Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Bir Türk Sosyalizmi Olabilir mi?

Türkiye’de sol çöktü.

Bir tek sol var, bölücü örgüt teranesiyle yaveler saçıyor.

Türk solunda sosyalizm bayrağını yeniden yükseltecek bir kabiliyet, bir mesuliyet, bir ehliyet çizgisi ve makamı gözükmüyor.

Keşke şu atmosferde bir Türk sosyalizmi olabilseydi…

Namık Kemal’den bu yana Türk aydınları Batı tarzındaki fikir akımlarına kendi tarihinden, geleneklerinden, şeraitinden karşılıklar bulmaya çalışıyorlar.

Modernleşmenin içselleştirilmesi için bir terkip meydana getirmeye çalışıyorlar.

Üç tarz siyaset de, geçen asırdaki tüm fikirler de öyle… Sosyalizm, Positivizm, Anadoluculuk, ardından gelen akımlar da…

Osmanlı dönemindeki fikirlerde devlet-i aliyi yaşatma güdüsü vardı. Sonrakilerde ise yeni devrim yeni heyecan ve yeni korkularla mümeyyiz yeni güvenlik beklentileri…

Ve tabii yeni bölünmeler…

İslamcılar, milliyetçiler, sosyalistler…

Nurettin Topçu, Türk milliyetçiliğinin de, Türk İslamcılığının da Türk sosyalizminin de mihveri bir düşünür.

Orijinal..

Orhan Türkdoğan, “Ziya Gökalp Sosyolojisinin Temel İlkeleri” adlı kitabında Gökalp eleştirisini incelerken Nurettin Topçu’ya-Hareket Okulu’na önemli bir yer ayırır. Türkdoğan, Topçu’nun Gökalp’i eleştirirken kendisi de üçleme yapma ihtiyacı hissetmiş ve Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak şeklindeki Gökalp üçlemesine benzer; Ahlak ve insan, Milliyetçilik, Sosyalizm üçlemesi yapmıştır. Ona göre Topçu’nun milliyetçiliği geniş anlamda Gökalp’teki Türkçülüğü kapsamakta, sosyalizm ise hem çağdaşlaşmayı hem de İslamlaşma akımını, ahlak ve insan da fert-toplum ilişkisinin yine İslam açısından değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. “Bu üçlemesiyle Topçu, bir tarafta Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürüp gelen İslamcı akımların yanlış yönlerini belirtirken diğer taraftan da Türkçülük akımının eleştirisini yapıyordu.

Türkdoğan Hareketçi Okulun üçüncü şemasını sosyalizm diye açıkladıktan sonra, bazı İslamcıların milliyetçiliği “İslam’da kavmiyet olmaz” iddiasıyla reddettiklerini, ama Topçu’da mükemmel bir din ve milliyet diyaloğu bulunduğunu yazmaktadır. Topçu, sosyalizmini işte bu diyalogdan ve Türk’ün sevgi ve fedakârlığından nem’alandırır. Hizmet aşkı ve çalışma prensibi de bu anlayışı güçlendirmektedir. Topçu’nun sosyalizmi ne bilimsel sosyalizm(Marksizm) ne de diğer maddeci sosyalizm biçimleridir. İnsanı seven, ona acıyan, vicdan ve kalb terbiyesine dayanan böyle bir sosyalizm, Marks’tan önceki hayalî sosyalizme yakındır. 

İslâm sosyalizmi doğrudan Kur’an’ın kendisinde mevcuttur.

Elbette ki Topçu böyle bir kavramı ortaya atarken dünyada sosyalizm çok popüler bir akımdı ve sosyalizm güneşinin(!) yakmadığı herhangi bir zemin kalmamıştı. Bu kavramın öncelliğinden yola çıkılarak İslam’ın da benzer hükümlerinin onun yerine ikame edilmesiyle yerli bir açılım arandığına kuşku yoktur. Zaten Topçu da bundan yararlanmıştır. “İslâm’ın ışığı altında halli mümkün olmayan ruhî ve içtimâî mesele yoktur.. Zamanımızın cemiyetlerinin mühim meselelerinden biri sosyalizm olduğuna göre, İslâm’ın bu husustaki hükmünü yine İslam’ın temel kitabından çıkarmak mümkün olduğu gibi, Peygamber’in hayat ve telkinlerinden de bu dâvaya dair görüşleri bulmak kabil olacaktır.

Buna göre, mülkiyet hakkı başıboş bırakılamaz, devlet herkese iş vermekle görevlidir, dış ticaret devletleştirilmelidir, bankalar ve sigortalar devletleştirilmelidir, iktisadi, dini ve siyasi istismar ortadan kaldırılmalıdır. Türkdoğan, bu görüşün, Gökalp’in “İçtimaî Halkçılık” görüşünü hatırlattığını ileri sürmektedir. Gökalp’in bir İslam sosyalizmi tanımından bahsetmemesinin sebebini, döneminde sosyalizmin o kadar yaygın olmamasına bağlayan Türkdoğan, Gökalp solidarizmiyle Topçu’nun İslâmî sosyalizmi arasında çok az bir fark vardır. Gökalp’inki daha laiktir. Dünyada yaygın olan (o devirde) İslam sosyalizmi anlayışı ile de Topçu’nun İslam sosyalizmi anlayışı birebir değildir. Topçu’nunki daha ziyade Müslüman Anadolu sosyalizmidir. Türkdoğan da böyle bir tezin diğerlerine nazaran yapıcı olduğu kanaatindedir. Bu yapıcı görüşlerin yanında Topçu’nun demokrasiyle paralel düşmeyen iyilerin yönetimi (meritokrasi) biçimindeki yönetim anlayışını da bugünkü demokrasi anlayışı ile uzlaştırabilmenin yollarını sorgulayan Türkdoğan, Topçu’nun anlayışındaki otoritenin kaynağını bugünkü demokrasiyle ne şekilde uzlaştırabiliriz, temel soru budur” demekte ve daha ileri giderek Gökalp ile Topçu’yu uzlaştırmaya çalışmaktadır. Bu gerçekten de bir Türk Düşüncesi umumi çizgisi aranırken her aydının karşısına çıkan temel tartışmadır.

Hareketçi okulun Gökalp hakkındaki ferdi şahsiyeti yıkarak cemiyeti “Tanrı”laştırma fikirlerini eleştiren Türkdoğan, Gökalp’de fert ile toplumun ayrı ayrı bir güç teşkil etmediği kanaatindedir. Gökalp’in solidarizmi ile Topçu’nun milliyetçi sosyalizmi gerçekte birbirlerine çok yakındır ve Topçu, “cemaat diye hepsinin üstünde olan bir ideale ferdiyetlerini fedâ ederek birleşen insanların topluluğu”nu anlamakta; “Durkheim, cemaate bağlılığın başladığı yerde ahlâkın başladığını söylüyor. Ahlakî bir cemaat, hem ferde hem de cemiyete üstün olan, sonsuzlukta karar kılan bir ideale kendini iradeyle teslim eden topluluktur”dediğine göre Topçu da böylesi mistik tasvirlerle en az Gökalp kadar Durkheimci olmakta değil midir? 

Zaten Fındıkoğlu da Gökalp’in “ferdin yaratıcılık hürriyetini hiçe sayan, sert başlı, sekter bir cemiyetçi değil, sadece bir sosyolog olduğu” kanaatindedir.

Bir Anadolu terkibi için elbette Namık Kemal, Mehmet Âkif, Ziya Gökalp, Ziyaeddin F. Fındıkoğlu, Mümtaz Turhan, Hüseyin Kâzım Kadri, Mustafa Şekip, Remzi Oğuz Arık ve Nurettin Topçu’nun daha çok işlenerek ayrışma noktalarından fazla buluşma noktaları bulunduğu gerçeği ortaya çıkarılmalıdır. Türk düşünce ufukları için önceki fikir adamlarımızın ortak paydamıza yönelik tespitleri üzerinde araştırmalar yapmak genç kuşakların görevi olmalıdır.

Ne Sur Ne Sor

Diyarbakır Sur ilçesi sanki Kobani…

Aylardır temizlenmedi.

Analar Ağlamasın sloganı ne süreçlere kapı araladı.

Çözüm süreci nice masum insanın kanına girdi.

Şimdi analar hem daha çok ağlıyor, hem artık kendi can güvenliği de olmadığı gibi üstünde yaşadığı coğrafyanın da istikbalinden emin değil.

Sur ilçesinde hemen her mazideki düşmandan casus cirit atıyor.

Ortadoğu’daki hesapları adına her ülkenin ajanları operasyonlarda bulunuyorlar.

Dicle Üniversitesi bölücü terör örgütünün karargahı olmuş. Yaralı asker ve polislerini oraya sevk eden devlete acıyor şimdi aklıselim sahipleri…

Devlet hastanesinde terör örgütünün şefleri cirit atıyor.

Böyle devlet olur mu?

Terörü kesinlikle ortadan kaldırmaya azmetmiş hükümet zamanında bile devlet bu kadar zafiyet gösteriyorsa daha radikal tedbirler almak gerekmez mi?

Artık yeter…

Analar Ağlamasın faslını geçti bu…

Hep beraber Sarıkamış gibi ah keşkelere duçar olmak istemiyorsak vakit çok geç olmadan ve orada ajanlar bulunanların vekalet savaşlarının boyutunu değiştirmeden farklı bir şey yapmalıyız. 

Terörü ve arkasındaki güçleri kesinlikle dümdüz etmenin yolu Dicle Üniversitesi’ni ve mesela diğer şehirlerdeki terör yuvası üniversiteleri dümdüz etmenin yolunu bulmaktır. 

Dümdüz etmek terörü başkentlerden silebilmeyi becerebilmekten geçer.

Kararlılıkla yola çıkılması şart.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!