Öyle ülkeler vardır ki, hiç de otoriter bir rejim, yahut çok güçlü bir iktidar, veyahut dediğim dedik bir diktatörlük ile yönetilmediği halde dışarıya çok kötü imaj bırakırlar. Genellikle böylesi ülkelerde başta olan liderlerle, başa geçmek için çırpınan liderler arasında sadece küçük nüanslar vardır. Bu anlamda ABD’den Türkiye’ye, Somali’den Mısır’a yarışın seyrindeki benzerliğe şahit olmak mümkündür.
Cemaat yapısını cemiyete ‘monte’ etmek isteyen, eski kültürel kodları güncelleyen çıkar grupları da dini siyasete alet ederek kinlerini dinleriyle aşure ederler ve kesin inançlılarına servis yaparlar. Erk peşindeki her yapılanma böyledir. Her biri medyayı, üniversiteyi, sivil toplum örgütlerini, güvenlik ve yargı birimlerini ele geçirmeyi düşünürler, buna heves ederler. Fakat bu aveneler, bu etraf aslında karizmaya hiç de yardımcı olmamaktadırlar.
Meşhur Ezop masallarında geçer:
“Engereğin biri her gün gelir bir pınardan su içermiş. O pınarda yuva yapan bir su yılanı kızmış, “çayırın sana yetmiyor mu ki gelip burada beni rahatsız ediyorsun?” demiş. Kavga gittikçe kızışmış ve dövüşmeye karar vermişler. “Kim yenerse su da toprak da onun olacak” demişler. Kurbağalar su yılanını sevmedikleri ve önceden nimetlerden yararlanma çabalarına engel olduğu için tabii ki engereğe gidip “sen hiç korkma! Biz senden yanayız, yardım ederiz” demişler. Günü gelince rakipler kapışmış. Kurbağalar doğaldır ki ellerinden bir şey gelmediği için başlamışlar bağırıp çağırmaya… Engerek sonunda kazanmış kazanmasına ama kurbağalara da çıkışmış. “Hani bana yardım edecektiniz? Ben tek başıma mücadele ederken siz ötüp durdunuz; bu mu sizin dostluğunuz?”
Kurbağalar: “Ne yapalım? Biz kolla değil, sesle yardım ederiz!” demişler.”
Medya ve akademya da öyle…
Kolla, akılla, emekle, projeyle, fikirle, değil bağırıp çağırmakla yardım ettiklerini ileri sürüyorlar.
Kurbağalar gibi ses çıkarıyorlar, vrak vrak ediyorlar.
Kollarında ne mecal var ki zaten… Çıtkırıldım yaşamaya devam ederler… Üreyip dururlar…
Kanaldan ve üniversiteden geçilmez ortalık.
Fakat ilim hak getire, estetik duygu ara ki bulasın…
Oysa Türkiye’nin ve üzerinde yaşayan topluluğun o kadar meselesi var ki, her biri için onlarca proje yapılmalı, strateji ve eylem planı ortaya konmalıdır.
Sadece Türkiye mi? Bütün dünya çok kötü yönetiliyor.
Alın size bir örnek: Gemileri olan, üzerlerinde binlerce konteyner taşıyan beynelmilel sermaye, asırlardır sömürdükleri Afrika’nın sahillerinden geçerek ticaret yapıyorlar. Kapitalizm ve en yüksek aşaması olan emperyalizm sömürdüğü her coğrafyada çok acılar bıraktı ve bırakmaya da devam ediyor.
Fakat stokçuluğu, sömürgeciliği, biriktirmeyi, artı değere el koymayı marifet sayan sistemleri öyle bir evrensel hukuk ve aklın aritmetiğinde sürdürülebilir bir sistem haline geliyor ki; onlar ne yaparsa meşru ve legal, karşısındaki her şey illegal ve gayrimeşru…
Somali fert başına milli geliri 100 dolar bile olmayan bir ülke… sahillerinden binlerce gemi geçiyor ve her biri milli geliri fert başına otuz bin kırk bin dolar ülkelerin gemileri… Somali’ye bugüne kadar ne yapmış uluslararası camia… Hiç… Uyduruk yardım paketleri hep geriye, o sömürgeci ülkelerin yardımsever kuruluşlarına geri dönmüş… Sadece Somali mi? Afrika’nın diğer ülkeleri de öyle… Mali, Gana, Gine, Sudan, Habeşistan ve daha birçok Afrika ülkesi bu uluslararası düzenin payandası olan siyasetçileri sayesinde ülkelerine yapılan sözde yardımlardan bir de borçlandırılmışlar…
Ellerine silah tutuşturulan ve birbiriyle savaştırılan grupları bol bu Afrika ülkelerinde korsanların türemesinden daha tabii ne olabilir? Bir müddet kardeşine silah sıkan insanlar uzaktan geçen ve milyonlarca dolarlık mallar taşıyan gemilere iptidai bir çıkarsama ile başka türlü bakmaya ve kendilerince vergi koymaya kalkıyorlar.
Korsancılık son on yılda profesyonel korsan avcısı çalıştıran gemiler sayesinde azalmış. Bütün insanlık pek mutlu!
Somali’de ve dünyanın birçok yerinde insanlar açlık çekerken, Gana’da kuzey güney farkı çekilmez hale gelip kuzeyin iffetli kızları okyanus kıyısındaki otellere sürüklenirken, Mali hâlâ o çirkin yüzlü Fransız sömürgeciliğinden kalan bir taktikle içten parçalanırken uluslararası camia buralara bölgesel kalkınma planları, kırsal kalkınma planları, açlıkla mücadele programları uygulayamadılar.
Her yıl silahlanmaya ayrılan paydan binde bir açlıkla mücadeleye pay ayrılsa dünya yüzünde tek bir aç insan kalmayacağını onlar da biliyor. Ama kurbağalar gibi viyaklıyorlar, elini taşın altına sokan, sorumluluk üstlenen çok az insan ve grup var…
Eteğine tutundukları erkin –ki bu erk ister küresel ister yerel olsun- içine düştüğü sürdürülebilir olmayan tekdüzeliğe, paçozluğa, adam kayırmacılığa, kleantalist ilişkiler ağına itirazı olmayan ve sürdürülebilir bir model –küresel ya da yerel- proje, eylem planı ortaya koymayan kurbağalar çöküşün de senfonisini çalacaklardır er geç…
Liderin (yerelde de küreselde de) sözde yardımcıları, partili partisiz arkadaşları öyle açıklamalarda, tehditlerde bulunuyorlar ki, istikbale dair milletin hiçbir ümidi kalmıyor.
Hele hele medyada öyle hokkabazlar var ki, hiç utanmadan dün söylediklerinin bugün tam tersini söyleyebiliyorlar. İnsanların gözünün içine baka baka yalan söyleyebilen, Türkiye’nin (ya da dünyanın) gerçek gündemi ile alakalı olmayan konularda ahkâm kesip milletin-insanlığın nefretini kazanma başarısı gösteren ve sırf göze batma aşkına türlü hokkabazlıklara tevessül eden çirkin yüzlerle dolmuş ekranlar…
Bunlar zerre-i miskal el’an sözü geçen liderliğin iyiliğini düşünmüyorlar. Varsa yoksa kendi statülerini muhafaza edebilmek ve mümkünse yeni yeni fırsatların kapısını aralamak en büyük dava…. Hazır nemalanma devri başlamışken kendi payına düşeni hesap etmek. Engerek de kazansa rolleri var, Su yılanı da…
Küresel alan da böyle…
Mahalli yönetimler de…