Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Galip Erdem’i Hatırlamak Üstüne…-4

featured

Beşiktaş’ı yine Beşiktaş’ın azim ve kararı kurtaracaktır. Beşiktaşlılar ve Beşiktaş ruhu birleşerek sonradan görmenin planlarını altüst edecek. Kongrelere tıkıştırılmış “Kızılelma”yı hürriyetine kavuşturacaktır. Beşiktaş yine üç kıtada at koşturmaya affedersiniz top koşturmaya devam edecektir. Artık üstü örtülü ifadelerin yerine açıkça: Beşiktaş’ı ancak Ülkücü bir faktör analizi dinginliğine ulaştırabilir. Bir medeniyeti ancak ve yalnız Ülkücüler diriltebilir.

12 Eylül ve Milliyetçilik…

12 Eylül Türk milliyetçilerini içeri tıkarken üniversitelerdeki sol işgale karşı da akademi dünyasına adı milliyetçiye çıkmışları yerleştirmeye gayret ediyordu.

MHP davasından tutuklu bulunan Agâh Oktay Güner’in, “kendi içerde, fikri dışarıda iktidar” sözü o günlerde çok rağbet bulmuştu.

1960 İhtilalinde, nasıl Beşiktaş kulübü başkanları Yassıada’ya gönderilmiş ama kulübe de Cemal Gürsel forması giydirilmişse, 80 darbesinde de milliyetçiler içeri alınmış ama sözde fikri iktidar yapılmıştı.

Türkiye ve Milliyetçiler Arasındaki Ahval Benzerliği dikkat çekiciydi.

Galip Ağabey’in Beşiktaş Nasıl Kurtulur başlıklı 12 Eylül ahvali içinde yazdığı yazıya ben de Beşiktaş Nasıl Kurtulur 2 başlıklı bir yazıyla katılmıştım.

 

BEŞİKTAŞ NASIL KURTULUR 2

“Kurban Bayramı arifesi, evdeyim ve yalnızım. “İş olsun” niyetine ne zamandır âdeta mecburen izlediğim TV’yi birkaç gündür “iş olmasın” diye seyretmiyorum. Kimler eğleniyor, kimler zıplıyor, sıçrıyor, gülüyor bilmiyorum. Birilerinin eğlendiği; sadece bedenin değil, beynin ve ruhun da pornografik bir işkencenin altında sıkıştığı malum.

Beşiktaş Nasıl Kurtulur?” başlığını ülkücüler iyi bilirler. Bu başlıkla yazılan yazı 1981’de Yeni Sözcü’de yayınlandı. Yazarı Galip Erdem’di.

Beşiktaş Nasıl Kurtulur?” o yıllarda âdeta bir parola, bir şifre oldu ülkücüler arasında.

Ben yazı yayınlandığında “ara kesit”teydim. Yazıyı ancak iki yıl sonra, arakesitten sonra okuyabildim. Çıkınca ilk işim “Beşiktaş Nasıl Kurtulur”u okumak oldu. Zira ben sadece okumak ve yaşamak zorunda olan biri değildim. Aynı zamanda aksiyon adamı idim ve bu, “kurtulur” kelimesindeki edilgen yapıdan rahatsızlık duymama yol açıyordu. Yani kurtaracak olan kimdi? Belli değildi. Kurtarıcı niteliğimiz, bir şeyleri kurtarma aşk ve iştiyakımız bu başlığın bizim için mânâ ve ehemmiyetini ve dahi cazibesini artırıyordu. Sadece kurtarıcı değildim. Neyin ne olduğu önemliydi ama yetmezdi. “Nasıl”, sanatçı melankolimize, “melâli anlamayan nesle âşina değiliz” tavsifimize uyuyordu. “Ne, niçin, nerede, ne zaman” zaten herkesin sorduğu sorulardı. Nasıl sorusuna verilecek cevap, daha estetik kurgulamaya dayanmak demekti. Buradaki “nasıl” iki anlam taşımaktaydı: birincisi zorluğu, kolaylığı; kurtuluşun hangi plan ve projelere dayanması gerektiğini, merhalelerini, yapılması gerekenleri işaret ediyordu; ikincisi ise derûnunda bir estetik kayguyu taşıyordu. Nasıla vereceğimiz cevapta sanat anlayışımız da tebellür edecekti. Güzellik, zerafet, cehd, gayret, iman, aşk gibi kavramlara ve eyleme itecek âmillere bu soruyla kanat çırpılabilirdi.

Sadece bu mu?

Ben hem Beşiktaş’lıydım, hem sporcuydum. Beşiktaş’la kastetilen her adresin sahibiydim.

Galip Ağabey Ülkücünün Çilesi adlı yazısını 1961’de yazmıştı ve yirmi yıl sonra Beşiktaş Nasıl Kurtulur adlı makaleyi yazarak zor zamanda konuşuyordu.

Yılbaşı Gecesi” diye başlayan Birinci Beşiktaş Nasıl Kurtulur Muahedesinde “Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime” türküsü dinletilmediğinden TV protesto ediliyordu.

Melâl burcundaki Galip Erdem’i Beşiktaş’ın durumu ne kadar ilgilendiriyordu bilemem ama, bugün İkinci Beşiktaş Nasıl Kurtulur Muahedesinde gerçekten takımı ilgilendiren önemli maddeler var.

Birinci Beşiktaş Nasıl Kurtulur’da da Beşiktaş 1. Lig’te hiç de iyi durumda değildi, şimdi de değil. Bu benzer durum değil Birinci Beşiktaş Nasıl Kurtulur muahedesini yazdıran saik… Beşiktaş’ın hâl-i pür melâli mecaz-i mürsellere sığınmayı gerektiriyordu o yıllarda. Ama artık son kongrelerden sonra buna ne gerek var?

Üç kıtada top koşturmuş Beşiktaş büyük takımdır. Koşturma at koşturması, iş koşturması biçiminde olabilir. Kuruluş gayesi, tarihi ve renkleri itibariyle büyük olduğuna kuşku yok. Ama bugün de ligdeki türlü başarısızlıklarına rağmen takım, büyüktür. Fakat Beşiktaş’ın kongrelerine de nifak tohumları atıldığını bilmemiz gerek.

Tekelci sermayenin patronu ile tetikçi sol ittifakı, burjuvazinin asalak, solun fikir fahişesi olduğunu gösterdi. Beşiktaş’ın kongresinde bunların ne işi vardı? Bu sefer neden sandalyeler havalarda uçuşmadı anlayamadım.

Kongre bezirgânları, Susurluk Çetesi Beşiktaş’ta gerçek Beşiktaşlıların sevdalarını okuyamadılar, anlayamadılar. Küçük kafalarından neşet eden basit strateji ve taktik oyunları ile takım idare edeceklerini sandılar. Oysa strateji ve taktik, arkasında felsefe bulunmuyorsa, ruh yoksa, takım şuuru ve renk sevgisinden mahrumsa hiçbir işe yaramaz.

Takımı başka diyarlardan aparılan yabanıl konseptlere kurban ettiler.

Bizdeki Tekelci Sermaye en ileri kapitalist ülkelerdeki, hatta kapitalizmin en ileri aşamasındaki sermayeden bile daha alçakçadır. Zira Protestan ahlâkının doğurduğu bu hayat biçimi, bu sistem kendine yakışanını yapmaktadır.

Tarihî diyalektik gereği batıda burjuvazi de ulus devlet de, kapitalizm de, sosyalizm de bir dengeye oturmuştur. Tarih içindeki çatışmaları da anlamlıdır. Fakat bizde burjuvazi asalak, sosyalist fikir fahişesi ya da zamparası olunca, işler karışık ve namussuzcadır. Burjuvazinin takım tutması, spekülatif kazançlarına yol verecek atraksiyonları temin gayesine matuftur.

Kongrelerde arz-ı endam edenler yönetimi belirlerler. Ayak oyunlarıyla…

‘Kapalı Kapıların Ardındakilerle gerçek Beşiktaşlılara hiç yakışmayan dalaverelerle saman altından su yürütürler.

Batıdaki burjuva da takım tutar. Ama takımın ruhuna mugayir işlere kalkışmaz. Takımı kendi yönetimi, seyircisi ve sporcusu ile öylece kabul eder. Ona zorla konseptler benimsetmez. Batı burjuvazisi halkının değerleriyle çatışmaz, bilakis onları yükseltir, sanatçıyı himaye eder. Ama batılı burjuva kendi sanatını ihya ederken; bizimkisi kendi sanatını dışlar, yok eder. Mesela batılı ressamların re-prodüksiyonlarını toplar ya daonların eserlerinden koleksiyon yapar. Operadan, baleden, senfoniden anlamaz ama burjuva sansınlar diye dinlermiş ve anlarmış gibi yapar. Sonradan görmedir. Meclisin kiremitlerinden köşe dönmeye alışmıştır; kurtlu peyniriyle kasalarını doldurma kabiliyetindedir. Bu yüzden kongreler, çeteler, silahlı kuvvetler gerçek sporculardan ve seyircilerden daha önemlidir. Onun için önemli olan sporcu, seyirci ve takımın tarihi, kimliği, misyonu değildir; takım kendi menfaatleri için kullanılacak aparattır. Üstelik de inançsız olduklarından çok da korkaktırlar. Baştanbaşa vehim ve telaştır. Her projelerinde bu korku ve vehimin izlerini bulmak mümkündür.

Beşiktaş’ı yine Beşiktaş’ın azim ve kararı kurtaracaktır. Beşiktaşlılar ve Beşiktaş ruhu birleşerek sonradan görmenin planlarını altüst edecek. Kongrelere tıkıştırılmış “Kızılelma”yı hürriyetine kavuşturacaktır. Beşiktaş yine üç kıtada at koşturmaya affedersiniz top koşturmaya devam edecektir.

Artık üstü örtülü ifadelerin yerine açıkça: Beşiktaş’ı ancak Ülkücü bir faktör analizi dinginliğine ulaştırabilir. Bir medeniyeti ancak ve yalnız Ülkücüler diriltebilir.

 

Beşiktaş Nasıl Kurtulur 2” çıktıktan sonra Beşiktaş mazmunu etrafında (Galip ağabeyden ve benden başka) kimi arkadaşlar da yazılar yazdılar. Benim Beşiktaş Nasıl Kurtulur 3 ve 4 yazılarından sonra Dr. Mehmet Güneş’in bir yazısı yayınlandı. En son da benim Beşiktaş Nasıl Kurtulur 6 başlıklı yazım…

28 Şubat döneminde de 12 Eylül döneminde olduğu gibi yine biz yargılandık. 12 Eylül gibi açık bir ihtilale tevessül edemeyeceklerini söylediklerimiz hakkında Flash TV’de yaptığımız bir konuşma yüzünden 28 Şubat’ın simge generali Çevik Bir (Genel Kurmay 2. Başkanı sıfatıyla) bizi mahkemeye verdi. Mahkemeye talimat veriyordu. Hem Türk milletine hakaretten yani şu meşhur 301. maddeden hem de orduya hakaretten yargılanmamı talep ediyordu.

28 Şubat darbesinde de yargılanan biz olduğumuz halde 28 Şubat’ın meyvesini yine ona ortak olanlar yiyordu.

O devir arkasından üçlü koalisyon dönemi başladı. Beşiktaş bazı gelişmeler kaydetti. MHP de hükümet ortağı oldu. O dönemdeki yazım ise şöyleydi:

 

“Ah Beşiktaş! Yine yaktın bizi!

Yine içerde kartal kesilmene rağmen dışarıda karga gibi oldun. Öteden beri Şampiyonlar liginde ve UEFA’da dikiş tutturamıyordun; ama bu sefer ümitlenmiştik. Bu sefer Beşiktaş’ımız şeytanın bacağını kıracak ve Şampiyonlar Ligi’ne iyi bir başlangıç yapacaktı. Böyle düşündük. Büyük ümitlerle seyretmeğe başladık Lazio maçını. Fakat daha ilk dakikadan itibaren yenilgiye teşne havasını kokladık.

İlk dakikalardan itibaren o bildik kompleks yine takımın bütününü sarmalamıştı. Sadece takım mı, teknik sorumlu mu; bütün Beşiktaş, seyircisiyle birlikte yenilgiyi kanıksamış gibi oturuyor, hiç tezahürat yapmıyor; adeta bundan başkaca bir kaderi olmadığına da inanmış gözüküyordu. Seyirciyi, kendi elleriyle takım psikolojisini sahaya yansıtamayacak, ajitasyonunu oyunculara aktaramayacak yerleşme pozisyonuna sokan, tribünleri saçma bir modernizm tutkusuyla etkisizleştiren yönetime ne demeliydi?

Velhasıl Beşiktaş yönetimi, antrenörü, oyuncuları ve seyircisi hep beraber başına giydirilen çuvalı hazmetmiş görünüyor. Başına çuval geçirilen ve ölümü göze alamayan herhangi bir ordunun akıbeti gibi Beşiktaş da daha savaş başlamadan mağlubiyete konsantre olmuşa benziyor.

Oysa savaşçı ruhunu yitirirse, maçın doksan dakika, hatta uzatmalarla doksan artı dört, beş olduğunu unutursa bir takım ne yapabilir? Yenilgiye “Yarabbi şükür! Hiç olmazsa rezil olmadık” şeklinde bir tevekkül ile cevap verilebilir mi? Karşıdaki takımın Batı’nın en iyi takımlarından olduğunu bilen bir yönetim, oyuncu, teknik sorumlu ve seyirci ortak bir savaş stratejisi inşa etmeli değiller miydi? Bir kriz yönetim merkezi kurulmalı değil miydi? Bu kriz psikolojik harp ile donanmalı, akabinde ve detayında diplomatik bir sıkıştırma süreci de hazırlanmalı değil miydi?”

 

Rahmetli Galip Ağabey “Beşiktaş Nasıl Kurtulur” yazısını yazdığı sırada 12 Eylül darbesi ülkeyi bilinen cendereye sokmuştu. Vatanseverler kendi vatanlarında tutuklu idiler. İnsanımız kendi vatanında hürriyetten mahrum idi. Kendi vatanını sevmek suçtu, kendi vatanı için ölümü göze almak ayıptı. “Kendi vatanında parya” tabiri en çok da o süreçte anlam buluyordu. Galip Ağabey bütün milliyetçilerin içeri tıkıldığı zaman Beşiktaş mazmununa sarılıp “Beşiktaş nasıl kurtulur” diye sorarken hem Beşiktaş’ın o vakitler içerde ve dışarıda perişan haline atıfta bulunuyor, hem de milletin içine düşürüldüğü zillete işaret ederek bu zilletten yine milletin azim ve kararı ile kurtulacağına dair ipuçları veriyordu.

Yıllar sonra Beşiktaş Nasıl Kurtulur-2’yi yazdığımda, Galip Ağabeyin bu mazmunu yine iş görmeğe başlamıştı. Beşiktaş gerçi eskisi kadar kötü değildi ama yine de uzun yıllar şampiyonluktan uzak, ligin ortalarında gezinen hatta düşme riski taşıyan bir takımı da değildi. Artık gelecek açısından ümitvar olmak için elimizde kimi veriler vardı. Öte yandan MHP Davası da noktalanmış, içeridekilerin ekseriyeti çıkmış ve fakat milliyetçiler için gerek a)küresel, b) ideolojik, c)iktisadi-sınıfsal, d)pratik-politik çözümleme bir türlü hayata geçirilemiyor; kimi devlete küskün, kimi eski değerlerini ve vefa anlayışlarını yitirmiş başıbozuklar güruhu halindeydi. Beşiktaş’ın nasıl kurtulacağı üzerine yaptığımız spekülasyonlarda bugünkü şampiyonluk (aynı zamanda iktidar olma) fırsatlarına gönderme yapılıyordu.

 

DEVAM EDECEK

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!