Hâlâ şehit veriyoruz.
Bir yılda verdiğimiz şehit sayısı Kıbrıs Savaşı’nda verdiğimiz şehit sayısından fazla…
Genelkurmay her gün verilen şehitlere karşılık olmak üzere ne kadar terörist öldürdüğünü açıklamak zorunda kalıyor.
Bu doğru bir tavır değil.
Bir ülke, ciddi bir devlet yönetimi asla bu yola tevessül etmez.
Zira bilir ki şeytanın gemisinin yelkenine rüzgâr taşımaktan başka bir işe yaramaz.
“Otur Orada!” Diyen Kim
MHP Yönetimi ve yandaşı hâkim direnmeye devam ediyor.
Akılları sıra gidişatı önleyecekler…
Hadi şimdilik önledin diyelim.
Orada oturabilecek misin artık?
Hadi diyelim oturdun.
Bedelini ödeyebilecek misin?
Hadi bedelini ödedin diyelim.
Neyle ödediğin önemli ya, geçelim.
Tarihe ne olarak geçeceksin?
Değer mi?
Oysa avukatın seni uyarmıştı…
Dinlemedin.
Nasıl olsa ilerde açıklayacaksın.
Kim sana “illa ki orada otur!” dedi…
AB İçin Asıl Tehlike: Türkiye’yi Karşısına Almak
İngiltere, AB’den çıktı.
AB’yi bir telaş sardı.
Niçin telaş ediyorsun ki kıta Avrupası?
Kıta Avrupası Decart’ların Avrupası değil mi?
İnsanlık için ortak değer üreten kıta Avrupası geleneği ne çabuk unutuldu!…
Nasıl da heves etmiştik sizin o değerlerinize…
İnsanlık için birlikte ortak değerler üretmek… İşte medeniyet bundan başka ne olabilirdi ki?…
Osmanlı baştan beri yönünü hep Avrupa’ya çevirmedi mi?
Bütün o illişkiler yumağı salt fetihlerle dolu değil ki… Binlerce diplomatik münasebet, ticari ve kültürel münasebet yok mu?
Zaten Türkiye Osmanlı’da çok daha Avrupa siyasetlerinin içindeydi.
İngiltere’nin ilk zamanlarından daha fazla…
Başa döndük işte.
Şimdi AB’nin yapacağı şey Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek.
Bazı IQ’su düşük Avrupalı yöneticiler diyor ki: “Türkiye’yi üye yaparsak Avrupa’yı göç dalgası sarar.”
Bilmiyorlar ki asıl üye yapmazlar ve Türkiye’yi tamamen dışlarlarsa işte o zaman Avrupa’yı göç dalgası sarar.
Hem nasıl göç biliyor musunuz?
Nostrodamus’un kehanetinden daha vahim bir göç dalgası…Kavimler Göçü gibi bir dalga…
Kimmerler’in Anadolu’yu istila edip Frigya medeniyetini yıkmasından, Attila’nın ordularıyla Roma’yı hatta bütün Avrupa’yı perişan etmesinden, Altınordu’nun bütün Rusya steplerini dümdüz etmesinden daha vahim bir göç dalgası…
Türkiye kapıları açarsa;
Üstüne üstlük “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”ne bir madde ekleyerek “İnsanın seyahatinin önündeki bütün engeller kaldırılmıştır” ilkesini bölgesinde yayarak Avrupa’yı kendi değerleriyle vurursa;
Hindistan ve Çin’le anlaşıp daha büyük bir göç dalgasına rehberlik yaparsa;
Bütün hudutlarını açıp insanlar eşittir ve dileyen dilediği ülkeye seyahat edebilir kuralını işletirse ve göçmen kamplarını Avrupa sınırlarına döşerse;
O zaman ne yapacaksınız?
Ama Türkiye’yi üye yaparsanız Türkiye ortak pazarın kurallarına uymayı taahhüt edeceği gibi artık bir Avrupa ülkesi olarak bütün bir kıtanın istikbalini düşünmek zorunda kalır.
Hem sizin Avrupa değerleri, öyle paylaşılmaz değerler midir? Yani sadece sizinle mi anlamı vardır?
İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, meşruiyet yasaları birkaç ulusun inhisarında mı?
İlk Balkon Konuşması: Dört İlke
Türkeş, Ahmetler’deki yeni genel merkezin açılışında balkondan konuştu.
İlk balkon konuşması aslında odur.
1987 sularıydı…
Abdülkerim Doğru yasal genel başkandı.
Türkeş de manevi lider, başbuğ…
Abdülkerim Doğru kalsaydı Refah bu kadar büyüyemez, MHP büyürdü.
Ve Türkeş Cumhurbaşkanı olurdu, Özal olamazdı.
Ama “liderlere verilen haklara tenezzül etme demiştim”, etti.
Başbuğ Türkeş işte o balkon konuşmasında 9 Işık yerine ikame etmeyi düşündüğü 4 ilkeyi açıklamıştı.
Bir gün önce teati etmiştik.
Ertesi gün balkondan konuştu.
O DAVUDÎ SESİYLE BALKONDAN HAYKIRDI:
“Size dört ilkemizi açıklıyorum.
İNSAN HAKLARI
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
MEŞRUİYET
DEMOKRASİ…”
Ertesi günü Yeni Düşünce gazetesinde bu dört ilkeyi manşet yapmıştık.
Ülkücü Hareket için dönüm noktasıydı…
Ama sonrakiler havanda su dövmeye devam ettiler ne yazık ki…
Nereye kadar?
