Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Kelime, Kaset ve Şair…

Necip Fazıl Kısakürek’i andık.
26 Mayıs’ta doğdu, 25 Mayıs’ta öldü.
Ölüm ve Doğum yıldönümü bir gün arayla olduğundan hangisinde analım tartışması da olmadı.
Üstadı lise öğrencilik yıllarımda okudum. Namık Kemal, Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Ziya Gökalp’ten sonra izini sürdüğüm kuşak olan Atsız, Nurettin Topçu, Arif Nihat Asya ve Necip Fazıl da ikinci dörtlü olarak fikrî savunmamda hepsi yüksek karakter abidesi tunç yürükli Türklerdi.
Ardından Erol Güngör, Arvasi, Cemil Meriç ve Galip Erdem gelir.
Son kuşakta şair olmayışı büyük bir trajedi elbet. O zaman açığı Sezai Karakoç’la mı, Abdürrahim Karakoç’la mı, Bahattin Karakoç’la mı, İsmet Özel’le mi, Ali Akbaş’la mı, Şahin Uçar’la mı, kimle kimle kapatacağız?
Şairlerdir Türk düşünce tarihimizdeki köşe taşları, her bunalım çağında yolumuza ışık saçan nurlar…
Hoca Ahmet Yesevi’nin hikmetleri de, Mevlana’nın Mesnevi’si de, Yunus’un Divan’ı da, Şeyhülislam Yahya’dan Niyazi Mısri’ye; oradan Namık Kemallere, Akif’lere, ve üstada kadar şairlerin kavramsal inşası üzerine yükselir Türk düşüncesi…
Server Vakfı’nın tertip ettiği panelde Zübeyir Yetik ve Mustafa Yazgan ile birlikte üstadı anlattık.
Orada kavramsal çerçevesini, başta “müdir fikir”in ne idüğünü anlattım. Sonunda da “bana kör bir şoförün idaresindeki otobüste bulunmak mı, bedii idrakten yoksun belediye reisinin idaresindeki şehirde yaşamak mı daha kötüdür diye sorsanız ikincisi derim” diye başlayan ve belediye başkanlarının şehir estetiği noktasında nasıl bir donanıma sahip olması gerektiğini anlatan yazısını yorumlayarak bitirdim. Bütün hazirun takdir etti ki, bugün ana problem budur ve Turgut Cansever’in Kubbeyi Yere Koymamak adlı kitabında belirttiği gibi İslamcı belediye başkanları İslam şehir mimarimizin içine etmişlerdir.
Burada farklı konulara, anılardan yola çıkarak kaset meselesine gelmek istiyorum.
Panele gitmeden evvel Mola Oteline gittim ve kahve içtim.
Üstad Ankara’ya gelişinde orada kalırdı çünkü. Küçücük lobisinde üstadı dinlerdik. Ondan Napolyon’u dinlemek hele ne saadetti…
Napolyon kendisini öldürmeye gelen orduların karşısına çıkıp irad ettiği nutuk ile onları kendine nasıl da ram etmişti.
İşte kumandan öyle olurdu!
Zaman zaman Fransızca cümleleriyle Napolyon gibi kalkarak anlatışı yok mu? Bütün vasıflarıyla artist; sanatkâr bir adamdı karşımdaki…
Şiir kasedini, o Çile’yle başlayan şiir kasedini ilk ve son kez dinlemiş ve bütün şiirlerini ezberlemiştim.
Kıskanmadım da değil…
Kendim için mi? Hayır! Arif Nihat hoca için…
Hemen Arif Nihat Asya kasedi yapalım ama o kasette üstadın kasedinde olduğu gibi klasik batı müziği değil sazımız çalsın, ney üflensin dedim.
Rahmetli hocamızın evine gittik. 7 saat kayıt yaptık. Fakat üstaddaki gibi eda, ses, artistik fon nerede?
O güzelim şiirlerini ne kadar da kötü okuyordu.
Ne yapsak, nasıl etsek derken mücadele ortamı bizi ta 12 Eylüllere getirdi ve kaset de zaten yok oldu gitti.
Ben 12 Eylülün bize işkence etmesinden, bizi içeri tıkmasından, hayatımızı karartmasından daha çok Büyük Doğu, Sebilirürreşat, Sıratı Müstakim, Akis ve Ülkücü Şehitler Albümü gibi arşivimi yok etmesinden bizarım, şikayetçiyim.
12 Eylüle yalakalık yapanların bugün sözde askerden hesap sorma mevkilerini sahte, riyakar hatta gülünç buluyorum. O yüzden o kervana katılmıyorum. Kaset furyasıyla da bir partinin düzeltilebileceğine inanmıyorum.
Necip Fazıl, Cemil Meriç, ve daha birçok üstad bana gizli aşklarını da anlatmışlardı. Aklıma bugünün kasetçileri gibi bir fikir hiç gelmedi. Bana ne kadar da masum gelmişti. Üstelik şeriat ve tarikat günlerimizin bizi beton gibi yaptığı yıllardı. Yine de haklarında kötü düşünmek hiç aklımıza gelmedi.
Hele Cemil Meriç’in “Lütfücüğüm biliyor musun bu kız benim sevgilim” diye yaşlı Lamia hanımın başını tutup başına değdirdiği tabloyu hiç unutamam. Lamia hanımın da “çocuklar, bakmayın siz, iltifat ediyorlar” deyişi ne hoştu.
Fikriyatımızı kitaplar, fikirler, kavramlar, kavramsal inşa açar.
Kaset ve benzeri edavat belki ona yardımcı olur. Şiir kaseti, marş kaseti filan…
Ama röntgencilik günümüzün insanının gözünü iğfal eden çağdaş tanrıların yarattığı ve kulların esaretini pekiştiren bir bağımlılıktır.
Ahlaksız usuller ahlakı tamamlamaz. Bilakis ahlaksızlığı yayar, ahlaksızlığa hizmet eder.
Araçlar amacı belirler.
Ulvi hedeflere iğrenç vasıtalarla varılamaz.
Camide mahpus Müslümanı sokağa, akademyaya taşırarak binlerce siyasetçinin beceremeyeceği işlevi yapan Necip Fazıl’ın yüksek ahlâkı fikir çilesinden kaynaklanıyordu. Yoksa İstanbul’un sosyete kızları onun her mısraı için herşeylerini verirlerdi.
“Diz çök ey zorlu nefs önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak
Ey bütün dalların birleştiği kök
Biricik meselem sonsuza varmak”
Önce söz vardı diye başlayan Tevrat, önce Oku diye başlayan Kur’an sözün kudretini bize hatırlatıyor. Bizi kurtaracak olan ne asker, ne atom, ne top, ne gülle, ne para, ne holding, ne kalabalıklar, ne patronlar, ne başkanlar, ne oylar, ne de başbakanlardır; bizi kurtaracak olan kelimedir. Kelime…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!