibi bir kendine güven ve bu bin yıllık devlete ve toprağına sadakate yerini terk etmektedir. Fakat bu yöneliş biraz varoş ve apaçi üslubunu da içermektedir. Bu yönelişin yeni Necip Fazılları, yeni Nurettin Topçuları, yeni Sezai Karakoçları, yeni Nihal Atsızları, yeni Erol Güngörleri yetiştirilmelidir. Darbeyi önleyen ve demokrasi şölenini hak eden gençlik bu sihirli mahfillere muhtaçtır… Böylece yüksek karakteri ve heyecanı bir ülkünün etrafında memleketin selameti için büyük bir davayla taçlanacaktır. Kamyonlarla değil yüreğiyle kazanan gençliğe o yüreğin estetize edilmiş hayatı gösterilmelidir… Zaferler rantiyeye teslim edilmemelidir…
(Devam edeceğiz)