Gerek Galatasaray gerek Fenerbahçe gerekse diğer futbol kulüplerimizin milliyetçilik tarihimizde elbette ki yerlerini inkâr etmek doğru olmaz ama emperyal mirastan Anadoluculuğa ve Kemalizme bütün milliyetçilik türlerimizin genel incelemesinde Beşiktaş kanaatimizce kritik bir yer ve öneme sahiptir. Bu yüzden bir Fenerbahçeli olan Galip Erdem ağabeyimiz, Türk Milliyetçiliğinin 1980’lerdeki ihtiyaç duyulan mazmunu olarak Beşiktaş kavramına sarılmıştır.
Seçimler bitti affedersiniz; Lig bitti ama 1981’den 2024’e ne değişti?
1981’de dünyada yüksek enflasyonun yaşandığı ülkelerin ilk dördü arasında Türkiye vardı. 2024’te de yine en yüksek enflasyon oranına sahip ülkelerin ilk dördü arasında yine Türkiye var.
Beşiktaş o yıllarda da “Beşiktaş Nasıl Kurtulur?” mazmununun muhatabı idi, bu dönemde de Beşiktaş kupayı alsa da ligde umut vaat etmiyor. Belki Beşiktaş’ın değil de üç büyüklerin topyekûn hali pürmelali üzerinde kafa yormalıyız. Futbol Federasyonunu da hatta masaya yatırmalı ve kötü yönetişiminin ülkeyi ne hale getirebileceğinin muhasebesini yapmalıyız.
Galatasaray şampiyon oldu ama siyasetteki gibi kim kazandı hâlâ belli değil. Buruk bir şampiyonluk oldu. CHP kazandı ama iktidar değil. İktidar yine kaybetmedi ama mağlubiyetlerin en ağırını yaşadı. Hele hele iktidar destekçisi diğer yamakların ağır bir haysiyet sorunu yaşadıkları kuşkusuz… Herkes hakemleri tartıştı ama kulüplerin kupa için bilgi, kadro ve ülkü sahibi olamadıkları, dahası adanmışlıktan bir nasibi olmadıkları anlaşıldı.
1981’de bize mazmun kullanarak ülkenin siyasal veçhesini özetleyen Galip Erdem’i özlüyoruz. 1981 ile 2924 arasında her bakımdan bir benzerlik. Baskıcı bir rejim özlemi ve anayasa değişikliğinin her derde deva olacağı yanılgısı yine var. Hele hele ekonomik ve siyasal çöküntü üstüne sığınmacı derdi de eklenince bir devlet krizi yaşadığımız çok açık.
Partiler, affedersiniz; Kulüpler iyi yönetilmiyor. Her başkan, partisini; affedersiniz, kulübünü babasının malı sanıyor. Futbolcularda kulüp şuuru yerine cemaat bağlılığı söz konusu…
Sorunlar saymakla bitmez…
Şimdi dönüp bakınca maziye; Galip Dede gibi aksakalların siyasete, özellikle de hadnaşinas liderlere affedersiniz yine kulüp yöneticilerine, teknik yönetmenlere ve futbolculara öğütler vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Dr. Lütfü Şehsuvaroğlu ve Dr. Mehmet Güneş Galip Erdem’in 12 Eylül döneminin mazmunu olarak kullandığı ve aslında Türkiye ve milliyetçileri kastettiği Beşiktaş Nasıl Kurtulur başlığı ile meşhur olan yazısına cevap yazdılar.
Galip Erdem’i 12 Eylül sonrası Mamak Askeri Mahkemesinde avukatlık yaparken görüyoruz. Oysa Hukuk Fakültesini bitirmesine rağmen avukatlık yapmayan memuriyette bulunan, yazarlık ve gazetecilik yapan Galip Erdem Ülkücünün Çilesi başyapıtındaki gibi çileli ömrünün o döneminde kendisini vebal altında hissetmiş ve Mamak’ı solumuştu. Sadece ülkücülerin avukatlığını yapmakla kalmamış, mağdur ülkücülere tanıdığı zenginlerden para toplayıp dağıtmıştı. Bu kampanyasını ise başka bir mazmun ile açıklıyordu: Mektup. Mektup ve Beşiktaş o dönemi anlatan Galip Erdem’e ait kavramlardır. Mektup işini o kadar ilerletti ki sonunda Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfını kurdu. Bu vakfın daha sonra başkanlığını Muhsin Yazıcıoğlu, Lütfü Şehsuvaroğlu ve Turan Güven üstleneceklerdi.
Lütfü Şehsuvaroğlu, Galip Erdem’i şöyle anlatıyor:
“Onu Karakedi, Tercüman, Yeni İstanbul, Sabah, Bizim Anadolu, Devlet, Töre, Ocak, Bozkurt, Hergün ve Ortadoğu gazete ve dergilerindeki yazılarından tanıyorduk. Türk Ocağındaki faaliyetlerinden de. MHP’nin ilk yıllarında da Başbuğ Türkeş ile yakınlığına şahitliğimiz var. Türkeş’le beraber sigara içmişliğini de biliyoruz. Galip ağabeyin sigara içimi bir sanattı. Külünü asla yere düşürmez, sigara atılacak bir izmarit olana dek külü ucunda dururdu. Her ne kadar 12 Eylül’ün hemen öncesinde parti ile ilişkisi pek zayıfsa da Ocak ve Ocaklı ile ünsiyeti asla sekteye uğramadı. Muhsin Yazıcıoğlu’nun Ocak genel başkanlığına başladığında hemen eğitim işlerine ağırlık vermemiz gerektiğini paylaşmış ve bir dizi genel merkez seminerlerine başlamıştık. Bunu bütün Türkiye’ye de yayacaktık. Bu faaliyet MHP’nin Türkeş tarafından atanan Kemal Zeybek başkanlığındaki eğitimciler kurumundan önceydi.
TÖMFED adlı Ocak’ın sanat alanındaki yan kuruluşunun binasında eğitime başladık. İlk seminercimiz Galip Erdem’di.
O bizimle adeta arkadaş gibiydi, yanında her türlü tartışmayı rahatlıkla yapabilirdiniz.
Bizim Atsız, Ziya Gökalp, Erol Güngör gibi baş okumalarımız gibi, onun Suçlamalar ve Ülkücünün Çilesi eserleri başucu kitaplarımızdandı.
Mamak’ta avukat olarak beni ziyarete geldiğinde; “sakın konuşma, senin hakkında hiçbir delil yok, sırf başkan olduğun için yatırabilirler” demişti de buna rağmen mahkemede “ne düzen değiştirmesi, biz çağı değiştireceğiz” demiş ve 12 Eylülcüleri anayasayı tağyir tezyif ve ilga ile suçlamıştım. Galip ağabeyin mahkemede dudaklarını nasıl ısırdığını hatırlıyorum. Benim gibi konuşmak isteyen tutukluları da nasıl sakinleştirdiğini anlatmıştı.
Galip ağabey mahpusluk sonrası benim için kız evine dünürcü olarak da gitmişti.
Onun bir Fenerli olarak Beşiktaş mazmunu etrafında hali pürmelalimizi okuması ve okutması asıl mektubuydu:
Beşiktaş Nasıl Kurtulur?
Beşiktaş, tam şampiyon olacak derken bir de bakıyorsunuz, ligin en alt sırasındaki takımlarıyla bile baş edemeyen bir takım derekesine düşüvermiş. Hele hele Avrupa kupalarında oynadığı maçlarda “yine bizi bir hezimet mi bekliyor” endişesiyle âdeta 80’li yılların ortasında İngiltere – Türkiye maçını hatırlarcasına millî bir yeis girdabına sürükleniyoruz.
En son 8 – 0’lık Liverpool yenilgisi ile Beşiktaş, 8 – 0’lık İngiltere karşısındaki milli takım hezimetiyle örtüşmüş; böylece kara kartalların ulusal olanla ünsiyetleri ortaya çıkmıştı.
Zaten Türkiye futbol takımları arasında milli takım olarak tek bir kulübün ülkeyi temsil etmesi sadece Beşiktaş’a nasip olmamış mıydı? 5 Mayıs 1952 tarihli resmi yazıyla Futbol Federasyonu, Yunanistan’la 16 Mayıs 1952’de yapılacak olan maçta milli takımımızı Beşiktaş’ın temsil etmesini talep etmiş ve bu da gerçekleşmişti.
1944’te İkinci Dünya Savaşı’na girmeyen ve fakat bu yüzden karne dönemlerinin yaşandığı İnönü’lü yıllarda muvazaa olarak Türkiye, galip devletler yanında yer almak üzere hamleler yapıp NATO’da yerini almak isterken 44 Milliyetçilik Olayları ile Türkçüler hapse atılırken Beşiktaş ise şampiyon oluyordu.
Beşiktaş şampiyonluğu belki de 44 olaylarının daha sonra bayram olarak anılmasına vesile olmuştur, kim bilir?…
1950’de Türkiye’de siyasi bir dönüşüm gerçekleşirken Beşiktaş için de şampiyonluklar peş peşe geliyordu.
Beşiktaş’ın şampiyonluğuna iktidarın ortak olması gerekiyordu. Başbakan olarak büyük bir siyasi zafer kazanan Andan Menderes de on yıl boyunca Beşiktaş’ın fahri başkanlığına oturur. Beşiktaş’ın Osmanlı idmanı, Çanakkale ve Millî Mücadele direnci, Kuvayı Milliye ruhu demokrat milliyetçi dönüşüme uğrar böylece.
27 Mayıs 1960 sabahı radyolarını açanlar Albay Alparslan Türkeş’in Milli Birlik Komitesi adına okuduğu duyuru ile karşılaşırlar. Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine el koymuştur. Beşiktaş kulübü başkanı Nuri Togay ve eski Başkan Enver Kaya tutuklanırlar. 10 yıldır Beşiktaş kulübünün fahri başkanlığını yapan Başbakan Adnan Menderes ve kulüp üyesi olan meclis başkanı Refik Koraltan’la aynı kaderi paylaşırlar.
Beşiktaş 2008 takviminde de Beşiktaş tarihinde de böyle yazıyor. O yıl yani İhtilal yılı milliyetçiliğin ihtilal ve demokrat ikliminde kaldığı yıldır. Beşiktaş şampiyondur. Ama hazin bir maç sonrası… Son maç Fenerbahçe ile İstanbul’da değil Ankara’da yapılır. İhtilalciler maçı başkente kaydırmışlardır. Maçı Fenerbahçe 1-0 kazanır. Ama Beşiktaş şampiyon olmuştur. O yıl Cemal Gürsel kupası maçları diye yeni bir turnuva uydurulur.
Beşiktaşlılara Cemal Gürsel forması giydirilir.
Sonra 70’li yıllar… Başlarda şampiyonluğu birkaç kez tadan takım 80’li yıllara doğru tökezlemeye başlar.
Türkiye’de öyle…
Kıbrıs müdahalesi ile şahlanan milli ruh 1 sente muhtaç hale gelen bir ekonomik ve siyasal krizle karşılaşır.
Ardından 12 Eylül ihtilali…
İşte tam da bu dönemde bütün siyasiler içeri tıkılmışken Galip Erdem Yeni Sözcü gazetesinde “Beşiktaş Nasıl Kurtulur” başlıklı bir yazı yazar. Aslında Fenerbahçeli olan Galip Erdem’in bu yazıyı yazmasındaki amaç, futbol kulübüyle alakalı değildir. Beşiktaş bir şeyi, bir ruhu temsil etmektedir. Türkiye sevdası ve milliyetçilik…
Bütün milliyetçi kuruluşlar ve önemli isimler Mamak Askeri Cezaevindedir.
Ben de tam bir Beşiktaşlı olarak o sırada B Blok 7. Koğuşunda bu yazıdan haberdar oluyorum.
Tabii ki gazetenin ya da herhangi bir kitabın içeri girmesi o sıralarda mümkün değil.
Merakla bekliyoruz. Çıkınca okuyoruz.
Böylece Beşiktaş mazmunu bize de Beşiktaş Nasıl Kurtulur başlığı altında 6 adet yazı yazdırıyor. Başka yazarlar da bu mazmundan hareketle bazı yazılar yazıyorlar.
Şimdi 1911-12 Balkan bozgun veya Türk Ocaklarının kurulması veya Beşiktaş Jimnastik Kulübüne futbol takımının dahil olması döneminden bu yana geçen kriz ve yükseliş dönemlerini hatırlarsak Türkiye’nin ve Türk milliyetçiliğinin Beşiktaş mazmunu ile irdelenmesinin boşa olmadığını anlıyoruz.
Balkan bozgunu, 1. Dünya Savaşı, Kuvayı Milliye, Yeni Cumhuriyet, Atatürklü yıllar, ardından 33-34 şampiyonluğu ile yükseliş, 10 Yıl marşı… Sonra Atatürk’ün ölümü ve İnönülü yıllar… 43-44 şampiyonluğu ve 1944 milliyetçilik olayları…
Sonra 50 dönemeci… Demokrat Parti rüzgârı… 60 ihtilali ve milliyetçiliğin ikilemi. 70 li yıllar şampiyonluğu ve çöküntüsü…
İhtilal dönemecinde ülke ve Türklük ile Beşiktaş’ın kaderi düğümleniyor. Milliyetçililer Kafkasya rüzgârından-idmanından Anadolu kitleselliğine dönenip şampiyonluklar ve büyük çöküntüleri birlikte yaşıyorlar. Milliyetçiliğimizin mayasında ne kadar dış tesirler var ne kadar iç dinamikler var bu mevzuu tarih felsefecilerinin üzerinde çok tartışacağı bir mesele olmaya devam ediyor.
Beşiktaş, sıklıkla, kurulduğu günden bugüne krizler yaşıyor. Ülkenin yaşadığı krizler gibi.
Balkan bozgunu, 1. Dünya Savaşı bunalımlarında takımın dağılması, hemen hemen tamamının şehit düşmesi. Ardından toparlanma, namağlup unvanıyla şampiyon olma, ardından
Beşiktaş Kulübü üç büyükler arasında renkleri ve taraftarlarının sosyo-psikolojik yapısı itibariyle belki de ortalama Türk insanı profilinde en mazbut takım olarak Türk spor tarihinde yerini aldığı gibi, taşıdığı mazmunlar bakımından en az Galatasaray ve sonrasında Fenerbahçe kadar siyaset siyasî tarihimizde de önemli bir figürdür.
Elbet de her takımın kendine mahsus toplumsal izdüşümleri bulunmaktadır.
Galatasaray sahip olduğu eğitim kurumu ve bu kurumun Türk bürokrasisi ve siyasetinde önemli şahsiyetleri yetiştirmiş olması vesilesiyle daha çok bir iktidar(daha çok gizli iktidar) düzleminde anıldığını biliyoruz. Galatasaray bir anlamda aristokrasi takımıdır.
Fenerbahçe ise daha çok Anadolu’ya Millî Mücadele sırasında kayıklarla kaçırılan silahlarla anılır önce ve sonrasında yeni Cumhuriyet’in burjuvazisini oluşturan takım olarak anılır.
Ya Beşiktaş?… At arabacıları takımı adını alan Beşiktaş, bu adlandırma ile daha çok proletaryanın, orta sınıfın ve ne hikmetse daha Anadolu ruhunun takımı oluvermiştir. Başta at arabacılarının elit bir zümre olduğuna kuşku yok. Bu anlamda belki de Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın her ikisinden de bazı fonksiyonları kotarmış ve fakat her ikisinin de sosyal tabakalaşma zaviyelerini daha alt katmanlara taşıyabilmiş bir evrilmeyi işaret etmektedir; kim bilir?
Türkiye’nin bir aristokrasi tarihi yazılacaksa Galatasaray olmadan olmaz. Burjuvazimizin tarihi yolunda da Fenerbahçe incelemesi lüzumlu gibi gözüküyor.
Gerek Galatasaray gerek Fenerbahçe gerekse diğer futbol kulüplerimizin milliyetçilik tarihimizde elbette ki yerlerini inkâr etmek doğru olmaz ama emperyal mirastan Anadoluculuğa ve Kemalizme bütün milliyetçilik türlerimizin genel incelemesinde Beşiktaş kanaatimizce kritik bir yer ve öneme sahiptir.
Bu yüzden bir Fenerbahçeli olan Galip Erdem ağabeyimiz, Türk Milliyetçiliğinin 1980’lerdeki ihtiyaç duyulan mazmunu olarak Beşiktaş kavramına sarılmıştır.
1981 yılında Yeni Sözcü’de yayınlanan “Beşiktaş Nasıl Kurtulur” başlıklı yazı hem Türkiye’nin hem de Türk Milliyetçiliğinin ahvalini, serencamını, hâlini ve istikbâlini tartışıyordu. Öyle ki Beşiktaş’ın durumu ile Türkiye ve Türk milliyetçiliğinin durumu birbirine benziyordu.
Beşiktaş’ın Kuruluş yılları ile Batılılaşma vetiresindeki Türk milliyetçiliğinin gelişmesi dönemi tam çakışmasa da başarı ve kriz dönemlerindeki uyum, Beşiktaş’a ve Türkiye’ye âşık olanlar açısından aralarında bir münasebet kurmaya zemin hazırlıyor.
Beşiktaş ve Türk Milliyetçiliğinin tarihi incelendiğinde bu uyumun izlerini sürmek mümkün olabiliyor.
Dolayısıyla Beşiktaş’ın kurtuluşu ile ülkenin kurtuluşu arasında bir ilgi kurulabiliyor. Beşiktaş, zor dönemde milliyetçiliğin mazmunu olarak tebellür ediyor. Beşiktaş Nasıl Kurtulur da böylece böylesi dönemlerin simgesi haline gelebiliyor.
DEVAM EDECEK