Grönland’ı yer altı zenginlikleri bakımından fütursuzca isteyen, Ukrayna’nın madenlerini açıkça talep eden Trump şimdi de Çin’le yaptıkları ticaret açığını kapatmak için Türkiye’nin değerli madenlerine göz dikmiş durumda. Yeni teknolojilerde kullanılan değerli madenleri Çin’den tedarik eden ABD, Çin’in uyanması ve bu madenleri ülke içinde işleme kabiliyetinin artması sonucu ihracatına zorluklar getirmesi ABD’yi yeni coğrafyalara itiyor. Türkiye bu hazineler bakımından Çin’den sonra ikinci sırada geliyor. Çirkin Amerikalı, artık kasabaya yeni şerif geldi duyurusunu çoktan bütün insanlığa duyurdu bile… Türkiye’de son Bahçeli hamlesinin ardından olan biten, işte bu ABD programına paralel yapı yaratmaktan başka hiçbir şey değil. Zaten bütün madenlerimiz çoktan peşkeş çekilmiş bile…
Vatan Tehlikedeyse Vatanseverlik Önceliktir
Bütün madenleri, yer altı ve yerüstü hazineleri yabancıların ve/veya yabancıların taşeronu olmuş güya yerli ve milli pazarlamacılarının tekeline verilmiş bir ülkede gerçek vatanseverlik özgürlük ve bağımsızlık aşkının bir tamamlayıcı parçasıdır. Vatan toprağının üstü de altı da savunulmadıkça ne milliyetçiliğin ne sözde vatanseverliğin herhangi bir anlamı vardır.
Altınları ve diğer değerli yurt dışına kaçırılan ya da işlenmeden güya ticaret malzemesi yapılan bir ülkede onlardan elde edilen parayla yabancı arabalara binmek, yabancıların ürettiği telefonlarla caka satmak sömürge insanının yapabileceği bir görgüsüzlüktür.
Hele hele askerinin, polisinin, yöneticilerinin o sömürgeciler madenleri götürürken, ormanlarını yakıp maden ocakları açarken direnen yöre halkına düşmana saldırır gibi saldırması görgüsüzlüğün, cehaletin, vicdansızlığın, para hırsının, geri kalmışlığın, korkaklığın değil sadece soysuzluğun bir tezahürüdür.
Bugün de olan budur.
Vatan tehlikededir ve vatanın selameti onun davasına adanmışların gayreti ile doğrudan alakalıdır. Vatan kavramı mücerret bir fikir olduğu kadar müşahhas bir yuvadır. Bizi besler, doyurur, her türlü üretim mekanizmasının vasatını hediye eder. Vatan üzerinde yaşayan topluma mücerret bir fikir ve müşahhas bir zemin olarak üç direğini el’an hatırlatır. Bu üç temel direk olmadan vatan kavramının ayakta durması mümkün değildir. Vatanın müdafii de bu üç kavram dinamiğine müsteniddir.
Bunların başında hürriyet kavramı gelir. Hürriyet olmadan vatan olmaz. Vatan toprağı üzerinde yaşayan ve ona aşkla bağlanan insanın/toplumun gerçek anlamda hür olmadan / hür olduğunu hissetmeden aşkını terennüm etmesi zordur. İnsan/toplum, hangi toprakta kendini hür hissediyor ve nerede kendini bulabiliyorsa onun vatanı orasıdır. Vatanın mücerret bir fikir olarak kehkeşanlara erişebilmesi hürriyet bahşetmesi ile doğrudan ilgilidir. Vatan şairi Namık Kemal’in aynı zamanda hürriyet şairi olması boşuna değildir. Vatan ve hürriyet birbirine ne kadar uzak düşerse vatan o kadar tehlikededir. Bir ülkede vatan müellifleri ile hürriyet müellifleri arasında uçurum varsa o vatan mücerret fikir kaynaklarıyla müşahhas vatan potansiyelini buluşturamamış demektir. Vatancılar, milliyetçiler hürriyet bahsine soğuk durdukça gerçek anlamda vatansever ve milliyetperver olamazlar. Vatan müdafii sayının mübarek kılınabilmesi için milliyetçilerin herkesten fazla hürriyetçi olmaları zarureti vardır.
Vatanın ikinci temel direği, kavramsal arka-planı ölüm anlayışında yatar. Ölüm ve ölümden sonra diriliş bahisleri vatan toprağı ile insanın hamuru arasında gizlenen korrelasyon katsayısı vatana olan derin bağlılığın da işaretidir. Vatan, eğer uğruna ölen varsa vatandır. Vatan müdafiilerinin hem vatan nutukları çekip hem de vatan uğruna ölümü göze alamamaları vatanın bu direğinin çürüklüğüne delalettir ve böylesi bir direğin yokluğu yıkımı kaçınılmaz kılar. Başına çuval geçirilen müdafiileri vatan toprağı kabul etmez. Vatancıların milliyetçilerin bizim işimiz var vatan için nutuk çekeriz, adam döveriz ama vatan için ölümü göze alamayız. En azından şu sıra alamayız demeye hakları yoktur. Hakları vardır da şehadet gibi bir payeyi zillet içinde yaşamaya tercih etmediklerinden vatanın onlara karşı derinden derine geliştireceği tepkilere de hazırlıklı olmak keyfiyetleri bulunmaktadır. Ölümden sonra dirilişe inanmayanlar, vatan uğruna ölmekle vatan toprağının kendinden sonraki insan kaynağını vatan hamuruyla yoğurup şerefli gelecekler hazırlayacağını düşünemezler. Cenneti değil de zilleti tercih edenlerin evlatları çok daha ağır zillete hazırlanmalıdır. Bunda da babalarının kapıldıkları meskenetin payı vardır. Ölümü göze alan ve ölümden sonra dirilişe inanan insan hamurunun vatan toprağına göz dikenlere en büyük korku ve ürperti verdiğini söylemeğe ne gerek. Zillete rıza gösterme eğilimi her açıdan hissedilir ve böylesi insan/toplum üzerinde yeni zulüm projeleri inşa etmek kolaydır.
Üçüncü direk imar kavramı etrafındadır. Vatanı imar etme peşinde değil de işgal etme hırsında olan insan/toplumların orada vatandaş olmaları kabil değildir. İşgalcinin ilanihaye vatanın hamurundan olduğunu ileri sürmesine ve onun üzerinde hak iddia etmesine imkân yoktur. Kıyıları, ormanları, şehirleri işgal edilmiş ve hiçbir ölçü tanımadan sömürülmüşse vatan ile işgalcinin hayırhah bir münasebetinden bahsedilemez. İşgalciyi ergeç toprak safra atar gibi atacak, ona bereketinden yeni payeler kazandırmayacaktır. Başkaları bire bin alırken bire otuz almayı sürdürmek, toprağın verimliliğini artırmak için ona gözü gibi bakmamak, istediği gibi sürüm yapmak, istediği gibi tarım yapmak,istediği gibi inşaat yapmak hakkını kendinde görenlerin bu zulmüne tarih ve toprak elbette menfi bir cevap verecektir. Bugün Türkler sözde vatan telakki ettikleri topraklarda sanki geçici bir hevesleri varmış da birazcık sömürdükten sonra terkedeceklermiş gibi duruyorlar. Sanki gerçekten burasını vatan kabul etmemiş gibiler. Birisi gelecek de onları buradan sürecekmiş gibi bir imar anlayışı ortaya koyuyorlar. Söylem mirası bakımından vatana sahip çıkacaklarına dair tarihten gelen bir laf mirasına sahip olmakla birlikte fiiliyatta imar gayretinden müsbet bir eser görülemiyor.
Bugünlerde ABD’nin yine yeniden Kürt kartını oynayıp PYD ile PKK ayrımını kabul ettirerek güya terör ile mücadelede Türkiye’nin yanındaymış gibi davranarak değerli yer altı hazinelerimize el koyma çabası geçmiş dönemin kibar sömürgeciliğinin kaba ve nobran yeni versiyonu olarak ortaya çıkıyor.
Grönland’ı yer altı zenginlikleri bakımından fütursuzca isteyen, Ukrayna’nın madenlerini açıkça talep eden Trump şimdi de Çin’le yaptıkları ticaret açığını kapatmak için Türkiye’nin değerli madenlerine göz dikmiş durumda. Yeni teknolojilerde kullanılan değerli madenleri Çin’den tedarik eden ABD, Çin’in uyanması ve bu madenleri ülke içinde işleme kabiliyetinin artması sonucu ihracatına zorluklar getirmesi ABD’yi yeni coğrafyalara itiyor. Türkiye bu hazineler bakımından Çin’den sonra ikinci sırada geliyor.
Çirkin Amerikalı, artık kasabaya yeni şerif geldi duyurusunu çoktan bütün insanlığa duyurdu bile…
Türkiye’de son Bahçeli hamlesinin ardından olan biten, işte bu ABD programına paralel yapı yaratmaktan başka hiçbir şey değil.
Zaten bütün madenlerimiz çoktan peşkeş çekilmiş bile…
Yıllardır İliç, Develi, Kazdağları, Akbelen, Gümüşhane, Şebinkarahisar ve daha birçok yerde doğal kaynaklarımızı koruma mücadelesi verirken kendilerini vatanseverler addedenlerin çok az kısmından destek alabildik.
Milliyetçiler, Atatürkçüler, Türkçüler, Cumhuriyetçiler, şucular bucular vatanları elden giderken sadece kimlik aidiyetlerinin iddiasını güttüler ve künhüne varmadan etiket kavgası verip durdular.
Vatanı savunmak için basit bir aradalıklara bile tahammül edemediler.
Varın siz yarın başımıza ne belalar örülürken bu kimlik savaşçılarının entropi yaratarak birbirlerine düşmekten başka vatanı savunmak için çok az kalan enerjilerini ne boş heva ve heveslerin kurbanı edeceklerini düşünün!
Çirkin Amerikalı kovboyun da viskisini yudumlarken nasıl sırıtacağını bir de…
Ahlâk, akıl, ilim, adalet ve merhamettir. Ahlaksız toplumlar o nedenle kendi oluşturdukları ahlaksız toplumun şerrinden kurtulmak için, akıl ilim adalet ve merhamet toplumlarının devlet düzenlerine sığınmak için ölümü göze alırlar. Güçlü devletler gücünü ahlaklı toplumdan alır. Ahlâk toplumu reserasyonla kurulmaz. Toplumun ahlak nizamına ihtiyaç hissedebileceği korkunç olaylar yaşaması şarttır. “Eğer bir toplum kurtulmayı istemediği sürece Tanrı dahi o toplumu zorla kurtarmaz” Milletler layık oldukları şekilde yönetilirler ve milleti yine milletin azim ve kararlığı kurtarabilir.