Partiyi atlama tahtası kabul eden siyasetçi, giderek partiyi bir şirket gibi görmeye ve yönetmeye/hizmet görmeye başlar. Parti reisi çete reisi gibi arpalıkları ve bu arada devlet yönetimine bulaştıklarında devlet makamlarını da yandaşlarına dağıtmağa, hizmetlerinin karşılığını vermeye başlar. Siyaseti bir ülkü için, bir yaşama biçimi olarak yapanlarla siyasetten geçinenler arasında çoğu zaman net bir ayırım yapmak mümkün değildir.
14 Haziran 1920’de ölen(toprağı bol olsun) Max Weber’den haberi olmadan Durkheimci sosyolojiyi kullanarak biz sosyolojisini savaş sosyolojisi haline getiren Gökalp, aslında tehzib bahsinde ve özel mektuplarında farkında olmadan Weberian yaklaşımlar geliştirmiş sayılabilir.
Hani modern zamanların milliyetçileri Ziya Gökalp’ten Erol Güngör’e uzanan teori inşa etme adına sistematik düşünce macerasını yaşarken Durkheim’dan Weber’e evrim geçirmeyi yükselmek sandılar ya…
“Sen ben yok biz varız” sözünü temellendiren ‘biz’ sosyolojisi de yerini bireyin öne çıktığı ve inancın fikir temellerindeki fonksiyonuna ağırlığı artırdı. Böylece maneviyat sermayesinin de bireyin tayin ettiği fırsat yapılanması olarak yeni sosyolojiye ve siyaset bilimine yansıması kaçınılmaz hale geldi.
Peki arada kaybolan dâvâ adamı profili ne oldu?
Ondaki çözülmenin haddi hesabı yok…
Max Weber, Alman ve Amerikan toplumlarındaki siyasetçinin mesleği üzerine yaptığı gezintileri işler çoğunlukla…
Weber’e göre, siyaset yapmanın iki yolu vardır: Ya siyaset için yaşanır ya da siyasetin sırtından yaşanır. Siyaset için yaşayan kişi, onu, terimin en geniş anlamında yaşamanın amacı durumuna getirir; çünkü hem iktidarı elde bulundurmakta bir doyum yolu bulur, hem de bu etkinlik ona ruhsal dinginliğini bulmak ve hayatına anlam kazandıran bir “ülkü“ye hizmet ederek kişisel değerini ortaya koymak imkânı
sağlar. Bir ülkü için yaşayan her ciddi insan, bu derin anlamdan ötürü bir bakıma bu ülkü sayesinde yaşamaktadır.
Siyasetin sırtından yaşayan meslekten siyaset adamı tam anlamıyla bir “arpalık”çıdan ya da ödenekli memurdan başka bir şey olamaz.
Meslekten siyasetçi ile ülkü için siyaset arasında kesin bir mizan şaşkınlığı yaşamaktayız. Ülkü için siyaseti kenarda bekleşenlerin bir şeyler kapma hayalleri ve yarışı olarak tavsif etmek de var; meslek olarak siyaseti siyaset için aranan asgari
doğru / namus / bilgi / tecrübe olarak da tayin etmek var. Ama ülküyü ve mesleği kendi açımızdan Weber’in kavramlarının ötesine taşımamız her zaman kabildir. Burada tevil hazinesine, yani hermonotiğe başvurmak ve yeni açılımlar edinmek mümkünse de Weber’in Amerikan siyasetinde ürettiği kavramlarla bile Türkiye siyasetine yorumlar getirebiliriz yine de…
Emisyon Hacmi
Partiyi atlama tahtası kabul eden siyasetçi, giderek partiyi bir şirket gibi görmeye ve yönetmeye/hizmet görmeye başlar. Parti reisi çete reisi gibi arpalıkları ve bu arada devlet yönetimine bulaştıklarında devlet makamlarını da yandaşlarına dağıtmağa, hizmetlerinin karşılığını vermeye başlar. Siyaseti bir ülkü için, bir yaşama biçimi olarak yapanlarla siyasetten geçinenler arasında çoğu zaman net bir ayırım yapmak mümkün değildir. Genellikle toprak ağalarının gelir bakımından ekonomik bağımsızlıklarını elde etmiş oldukları varsayıldığından ülkü için siyaset yapanlar arasında daha sağlam yerleri olduğu düşünülür. Ekonomik hayatın kıyısında pastadan pay almak için bekleşenler daha çok güdülemeye hazır siyasete soyunurlar.
Toplumsal ve iktisadi bir düzenin sürdürülmesinde yararı olanlara göre, henüz bundan yarar ummayanlar arasında bir ilişkiler ağıdır çoğu zaman siyaset…
Bugün en düşük gelir düzeyine sahip olanlarla statükoyu sürdürmeğe çalışanların zaman zaman siyaset yapmada buluştuklarını ve aynı yere kilitlendiklerini görüyoruz. Statüko, kenarda bekleşenlerin niyetlerini sezinleyip değişimin kendilerini daha fazla acıtmaması için pastanın bir ucundan onlara tattırmaya ve statükodaki yerlerini böylece yeni talepkârlar nezdinde sağlamlaştırmağa çabalamaktadır. Bunda da çoğu zaman başarılı olmaktadır. Bir tür emisyon işlevi sürdürülmektedir yani…
Sıkı-samimi-reel ilişkiler
Prenslerin(Makyavel’i hatırlamalı) yani aristokrasinin veya feodalizmin emrindeki bir hizmetli, ama entelektüel bir hizmetli olan burjuvazi ve siyasetçi okumuş çocuklar, giderek iktidar sarmalında daha işlevsel bir yer edinmeye başladılar. Bugün ise siyasetin kullanılma alanlarında ve çürümenin boyutlarında çeşitlenmeler var.
Çünkü iktidar yapılanması gerek küresel düzeyde gerekse ülkesel düzeyde muhalefetini de tayin ettiren bir nemalanma düzenidir. Yani daha hırslı talepkârları da içinde barındıran sözde muhalefetin iktidar eklemlenmesi aslında aynı düzenin değirmenine su taşımaktan öte bir işlevsellik ve eşlevsellik barındırmaz. Merkezî iktidar kokuşmuşluğu ile mahalli düzeyde güç odaklarının münazara, münakaşa, mübadele paydaşlığı asıl üst iktidar sahiplerinin siyaset dizaynından vareste değildir.
Askerlerin emekli olduktan sonra kimi şirketlerin yönetim kurullarında görev almaları, sistemi çürüten belli başlı gelişmelerden biridir. Bir başka gelişme ise, entellektüellerin seviye ölçerlerinin bulunmamasıdır. Bunlardan bazıları yeni medya yapılanmalarında herhangi bir yetenek tahliline maruz kalmadan çok kolay köşebaşları edinivermişler ve zaten elde ettikleri: layık olduklarından ötürü kendilerine bahsedilmediğinden iş adamı, siyasetçi arasındaki ilişkilerden nemalanan kumpasın faktörleri arasına duhul edilmişlerdir.
Üçüncü kokuşmuşluk müsebbipleri arasında sayılabilecek bir gelişme de ülkü için siyaset ile meslek olarak siyaset arasında partilerin bir ilişkiler ve değerler sistemi ve bütünlüğü getirememiş olmasıdır. Partileri atlama tahtası olarak kullananlar, fırsatçı iş adamları, sonradan görme medyamen ve patron tafralılarla daha sıkı-samimi-reel ilişkiler kurmuşlardır.
Ülkü ve siyasetin bizzat yaşama biçimi öğütleyen damarı hep bu reel ilişkiler ağına ram edilmiştir. Sonradan görmelerin estetik düzeyleri (düzeysizlikleri) de bütün bu ilişkiler ağının damarlarını, ilmiklerini çürütmüş, seviyesizleştirmiş, kişiliksizleştirmiş ve böylece ülkü denen nazlı gelin koyundan koyuna gezen bir orospu olmuştur.
Gerçekte sonradan görmelerle ucuz medyamenlerin siyaseti atlama tahtası yapanlara minnet borcu vardır ve bu yüzden kendilerinden daha seviyesiz bu yeni siyasetçi tipine her an şükranlarını sunarlar ve onların seviyelerini göz boyacılıkla
gizlemeği başarırlar.
Her iktidar döneminde “bir kısım basın” diye kara çalanların sonradan o büyük gazetelerde köşe tutanları kimlerdir, gözünüzün önünden geçiriniz… Ülküsü olanın veya meslek olarak siyaseti kendi tarihsel anlamı içinde yürütmeğe çalışanın bu tezgâhta sadece sanal bir “ad” yaşatmaktan öte ne anlamı olabilir?
Menfaat kelimesi, suçun, kötülüğün, menşei değildir.
Ehil olmayanların güttüğü, cahil toplumlarda, manevi vazife için can ve mal dan başka feda edecekleri bir şey olamaz.
Oysaki gerçek fedakarlık akıl ilim adalet ve merhamettir, yani ahlâklı toplumu barışta inşa edebilen milletlerin, savaşta feda edeceği can ve mal, en son feda edilir.
Barışta, en büyük cihatla, enbüyük düşman olan cehaleti yok etmeyen milletlerin, savaşta neyini feda ederse etsinler, devam eden esaret tek kaderidir.
Buradan tekrar “menfaat”e dönecek olursak, Liyakatli milletlerin menfaati, galibiyet, liyakatsiz, yani ahlaksız, yani, akledemeyen, bilmeyen, adaletsiz, merhametsiz toplumların menfaat zannettikleri tercih, mağlubiyet, esaret, rezilliğe ve zillete sebebiyet verir.
Kısaca,menfaati gereği teşkilatlanamayan, örgütsüz toplumların, bırakın, zamana bir mesajını, babasına, oğluna,kardeşine, komşusuna bile bir merhabası olamaz.
Bugün, Türk toplumunun bir ortak dili, bir ortak, ideolojisi, kavramlarının, değerlerin, inançların, ortak manası, ortak tehditi, ortak kıvancı varmıdır.
Akledemeyen, doğrusu yanlış, kişiye göre adalet ve merhametin özelleştirilebildiği toplumlarda, gerek kişisel,gerekse ortak menfaatin ne olduğunun tespiti mümkün değildir.
Genel kabul görmüş ortak bir Tek bile olamaz.
Toplumu yine toplumun Ahlaki menfaatleri kurtaracaktır ve Tanrı kurtulmayı istemeyenleri kesinlikle kurtarmayacaktır.
Rabbim, Türk milletinin kalbine, çağın kapılarını açacak ortak bir “menfaatin” Manasını ve gerekliliğini ilham etsin. Ahlak fertlerin ve milletlerin geleceğini ve geçmişini onurlandıracak en büyük Menfaatidir.