Başbakan Binali Yıldırım torununun sorusuyla gerçekten hem pek duygulanmış hem de kendi köklerinden gelen bu masum soruyu bundan sonraki üslubuna mihver kılmıştı.
12 yaşındaki torun o gece şöyle demiş:
“Dede bunlar bizim asker mi?
Türk askeri nasıl böyle bir şey yapar?”
Sayın Yıldırım hem TBMM önündeki konuşmasında hem de sonraki söylemlerinde hep bu sorunun yarattığı ruh haliyle meseleye yaklaştı.
“Bunlar bizim asker olamaz…”
Ama o küçük torunun sorusunun ardında gizli asker ve ordu sevgisi genlere işlemiş bir dominant karakterdi onu yıkmaya da kimsenin gücü yetmeyecekti.
Gücü ve provokasyonu…
…
Binali Yıldırım darbenin önlenmesinde ilk başta söz sahibi…
Birinci Ordu Komutanı’nın tavrı da elbette en başta takdire şayan…
Fakat aynı saatlerde yani sözde darbenin ilk demlerinde Binali Yıldırım kesin bir mukavemetle ve sağlıklı bir üslupla darbe girişiminin ordumuzu bağlamadığını bazı isyancıların kalkışması olarak nitelenmesi gerektiğini ifade etti. Bu tavır da cinnet geçiren darbecilerin başarısız olmasında rol oynadı.
…
Torunlarımıza bırakacağımız ülke bu olmamalıydı.
O gece torunlarımızla sabahlamak istemedim. Onları evlerine gönderdim.
Ama gecenin ilerleyen saatlerinde üst kattaki komşumuz ki genç evliler Cesur adlı minicik yavrularıyla kapımızı çaldılar.
“Size sığınabilir miyiz? Cesur seslerden uyuyamıyor da…”
O demlerde TBMM’de de sığınağa girmişti vekiller.
Bizim ev ne kadar sığınak olabilir ki…
İster istemez yine uçaklar alçak uçuş yapıyor, bomba patlatıyor, silahlar tarama yapıyor ve o gecenin korkunç sesleri bizim açık pencereden içeri giriyordu.
Fakat artık Cesur ile arkadaş olmuştuk.
Kendi evlerindeki kadar korkmuyordu.
Biz bugüne kadar yaşadığımız üç, hatta dört darbeden de korkmamıştık.
12 Eylül’de zindanlarında yattık buna rağmen darbecibaşı Kenan Evren’e yaptığının yanlış olduğunu bildiren mektuplar yazdık içerden. İçerde de dışarıda da direndik.
28 Şubat postmodern darbede de Çevik Bir’le kapıştık.
27 Mayıs’ta çocuktum.
Sadece babamın ruhunu, psikolojisini kavramaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Neden okullarda bayram yapılıyordu da evde bayram sayılmıyordu 27 Mayıs, anlamaya çalışıyordum.
Fakat böyle darbe, bu 15 Temmuz… Tam bir cinnet hali…
…
Nasıl sileceğiz yaralarını?
Pek zor…
Hatta imkânsız…
…
Darbeciler mahkeme sürecinde elbette çözülecekler.
Hangilerinin gerçekten FETÖ terör örgütü üyesi olduğunu, hangilerinin kandırılmış olduklarını davaya bakanlar da kamu vicdanı da ayıklayacak.
Acaba “kandırıldığımı şimdi anladım” diyenleri affedebilecek miyiz?
Daha önce olduğu gibi…
…
ABD İncirlik Üssü’nün kullanımı konusundaki zaafını nasıl tevil edeceğini bilmiyor.
Sadece o mu?
Darbenin arkasında ABD olduğunu düşünüyor Türk kamuoyu…
Her ne kadar Fethullah Hoca, FETÖ söylemleri başat olsa da Pensilvanya aslında bu iki küresel gücün bileşkesi…
Öyle ya kimi paralelciler için Fethullah Hoca sadece bir vaiz değil, küresel bir siyaset erkiydi.
ABD de küresel bir erk olduğuna göre ve her ikisinin de istihbarat ve röntgencilik konularında deneyimleri hayli yüksek bir performans gösterdiğine göre böyle bir darbeden haberdar olmamaları hele hele yöneylem planlaması açısından edilgin değil etkin oldukları IQ’sü düşük olmayan herkesin malumudur.
…
Dugin ile Gökçek görüşmüş.
Yeni bir Avrasyacılık rüzgârı esebilir böylece…
Aklıma Fethullah Hoca’nın da bir zamanlar Avrasyacılığı denediği geliyor. Gülen’in de Avrasyacılığı denediğini veya böylesi bir potansiyeli boş bırakmamayı hedeflediğini söyleyebilirim.
Dinamik Avrasya gibi dergiler de çıkardı, kulüpler de kurdu.
Bugün Fethullah Hoca’ya söven binlerce kişi onun rahle-i tedrisinden geçti yahut dokunmasından kanatlanıp uçacaklarını sananların sayısı hayli fazlaydı.
İftar resimlerine bakın…
Ziyaret edenlere bakın…
Gazetelerinde cirit atanlara…
İş dünyasına…
Siyaset dünyasına…
Birçok belediye başkanının seçiminde, birçok siyasetçinin aday gösterilmesinde hatta birçok TV çocuğunun program ayarlamasında onun müthiş tesiri vardı. Darbe şeyhi olmazdan evvel medya şeyhi idi…
Hepsi şimdi “kandırıldım” savunmasıyla kendilerini kurtarıyorlar, kurtarabiliyorlar. Üstelik hiç ama hiç nefis muhasebesi yapmıyorlar. Tarihten, milletten, en azından onları uyaranlardan özür dilemiyorlar.
Gözüm bembeyaz ekranlara kaydı, bir de baktım kimileri cadı avına çıkmış…
“Komşularınızı ihbar edin” gibisinden. “Kim Fetocu bulun…”
“Nerede olursa yakalayın ve linç edin…”
Bu paganların Hristiyanları kendi çocuklarından araştırıp linç etmesine benziyor. Yahut kilisenin – engizisyonun farklı mezhep sahiplerini bizzat çocukları eliyle soruşturup hesaba çekmesine benziyor…
Zamanında çok uyardım her iki çevreyi de…
Bakın ilerde cadı avı olacak ve maalesef cemaatçi çocuklar harcanacak…
Ne iktidar tarafındakiler, ne cemaatçiler benim bu uyarımı dikkate aldılar…
E ne oldu şimdi?