(Dünden Devam)
Bugün Musul konusunda güya resmî görüşümüzü dünya kamuoyuna duyuranların Kerkük konusunda geçmişte paralel yapı perspektifinden ve global statükonun inisiyatifine ortak olmak kastıyla bir takım edilgen dış politik söylemleri çok derin düşünülmüş stratejiler olarak ileri sürdüklerini dün bu köşede ele almıştık.
Zaman gazetesinde değerli dostum Mümtaz’er Türköne’yi ve Şükrü Hanioğlu’na yaptığım eleştiriler zaten kitap hacmini aşmıştı. Bugün Cumhurbaşkanlığı sözcüsü olan İbrahim Kalın’ın da Zaman gazetesinde yazdıklarına dün değinmiştik.
Kerkük konusunu millî menfaatlerin takibi bakımından yeterli derinlikte irdeleyemeyenlerin bugün aslında Musul konusunda doğru tezlerimizi dünyaya kabul ettirebilmeleri pek kolay gözükmüyor. O günlerde, yani Kerkük Müzesi’nin tarumar edildiği ve Türkiye’nin Kerkük ve Musul’daki 1926’dan doğan haklarını takip etmesi gerektiği yolunda yazdığım yazıdan dün örnekler vermiştim. Bugün devam ediyorum o yazıya:
Ayakbağı Stratejistler
“Eğer Muhip Alp’ın Haber Ajanda’da son yedi sayıdır yayınlanan yazılarını okursa görecektir ki, Kürt sorununun çok daha başka veçheleri vardır ve öyle kolay çözüm yolu önerilerinizle halledilebilecek bir problem değildir. O bahsidiğer amma burada altını çizmeden bir yere gidemeyeceğimiz bir mesele var ki, o da Türkiye’nin aydınlarının Türkiye’nin uluslararası arenada elini zayıflattığı, oluşturulan sosyal psikolojik vasatla Türkiye’nin ayaklarının bağlanarak seyre zorlandığıdır.
İsteyenler, Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım adlı kitabımızdan yararlanabilirler.
Kerkük’te ne yapacağımıza-yapabileceğimize gelince bu elbette ki akademisyenlerimize bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Dahası başta Hasan Köni gibi proflarımız olmak üzere bütün bu üniversiteli strateji dahilerini mümkünse hiç televizyona çıkarmamak ve mümkünse hiç yazdırmamak gerekir.
Türkiye Kandil Dağı veya Kürt sorununa nasıl bakmalı? Bunu Muhip Alp’i okuyarak öğrenseydiniz. Bize kalan şimdi Kerkük’ü acil konuşmak ise bunun çuval hadisesinden bir farkı yok. O zaman da yazdık. Milletlerin hayatında bazı kritik dönemeçler vardır. O gün yaptın yaptın; bir daha belki de yüzyıl beklesen o fırsatı yakalayamazsın. Bize bunu Mevlana ve Yunus hermonotiği öğretti. Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler yapmak lazım! Bir ben vardır bende benden içerû. Ortadoğu’nun paradoks hatta çoklu mantığını en iyi kurgulayabilecek olan Türkiye batının tekrar Aristo mantığı içinde kendi çözümsüzlüğü ile kendi kabuğuna çekilmesini sağlayabilir. Bu elbette ki önce felsefe ile düşünce ile imanla olur. Ama bu konuda aydınlarımıza akademisyenlerimize güvenemeyiz. Veya onları yeniden çalıştırmalıyız. Politikacılar onlara çok yüz verdiler. Neden mi? Politikacı üst makamlara kolay geldiği ve boş geldiği için bu aydınlardan destek aldılar. Onlar da fiyatlarını yükseltmek için olağanüstü verilere bulgulara sahip imajı verdiler; böylece siyasetteki kahtırical üniversiteye de sıçradı. Tembellik ve çabucak yoldan kazanma hırsı akademisyenleri sardı. Ucuz iş çıkardılar. Kolay kazandılar. Medya akademi siyaset ve iş dünyası ülkenin ayaklarına dolaştı. Toplumu geriletti, gerdi. Çaresiz, fikirsiz, sevgisiz bıraktı. Daha sonra bunlara sonradan görme cemaat liderleri de katılınca ortaya çıkan topyekün bir teslimiyet oldu.
Türkiye’nin şimdi gerçek fikir akımlarına ihtiyacı var.
Risk Yönetimi İhtiyacı
İkincisi gerektiğinde savaşı göze alabilecek bir ruh dinginliğine… “Fitne kitalden kötüdür” ayeti boşuna söylenmemiştir. İman tutulması içindeki aydınımızın fitneye düçar olması en tehlikeli hastalığımızdır. Ülkenin en önemli güvenlik meselesidir. Kerkük’te bu anlamda neler yapılabileceğini zaten medyada tartışmamalıyız.
Üçüncüsü; krizin yaşandığı coğrafya dışında kendi kriz alanını yaratmak ve yönetmek. Kerkük misak-ı milli sınırları içinde. İngilizlerle anlaşma onun ileri bir tarihte yapılacak referandumla çözülmesi için Lozan’ın dışına çıkarılması. 1926’dan sonra yapılacak referandum niçin yapılmadı? Zira İngilizler öğrendi ki Kerkük’te Kürtlerin %90 kadarı Türkiye diyecek. Çörçil, “Kürtler aptaldır oyları geçersizdir” diyerek referandumu engelledi. Şunu sormak lazım değil mi? Henüz yeni savaştan çıkmış genç Cumhuriyet(üstelik Kemalist Cumhuriyet) Kerkük ve Musul’daki Kürtlerin çoğunluğunun gönlünü kazanmış da (bunda Osmanlı bakiyesi olma halini yabana atmamak lazım) bugün bırakınız Kürtleri, Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki Türkler arasındaki oylama ne sonuç çıkarır tartışmalı değil mi? Sevgili Hakan Albayrak’ın Gerçek Hayat’ta bir yazısı vardı: Suriye ile Türkiye birleşsin başlığında… Kerkük referandumuna karşı Suriye, Halep referandumu… ya da Azerbaycan ile Türkiye’nin birleşmesi… Suriye ve Azerbaycan tezi Türkiye’nin etrafında bir Ermenistan ve Kürdistan kurulup genişletilmesi hedeflerini erteletebilecek bir projedir. Kürtsüz bir AB üyeliği şeklindeki gelecek Türkiye senaryosunu boşa çıkarmanın çok yolu var. Bunun için elbette ufuk gerekir.
Dördüncüsü elbette ki bölgedeki bütün güçlerle, isimlerle, unsurlarla görüşmek ve işbirliği geliştirmektir. Ama bunun için Kürt liderler dayatması doğru değildir. Kürt halkı için bile bu liderlerin dışında alternatifler vardır ve geliştirilmelidir. Kaldı ki, 27 Ocak tarihli Hürriyet’te Sayın Başbakan Kerkük bütün Irak’ın dediği halde aynı gazetedeki köşesinde Ferai Tınç Irak’lı lider Dr. Aljaberi’nin “Kerkük bir Türkmen kentidir. Referandum yapmadan önce anayasadaki düzeltmeler gerçekleştirilmeli. Referandum gerçeği yansıtmayacak” şeklindeki görüşünden bizleri haberdar ediyordu. Evet bu da gösteriyor ki Irak’ta temas etmemiz gereken çok başkaca unsurlar da vardır.
“Kerkük bir Türkmen kentidir ve Türkiye’nin orada vazgeçilmez devredilmez hakları vardır. Gerekirse bunlar için savaşı bile göze alabilir. Savaşı bile göze alabileceğini gösteren Türkiye’nin duruşunu tayin etmeden içerden bir kısım aydınların, politikacıların, işadamı kılığındaki işbirlikçilerin ve batının gönüllü ajanlarının Türkiye’ye ne yapacağını bildirmesi önceden ayıptı ama şimdi komik.”
Türkiye paralel yapıdan kurtulma hamlesi içindeyken dış politik atraksiyonları bakımından yeni güç farkındalığı, taktik ve stratejik söylem ve eylem birliği geliştirebilecek yeni millî irade mümessillerine ihtiyaç duymaktadır.
Kerkük’ten Musul’a doğru son on yıldır etrafımızda gelişen olaylar ve bunların içeriye yansıması karşısında milli refleks olarak bundan daha normal bir süreç olamaz.
Hani nerede?.
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Diğer Yazıları
Köşe Yazarı