Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Cerattepe ve provokasyonları boşa çıkarma sanatı

O kadar şehir ve çevre yazısı yazdın, Cerattepe’ye değinmedin” diye dertleniyordu okuyucum, fakat ben sonunda akl-ı selimin galip geleceğini tahmin ettiğimden Cerattepe ile ilgili yazma dürtümü soğutuyor, bekleme salonunda bekletiyordum.
 
Taraf olmak kolay!. Fakat tarafların içindeki ajitatörleri deşifre edip her tarafgirliğe farklı perspektifler kazandırmak, yeni bilgileri önlerine koyarak ufuklarını açabilmek, ötekini anlamaya çalışmaları için ön ayak olmak zor belki ama hayırlı sonuçların tahsili için daha elzem…
 
Çıkmayan candan ümidi kesmemeyi öğrendim ben… En inançsız olanların içindeki cevheri keşfetmeyi bir de… Ve bir de imanlı geçinen nice insanın kalbinde kaç put yapıp durduğunu her daim…
 
“Emri bil maruf-nehyanil münker” farz-ı kifâyesi bizim için kurtuluş reçetesidir.
 
Sürüye kapılmamak ve aklı, irfanı, maruf olanı en azından söylemek, söyleyebilmek gerek.
 
Hele bugünkü ülkemiz ve toplumumuz için…
 
Kana batmak istemiyorsak, yeşili korumalıyız. Yeşili ve yeşile, toprağa âşık suyun o esrarengiz rengini…
 
Turkuvaza, gece mavisine, suyun berrak beyazına, beyazın arasındaki köpüğüne, alüvyonlu koyu nehirlere… Çiçeğin ve yaprağın üstündeki o katreye, o dünyayı bir zerrede toparlayana… Yaradılışın özüne sadakat göstermeliyiz.
 
Kana batmak istemiyorsak, kırmızıya boyanmak istemiyorsak yeşili korumalıyız… Erozyona-toprak kaymalarına, altımızdan suyun çekilmesine izin vermemeliyiz.
 
Yeşile düşman sözde muhafazakârlar
 
Tarihçi geçinen biri hemen her konuda –tabii ki ihtisas alanının dışında da- yağıp gürlüyor. Sanki adam döver gibi konuşuyor. Onula program yapan sunucu da “ne bağırıyorsun hocam, karşında dersine çalışmamış taleben yok” demiyor. İkisi birden aslında kendilerini anlamayan geri zekâlılara bağırıyor olduklarını düşünüyorlar hocanın.
 
Hoca da abarttıkça abartıyor:
 
“Çevreci insanlar ve örgütler var ya şu çevreciler bunların hepsi dışarıdan besleniyor.”
 
Yıllardan beri çevre üzerine yazı yazarım, üniversitelerin bazılarında Çevre ve Çevre Hukuku konularında dersler verdim, sonunda bir de Şehir ve Çevre Derneği kurduk; içerden ya da dışarıdan hiç ama hiç kimseden yahut kurumdan beş kuruş almadık. Çevre Bakanı İdris Bey bir ara toplantı yaptı çevreci kuruluşlarla orada kısa bir konuşma yaptım. Sayın Bakan da, “sizi her ay dinlesek keşke” diye iltifatta bulunmuştu. Muhtemelen pek işitmediği meseleler ve yaklaşımlar ortaya koyduğumuzu düşünmüştü.
 
Çevrecilerin kökü dışarıda ideolojik örgütlere yapılan muameleye maruz kalmasını isteyen tarihçi geçinen hoca yağıp gürlese de tarihimizde çevreci olan pek çok hükümdarlarımız oldu.
 
Herkes bilir Fatih’in nasıl çevreci olduğunu: “Ormanlarımdan bir ağaç kesenin başını keserim” biraz sert bir ifade olsa da Abdürrahim ağabeyin şiiri gibi uyarıcıdır. Açık bir uyarıcı…
 
“Sevgi dağ zirvesi kin dipsiz kuyu
 
Karıştan sıkadır hayatın boyu
 
Şayet kirletirse toprağı, sulu
 
Göğsünden vururum kendi gölgemi”
 
Bundan ala çevrecilik olur mu?
 
Kendi gölgesi toprağı ve suyu kirletirse göğsünden vuracak şair Abdürrahim Karakoç.
 
Boşuna Mihriban şiirini yazmamış. Boşuna Vur Emri’ni yazmamış.
 
Gölge nasıl kirletebilir ki toprağı suyu?.. Fakat binde bir ihtimal bile olsa çevreyi kirletenin uğrayacağı akıbet şaire ayandır. Toprağı yahut suyu kirletmek gibi alçakça bir suçun cezası en yalın şekilde ancak böyle ifade edilir…
 
Suya ‘işemek’ kadar sefil bir davranış olamaz. O yüzden insanlık, şehirlerin yanıbaşlarından akan dereleri ıslah ediyor ve tekrar pırıl pırıl akmasını sağlıyor. Teknolojiler geliştiriyor, kirini, atığını başka yere götürüyor, atık değerleme ve temizleme operasyonları uyguluyor. Ne yazık ki bizim birçok şehrimizde dere akarken onlara lağımlarımızı akıttık, doğayı kirlettik… Giderek şehirlerimizi de…
 
İslâm Terbiyesi ve Türk Töresi Ağacı, Toprağı, Suyu Gözetir
 
İslâm terbiyesi, Türk töresi toprak ve su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi üzerine binlerce öğüt ihtiva etmektedir.
 
Kur’an’da onlarca su ayeti vardır ve hepsi âdeta mühendislik hizmetlerinin bile nasıl yapılacağının altını çizmektedir.
 
Ama Âkif’in dediği gibi Kur’an mezarlıkta okunmak için indirildiği zehabıyla okunduğundan mânâsını kavrama noktasında çuvallıyoruz ne hazindir ki İslâmlar olarak…
 
“Altınızdan su çekersek size kim su verecek?” Diye ayetinde soran Allah aslında bütün inanmış jeodezi, jeoloji, ziraat, orman, çevre, inşaat mühendisleri ile devlet adamlarını, mahalli yöneticileri imtihana tâbi tutmaktadır. Gerçekte bu imtihanda çuvallayanların ne yaparlarsa yapsın cennete sokulması bence mümkün gözükmemektedir.
 
Öyle ya altlarından ırmaklar akan cennetlerin çevre düşmanları tarafından talan edilmesine herhalde Yüce Yaratıcı izin vermeyecektir.
 
Onlar her ne kadar kirlettikleri şehirleri, AVM’leri, Plazaları, Towersları, madenleri cennet zannetseler de ancak ve yalnız cehennemin yakıtını taşımaktadırlar kendilerince…
 
Artvin için, Cerattepe için en güzel başlığı Vahdet attı:
 
“UZLAŞMANIN RENGİ YEŞİL…”
 
Yeşil selâmet, yeşil huzur, yeşil cennet, yeşil yaprak, yeşil bahar, yeşil orman, yeşil çevre, yeşil Türkiye demek…
 
Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile sulanmadıkça düşmana terk edilemez sözü savaş ânında ne kadar heyecan verici bir söz kasırgası ise; barış zamanlarında da yarın öleceğini bilsen bile bir fidan dik buyruğu ondan daha ivedi, ondan daha sarsıcı ve onun kadar güzel bir sözdür. İşte Peygamber sözü böyle bir sözdür. Barış demek yeşil demektir. Vatan uğruna şehadet şerbeti içen ve kanını seve seve akıtan bu milletin çocukları o vatanı sulamadıkça, toprağı bereket için coşturmadıkça davasını ne yazık ki layık-i veçhile anlatamaz ve hatta anlayamazlar…
 
Cerattepe ikinci bir Gezi Parkı diye yazıp çizenler, toprağın her nefes alışının altında bir köstebek arayan örümcek kafalılardır. Ancak örümcek yuvasının bozulacağını düşünür toprağın nefes alışından…
 
Toprak suya, toprak yeşile hasrettir. Onları buluşturmayanlar Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi binlerce aşk hikâyesini bağrında barındıran, koruyup kollayan vatanı ve onun davasını kavrayamazlar. Toprağı suyla buluşturmak davaların en büyüğüdür. Şehrin tarihi dokusunu korumak, şehri tarihi kimliğinden uzaklaştırmamak davaların en büyüğüdür.
 
Sonra Oğuz Ata ağaç kovuğundan doğmuştur. Osman Bey rüyasında göğsünden yükselen bir çınar görmüştür. Ağaç devlet demektir. Ağaç töre demektir. Ağaç neslimizin devamı için en mühim şifredir.
 
Böylesi bir dava peşinde olanları “kökü dışarıda yabancı ideoloji peşinde zavallılar” olarak gören zihniyetin ne milliyetçi, ne muhafazakâr, ne İslâmcı, ne ilimci, ne tarihçi, ne ülkücü, ne akıncı, ne milli görüşçü, ne demokrat filan olması mümkün değildir.
 
Bizim hiçbir geleneksel davamızda bu köksüzlükten eser yoktur.
 
Eğer bir kısım çevreci geçinen örgütler dışarıdan besleniyor ve memleket için yanlış projeler peşine düşmüşlerse onları açığa çıkarmak, onların yanlışlarını ortaya dökmek, onları eleştirmek ayrı bir şeydir; fakat insanların üzerine salyalar akıtarak bağırarak çağırarak çevreci olmayı külliyen ihanet olarak addetmek apayrı bir şeydir.
 
Şükür ki Cerattep’deki gerginlik ertelendi. Keşke bitseydi.
 
Olsun bu da bir şey…
 
Provokasyona imkân vermek istemiyor musunuz; o halde size yakışanı yapacaksınız, nefsinin esiri olup bir kısım müteahhitlere verdiğiniz sözlerin günahkarlığının peşinde doğru yoldan uzaklaşmayacaksınız.
 
Gezi Parkının başlangıcında yazdım.
 
Sonradan provokatörler devreye girmeden.
 
Ağaç mı evladır, AVM mi?
 
Bunu Kur’an’a sordum ve o bana ağaç dedi.
 
Bu kadar basit!
 
Ağacın Dâvâsıdır Dâvâmız, Çınarın, Lâlenin, Gülün Dâvâsıdır
 
Bir Müslüman elbette ki ağacın dâvâsını güder AVM’nin, ya da kapitalizme götüren ne varsa onun değil..
 
Tayyip Bey çekinmeden sabah ezanında gidip o parkta namaz kılıp –ki kılanlar da vardı- “arkadaşlar ne istiyorsunuz; bu parkın yeşilinin korunmasını mı? Ben de sizleyim, yahu vazgeçtim AVM’den” deseydi şeytan uyanmadan iş çözülmüş olacaktı. Provokasyonu bizzat kendisi bozan bir lider olarak tarihe geçecekti…
 
Provokasyonu bozan lider olma hasletini zaman zaman hatırlamadı da değil.
 
Ma’lûm: şeytan her kılığa girer, sonrasında birkaç gün sonra hem masum çevreci eylemcilerin içine girip ilk başlardaki masum eylemi istikrarı bozmaya, meseleyi hükümeti düşürme meselesi haline getirmeye ve bizzat Sayın Erdoğan’ın şahsına yönelik bir saldırıya evirdiler. Karşıt ideoloji(!) şeytanı da boş durmadı. O da içine girdiği çevrenin korkularını maniple etti. Daha çok korkuttu. Onlar da o telaşla yedi düvele karşı kahramanca çarpıştıklarını filan sandılar.
 
Cerattepe meselesinde Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu kutluyorum. Artvinli Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik’i de…
 
Elbette ki yeraltı zenginliklerimizin ekonomiye kazandırılması hayırlı bir iştir.
 
Fakat biliyor musunuz ki, bazen de yeraltı zenginliklerimizin yarınki nesiller için saklanması daha hayırlı bir iştir.
 
Mesela Amerika Birleşik Devletleri…
 
Petrol kaynaklarını işlemiyor, saklıyor.
 
Niçin? Çünkü bir asır sonra hemen bütün dünyada petrol rezervi bitecek.
 
Bir yandan petrole bağımlı olmayan yeni enerji kaynakları ve o enerjileri işleyebilecek ve o enerjilerle çalışabilecek teknolojiler araştırılırken yine de petrolün yarın daha değerli olabileceğini düşünen yöneticiler, bu yeraltı hazinesini yarınki nesillerin sorumluluğuna bırakmayı daha doğru buluyorlar.
 
Birçok yeraltı zenginlikleri de öyle…
 
Bugün değil yarın için saklanmalı…
 
Bugünü çarçur etmek, bütün elimizdekileri harcamak gerek savaş için gerekse barış için doğru bir yönetişim çıktısı değildir.
 
Mahkeme kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecekmiş…
 
Yahu bu çok fazla adaletten yanaymış gibi gözükme, mahkemelere gereğinden fazla güvenme ve hukuku hakikatin üstünde görme rolleri de bıktırdı artık.
 
Ahanda buradan haykırıyorum be:
 
“Hukuk Allah yok dese ne yazar!
 
Hukuk ağaç mühim değil dese ne yazar!
 
Hesap günü var, hesap günü…”

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!